Paylaş
Havuz gazetelerinden birinden arıyorlardı.
*
- Dedim: Buyrun, efendim.
- Dedi: Bahçeli gündüz çay içti mi? Fotoğrafta çay içiyor görünüyor?
- Dedim: Yok, içmedi. O fotoğraf arşiv fotoğrafı.
- Dedi: Ama kıyafet aynı.
- Dedim: Arşive baktık, aynı kıyafetli fotoğrafını bulduk, onu kullandık.
- Dedi: Neden?
- Dedim: Foto muhabiri almamıştık yanımıza. Bir nezaket ziyaretiydi. Bahçeli siyasi yorumlar yaptı. Ben de sorular sordum. Böylece planlanmamış bir röportaj çıktı ortaya. Cep telefonuyla ikili fotoğraflar çektirdik. Ancak sayfada Bahçeli’nin tekli fotoğraflarına da ihtiyaç duyduk. Arşivden fotoğraf seçtik.
- Dedi: Gazetedeki fotoğrafta Bahçeli’nin elindeki çay bardağını sansürlemişsiniz.
- Dedim: Evet, sansürledik. Çünkü Bahçeli çay içmemişti.
- Dedi: Ama internette çay bardaklı fotoğraf sansürsüz yayınlandı.
- Dedim: Evet... O fotoğraf, internet sitemizde arşivden orijinal haliyle alınıp kullanılmış. Çok kısa bir süre internet sitemizde kalmış. Sonra fark edilince hemen kaldırıldı ve fotoğraf gazetedeki haliyle yayınlandı.
- Dedi: Fakat... Ama... Lakin... Hım... Kem... Küm...
- Dedim: Ya arkadaş! Siz neyin peşindesiniz? Bahçeli niyetliydi. Yanımızda çay içmedi. İkram girişiminde de bulunmadı. Niye anlamıyorsunuz?
- Dedi: Ama...
Şey... Yani...
- Dedim: Ayıp değil mi? Adam oruç tutuyorsa Allah rızası için tutuyor. Sizin rızanız için mi tutuyor? Sizi oruç tuttuğuna ikna etmek zorunda mı? Hem ikna olsanız ne olacak? Bu sizin ne işinize yarayacak? Din zabiti misiniz siz? Pastaran falan mısınız?
- Dedi: Ama... Gazetecilik... Soru sorma hakkı...
- Dedim: Hadi eyvallah.
*
Bu telefondan sonra iki gazeteden, dört de internet sitesinden aradılar.
Hepsinin merak ettiği konu aynıydı:
“Devlet Bahçeli, ramazan günü çay mı içti? Yoksa Bahçeli oruç tutmuyor mu?”
Hepsine aynı şekilde cevap verdim:
“Allah sizi inandırsın, çay içmedi. Allah sizi inandırsın, niyetliydi.”
*
Yeminler ettim.
Tanıklar gösterdim.
Olayın bütün gereksiz detaylarını anlattım.
Fotoğrafın arşiv fotoğrafı olduğuna dair belgeleri ortaya koydum.
*
Fakat buna rağmen...
Karşımdaki “acar” gazeteciler, bir türlü ikna olmuyorlardı.
Gazeteci şüphesi ve merakıyla soruları ardı ardına yağdırıyorlardı.
Araştırmacı gazetecilikle işe başlıyorlar, soruşturmacı gazetecilikle devam ediyorlardı.
Etkilendim doğrusu.
*
İnsan ister istemez düşünüyor:
Devlet Bahçeli’nin niyetli olup olmadığı konusunda gösterilen bu müthiş gazetecilik refleksi...
- Ayakkabı kutuları ortaya saçılırken...
- Reza arkadaş, çikolata kutusuna dolarları yerleştirirken...
- Muammer Bey “Senin önüne yatarım Reza” derken...
- Bin iki yüz elli beş kişinin bir yıllık asgari ücretine bedel kol saati, bakan bileğini süslerken...
- Deveyi hamuduyla götürenlere dair bin türlü gizli bilgi oluk oluk akarken...
Nereye gitmişti acaba?
*
Yoksa bu adamlar açısından...
“Hırsızlık yapıp yapmamak” mesele değil de “Niyetli olup olmamak” mı mesele?
O zaman açık konuşsunlar.
Ramazan sayfalarında falan “oruç tut sıhhat bul/hırsızlık yap zengin ol” falan yazsınlar.
Ölen İslamcılıktır,İslam değil
EĞER İslamcı bir ideolojiyi savunarak iktidara gelenlerin başarısız olmalarından yola çıkarak “İslamcılık öldü” diyorsanız...
Doğrudur.
İslamcılık ölmüştür.
*
Fakat şunu unutmayın ki:
İslamcı ideoloji, İslamcılar eliyle mevta haline getirilse de...
İslam ilelebet yaşayacaktır.
Yunan adalarında sosyal inceleme
“İFLAS etmiş bir ülkenin adalarında hayat nasıldır” diye merak ettim.
Ve her türlü zorluğa, sıcağa falan katlanarak...
Küçük bir inceleme turuna çıktım.
*
Sonuçları açıklıyorum:
*
- Kimsenin ah vah ettiği falan yok... Herkesin yüzünde “Kriz gelmiş neyime/bakarım ben eğlenceme” ifadesi...
*
- Bankamatikten para çekememe, kredi kartı kullanamama gibi durumlar var. Ama Yunan halkı bundan da bir boş vermişlik çıkarmış durumda.
*
- Kredi kartı kullanılmasından nefret ediyorlar... “Nakit ödersen indirim yaparız” diyorlar. İyi bir pazarlıkla sıkı indirimler kapmak mümkün.
*
- Eski tüfek komünist Yunanlar, efe gibi dolanıyor. AB’ye posta koymanın verdiği gururla hava atıyorlar.
*
- Eğlencede en küçük bir eksilme yok... Ödünsüz eğlence tam gaz devam ediyor.
*
- Türkleri artık seviyorlar. Dükkân sahipleri, sokaktan geçerken Kapalıçarşı İngilizcesi türünden bir Türkçeyle “Abi buyur” falan diyorlar.
*
- “Lanet olsun Çipras sana” diye bağıran, Çipras’a yazarkasa atan yok.
*
- Merkel var ya Merkel... Yunan ahalisinin gözünde... Hiç sevilmeyen, taş kalpli bir üvey anne pozisyonunda... Aliye Rona yani.
EĞER
EDİLEN tüm lafların ardından...
- AK Parti ile MHP koalisyon kurarsa...
- HDP, AK Parti’ye gerçekten yanaşırsa...
- AK Parti ile CHP kolayca anlaşırsa...
Türkiye siyasetine olan güvenim onulmaz bir şekilde sarsılacak.
Paylaş