Paylaş
En bayağısından bir ayrımcılığın ifadesidir.
Anlamı şudur:
“Bizim dükkâna Ahmet gelebilir, Mehmet gelebilir, Ayşe gelebilir ama sen gelemezsin”.
Çatıp kaşlarını, büküp boynunu sorarsın:
“Neden ağa? Neden herkes giriyor da ben giremiyorum?”
Cevap gelir:
“Öyle... İşine gelirse...”
Ne yaparsın bu cevap karşısında?
Ne yapacaksın?
Yumruğunu sıkıp oturursun.
* * *
Askeri vesayet devrinde, yani generallerin burunlarından kıl aldırmadıkları dönemde çok karşılaştım bu sözcükle.
Dönemin “sakıncalı televizyon kanalı”nda çalışıyordum.
Bizim kanalda çalışan muhabirler, Genelkurmay’ın kapısından geçemezler, askeri tesislere giremezler, Harp Okulu’ndaki törenlere sokulmazlardı.
Hepsini geçtim...
Anıtkabir’e bile alınmazlardı...
“Neden paşa? Neden herkesi alıyorsun da bizi almıyorsun?” diye sorduğumuzda şu yanıtı alırdık:
“Öyle... İşine gelirse...”
Yumruğumuzu sıkıp otururduk.
* * *
O zamanlar bir hayalim vardı.
Derdim ki: Keşke bütün televizyoncular, bütün gazeteciler, bütün medya ayağa kalksa...
“Arkadaşlarımızı almazsanız biz de girmeyiz” dese... Koca generallerin kemali ciddiyetle oynadıkları pis akreditasyon oyunu, nasıl da paçavraya çevrilir.
Ama hayır!
Hayalim gerçek olmadı.
“Sen giremezsin” denilenler giremediler, “sen girebilirsin” denilenler girdiler.
Böylece o pis oyun devam etti.
* * *
Geldik ileri demokrasiye...
İşte bakın:
Yine “akreditasyon” sözcüğü hayatımızın odak noktasında...
Cumhuriyet, Sözcü, Birgün, İMC TV, Ulusal Kanal, Yeniçağ, Aydınlık... Alınmamışlar AK Parti Kongresi’ne...
Gerekçe?
Akreditasyon...
Tıpkı eskiden askerlerin “Bunlar Cumhuriyet düşmanı yayın organları... Ne işleri var Cumhuriyet’in ordusunun törenlerinde?” demeleri gibi, şimdi de AK Parti yetkilileri, “Bunlar AK Parti düşmanı... Ne işleri var düşmanlık yaptıkları partinin kongresinde?” diyorlar.
* * *
Kısacası...
Gitti “paşa” geldi “ağa”...
Geçmişte paşalara karşı “arkadaşlarımızı almazsanız ben de girmem sizin toplantılarınıza” diyemeyen gazeteciler, şimdi de ağalara karşı “arkadaşlarımızı almazsanız ben de gelmem senin kongrene” demedi, diyemedi.
Yani...
“Gelene ağam, gidene paşam” durumu...
* * *
Size bir şey söyleyeyim mi?
AK Parti gitsin, başkası gelsin...
Yine akreditasyon olur, yine “girebilirsin” denilenler girer, “giremezsin” denilenler giremez.
Bu memleketin mottosu şudur çünkü:
Gelen ağamdır giden paşam/Akreditasyon hep şampiyon!
Hiç bilmeyenler için ‘yeni Erdoğan olgusu’
ERDOĞAN’ın konuşmasını analiz edenlere bakıyorum:
“Balkon konuşması yapmadı” diyorlar, “Avrupa Birliği vurgusundan kaçındı” diyorlar, “Kürt sorununda ileri sözler söylemedi” diyorlar...
Gülüyorum bu analizlere...
Gülüyorum çünkü bu analizleri yapanlar, Erdoğan’ın son dönemde kendini nerede gördüğünün farkında değiller.
Yani... “Yeni Tayyip Erdoğan olgusu”na fena halde yabancı durumdalar.
* * *
Nedir “yeni Tayyip Erdoğan olgusu”?
Anlatayım:
- Tarihi bir misyona sahip görüyor kendisini... Geçmişten geleceğe büyük, önemli bir misyon...
- Bu ülkenin yüz yıldır halkına yabancılaşmış bir elitin yönetiminde olduğunu düşünüyor. Kendisini yüzyıllık bu maceraya son veren lider olarak görüyor.
- Erdoğan’a göre tarihin bir akışı var: Alparslan’ın Malazgirt’te kazandığı zaferle başlayan bu akış Sultan Fatih ile zirveye ulaşmış durumda... Ancak bu akış bir noktada sekteye uğramış... Bir azınlık hükümran olmuş.
- Erdoğan’a göre “CHP zihniyeti” diye nitelendirilen zihniyet, azınlığın çoğunluğa tahakkümünü sembolize ediyor. Erdoğan işte bu zihniyeti gerileten, perişan eden bir lider olduğuna inanıyor.
- Müslüman Türk milletinin yükselişe geçtiğini düşünüyor. Bu duyguyla hareket ediyor.
- Bir yandan da Osmanlı hinterlandında yeniden egemenlik hayalleri kuruyor.
- Hemen söyleyeyim: Enaniyet değil bu... Samimiyetle buna inanıyor.
- Bu yüzden kendisine yöneltilen her eleştiriyi bu büyük davayı tökezletme çabası olarak görüyor. Bu yüzden kendisine karşı sergilenebilecek en küçük sadakatsizliği büyük dava hedefine şiddetle aykırı buluyor.
* * *
Erdoğan’ın kendisini böyle konumlandırdığını fark etmeyenlere sesleniyorum:
“Nerede AB hedefi? Hani o eski balkon konuşmaları?” demekten vazgeçin...
Çünkü Tayyip Erdoğan artık bambaşka şarkılar söylüyor.
Tarz-ı hayat
SEZEN: Sezen Aksu konserlerinin gazetelere haber oluş biçimi ile Cem Yılmaz gösterilerinin gazetelere haber oluş biçimi aynı: Her iki haberde de mutlaka “işte harika espriler” bölümü oluyor.
RESTORAN: Bir gazetenin pazar ekine bakıyorum: İki yemek yazarı... Biri Korsika’nın en şahane üç lokantasını yazmış. Uzun uzadıya... Diğeri ise Kopenhag’daki dünyanın en güzel, en pahalı, en şık vs. restoranını anlatmış... Yine uzun uzadıya... Tamam, yerelleşmeyelim ama bu kadarı da fazla değil mi?
MELTEM: Kayınpederi onca lafı saydırdığı halde barışmayı tercih etti diye kınanıyor Meltem Cumbul... Adam özür dilemiş, defalarca... Barışmayıp da ne yapacaktı? Tamam, yüzük gösterme görgüsüzlüğüne bulaştı diye gıcığız ama o kadar da değil.
DİZİ: Televizyon dizilerini seyretmiyorum. Ancak her biri hakkında mutlaka bir fikrim var... Peki nasıl oluyor da bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olabiliyorum? Şöyle oluyor: Gazeteleri ve sosyal medyayı takip edenlerin diziler hakkında malumat sahibi olmaması imkânsız... Yani? Kaçış yok.
Bundan sonra şöyle olacak
- Abdullah Gül her fırsatta Tayyip Erdoğan’dan daha demokrat, daha Avrupalı, daha kuşatıcı, daha barışçı, daha reformcu bir lider olduğunu göstermeye çalışacak...
- Gül’ün bu türden çıkışları toplumda karşılık bulacak... “Gül farkı” falan diye başlıklar atılacak...
- Erdoğan yanlıları buna karşı “Fitne çıkarmaya çalışıyorlar” diye bağıracaklar...
Ne iş?
- Bİr taraftan terörle arasına mesafe koymuyor diye BDP ile her platformda görüşmeyi reddedeceksiniz, bir taraftan da PKK ile Oslo’da görüşme yapılabileceğine dair yeşil ışık yakacaksınız... Ne iş?
- Bir taraftan Kandil konusunda adım atmayan Barzani’yi kongrenizde “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye karşılayacaksınız, bir taraftan da Kandil’e tavır koymuyor diye BDP’yi davet bile etmeyeceksiniz... Ne iş?
Üçüncü seçenek yok
ARKADAŞLAR-LAYIM. İnternetten haberleri okuyorum.
Sıradaki haber şuydu: “Edremit Belediyesi’ne yolsuzluk operasyonu”.
Arkadaş sordu:
“Acaba belediye CHP’li mi, MHP’li mi?”
Dedim ki:
“Üçüncü seçenek yok mu?”.
Arkadaş sadece “yok” demekle yetindi.
Sinir bozan şeyler
- Sessize alınmış telefonu kaybedince -hiçbir faydasını görmeyeceğini bildiğin halde- çaldırarak aramaya çalışmak.
- Gözlerinde hep “bütün filmleri yalayıp yutup ayrıcalıklı olmalıyım” edası bulunan festival seyircisi...
- Sen “siz” derken karşındakinin çoktan “sen”e geçmiş olması...
- Bitmeyen apartman tadilatı...
- Herkesle alay etmeye meraklı bir tipin, kendisine en küçük bir takılma karşısında zıvanadan çıkması...
- “Biz sizi ararız” cümlesi...
- Yaptığınız esprinin ortamda buz gibi bir hava estirmesi...
- Sürekli nasihat eden, öneride bulunan, strateji gösteren, taktik veren arkadaş...
Paylaş