Paylaş
- Film bazen gönül telimizi titretmeyi deniyor ama olmuyor... Bazen bir meselesi varmış gibi yapıyor ama meselesi yok... Bazen karakterlerin derinliğine inme iddiasıyla yükseliyor ama bu iddia da kısa sürede sallanıyor... Sonuçta elimizde kalan bir “çakma CSI” oluyor, fazlası değil.
- Karakterler oturmamış, öykü inandırıcılıktan uzak...
- “Usta oyuncu” ilan edilmenin ağır baskısı altında kalarak gitgide daha çok kasmaya başlayan Şener Şen, bu filmde en kötü performanslarından birini sergilemiş. “Kabadayı”dan bile daha kötü.
- Cem Yılmaz fena değil ama söylendiği kadar üstün biar performans sergilemiyor. Hatta filmin en beğenilen “şarkı söyleme” sahnesinde müsamere havası, tavan yapıyor. Hele öteki dünyaya göçerken kestiği rol, resmen komik...
- Çetin Tekindor ne yapsın? Ne kadar gayret etse de oturmamış bir rolü canlandırıyor olmaktan kaynaklanan sorunların pençesinde kıvranmak durumunda.
- Filmdeki silahlı çatışma sahneleri çocukların oyuncak tabancalarla oynadığı oyunlara benziyor. Kovalamaca sahneleri gülünç ötesi...
- Büyük oynamalar, büyük tiratlar, büyük sözler, büyük replikler... Az sonra Yıldız Kenter de sahne alacak hissi yaratan bir tiyatro havası var filmde...
- Bütün bunların üstüne filmin olağanüstü gazlanmasını, yönetmenin tevazu ile karışık kibrini, Şener Şen’in burnundan kıl aldırmamasını, abanılan kampanyayı, film için bütün silahların ortaya sürülmesini falan koyalım... Böylece neden “Sevmedim” değil de “Hiç sevmedim” dediğim daha iyi anlaşılabilir.
Tükürürüm böyle sanatın içine
ŞÜKRAN Moral adlı bir performans sanatçısı, bir galeride yüz kişinin önünde bir kadınla seks yapmış.
Ardından da şöyle demiş:
“Dileyen böyle sanatın içine tükürebilir”.
Peki o zaman Şükran Moral’ın tanıdığı haktan yararlanarak, Melih Gökçek’in tarihe geçen cümlesini söyleyeyim:
“Tükürürüm böyle sanatın içine”.
* * *
Aslında Şükran Moral’ın “Dileyen böyle sanatın içine tükürebilir” diyerek meydan okumasının bir sebebi var.
Çünkü o da çok iyi biliyor ki...
Fazla şaşırtan, tabu yıkıcı, şoke edici, içinde bolca seks bulunan her türlü performans, sanat adına hiçbir şey ifade etmese de bir tür dokunulmazlığa kavuşuyor.
Dünyanın her yerinde bu tür performanslara laf edilmiyor, edilemiyor. “Gık” bile denilemiyor.
Sıkıysa denilsin!
“Geri kafalı”, “muhafazakâr”, “tabucu” ilan edilivermek işten bile değildir.
Eh, kim ister ki bunu...
O nedenle içinden tükürmek geçenler bile “Tükürürüm” demek yerine, “Çok şaşırtıcı”, “Sarsıyor”, “Şoke ediyor” falan diye selamlamaktan kendilerini alamıyorlar.
* * *
İtiraf etmeliyim ki ben derinlemesine pek çakmam bu işlerden.
Ama çaktığım bir şey var:
Bir performans, içinde bolca seks barındırıyor, şoke edici unsurlar içeriyor, tabu deviriyor diye otomatikman ne “büyük sanat eseri” olur, ne de eleştiriden münezzeh sayılır.
Tabii ki tersi de mümkün değildir.
Yani demem o ki:
“Ama bana muhafazakâr, tutucu, tabucu derler” diye korkmadan, çekinmeden “sanat çıplak” diye haykırmasını becerebilmeliyiz.
Gülünesi şeyler
- Devlet Bahçeli’nin “badem bıyıklılar ordusu” benzetmesi...
- Zaytung’daki “Aralık ayına gelinmesine rağmen başlamayan soğuklar nedeniyle kış mevsimi önümüzdeki seneye devretti” esprisi...
- Başbakan Erdoğan’ın İsrail’deki yangının söndürülmesi için uçak göndermesini “İnsani ve İslami bir görev” olarak nitelemesi...
- Devlet Bakanı Egemen Bağış’ın WikiLeaks yerine Tommiks, Teksas okumayı öğütlemesi...
- Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Aynaya bakıyorum ve tehlikeli bir adam görmüyorum” şeklindeki demeci...
- Cengiz Çandar’ın, Başbakan Erdoğan’ın “masum insanların bulabileceği bir öfke enerjisiyle” gürlediğini yazması...
- AK Parti’nin WikiLeaks belgeleriyle ilgili oluşturduğu komisyonun başına Abdülkadir Aksu’yu getirmesi...
Fetva verdim
BİR iktidar, türban protestosu yapanlara karşı sonuna kadar empati geliştirir, “Aman kıllarına zarar gelmesin” der ve müdahale seçeneğini aklına getirmez iken...
YÖK’ü ve rektörleri protesto eden öğrencilere karşı...
Hoyratlığı, sert müdahaleyi, biber gazıyla perişan etmeyi, gözaltına almayı, İstanbul’a sokmamayı, göz açtırmamayı ilk seçenek olarak değerlendiriyorsa...
O iktidarın demokratlığının kendine demokratlık olduğunu yazmak, İslam fıkhına göre en azından farz-ı kifayedir.
Bu neyin işareti
YAPTIĞIM küçük teknik hatalar nedeniyle düzeltme yapmaktan neredeyse helak olacağım.
Çaptan düşme emaresi mi yoksa tatil ihtiyacının dışavurumu mu, bilemedim.
Neyse...
Dün “Osman Nejat” yerine “Ali Sadi” yazdığım için özür diledim. Bugün de “Cenk Açık” yerine “Cenk Öz” yazdığım için özür diliyorum.
Cenk Öz de nereden mi çıktı? Cenk Öz, Hürriyet’teki editörümün adıdır.
Bir köşe yazarının etkin pişmanlıkları
- Keşke her elime aldığım kitabı, “ille de bitireceğim” diyerek sonuna kadar okumaya kalkmasaydım.
- Keşke hiç seyretmeyeceğim filmlerin DVD’lerini satın almasaydım.
- Keşke yazı konusu etmeye değmeyecek tipler hakkında yazı yazmasaydım.
- Keşke “Ayıp olur” demeden sıkıldığım filmlerin tam ortasında sinemadan pat diye çıksaydım.
- Keşke “insan idare etme” adı verilen adı batası sanatta bu kadar hüner sahibi olmasaydım.
- Keşke daha çok “hayır”, daha az “evet” deseydim.
- Keşke daha fazla prensip geliştirmeyi başarsaydım.
- Keşke namertlik yapacaklarını önceden tahmin edebildiğim tiplerle arkadaşlığımı kesebilseydim.
Paylaş