Paylaş
*
-BİRİNCİ TİP: Daha 7 yıl önce Abdullah Gül cumhurbaşkanı olmasın diye yeri göğü inleten, miting düzenleyen, “Türban Çankaya’ya çıkamaz” diye haykıran, bayrak sallayan, isyan eden... Ama bugün Abdullah Gül’den medet umar hale gelen, “Abdullah Gül parti kursa da şunları bir bölse” diye iç geçiren, Gül’e “Hadi parti kur, bayrak aç” falan diye gaz veren... İlkesiz tipler...
*
-İKİNCİ TİP: Beyefendi’nin arkasına geçip kendisine ateş açan yancılara, Beyefendi’ye yaranmanın kendisine saygısızlık yapmaktan geçtiğini düşünen yaranmacılara, kendisine bir şey diyemedikleri için Basın Danışmanı’na “hain, düşman” diyenlere, kendisine “Bir haini, bir düşmanı yedi yıldır en yakınında tutan adam” demeye getirenlere... Yani “Yeni Türkiye”nin yeni nobranları diyebileceğimiz küstah tipler...
*
“Birinci tip” tanımına girenler, sadece “ikinci tip”e edilen lafları...
“İkinci tip” tanımına girenler ise, sadece “birinci tip”e edilen lafları...
Görmek ve göstermek istiyorlar.
*
Sakın aldanmayın!
Abdullah Gül, bu iki tipe de eşit oranda laf çakmıştır.
Abdullah Gül meselesine dair
BENİM “Abdullah Gül meselesi”ne dair düşüncelerim gayet net.
Tane tane anlatıyorum:
*
-AK Parti’nin kuruluş döneminde dört isim harekete liderlik yapıyor ve başı çekiyordu: Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdüllatif Şener.
*
-Tayyip Erdoğan “eşitler arasında birinci” idi. Yani Erdoğan, Gül, Arınç ve Şener eşit ağırlığa sahipti, Erdoğan bu eşitler arasında birinciydi.
*
-Ancak köprünün altından çok sular aktı. Artık “eşitler arasında birinci” konsepti yer ile yeksan oldu. Onun yerini “tek lider, tek adam, tek seçici, tek belirleyici” konsepti aldı.
*
-Abdullah Gül’ün temel sorunu şu: Sanki böyle bir konsept değişimi yaşanmamış gibi, sanki eski günler devam ediyormuş gibi davranıyor. Çok sık bir şekilde “Ben bu partinin kurucusuyum” diyor ya... Aslında söylemek istediği şu: Bu işin en başında ben vardım ve Tayyip Bey’le eşit durumdaydım, nasıl olur da beni dışlarsınız?
*
-İstiyor ki yeniden partinin başına geçsin, hukuki sorun çözülsün ve başbakan olsun. Partisinin bu seçeneği zorlamasını istiyor. Ama dediğim gibi: Artık AK Parti, Gül’ün Çankaya’ya çıkarken bıraktığı AK Parti değil. Artık AK Parti, Erdoğan’ın partisi...
*
-Bu durumda Gül’ün önünde iki seçenek kalıyor: Ya köşesine çekilecek, emekliye ayrılacak. Ya da Erdoğan’la karşı karşıya gelme pahasına parti içinde demokratik yarışa girmeyi göze alacak.
*
-Üçüncü bir yol yok.
*
-Ancak Gül, bu iki yolu da izlemiyor. Onun yerine “dertlenmek, şikâyet etmek, rahatsızlığını belli etmek, haksızlığa uğruyormuş izlenimi bırakmak” gibi bir yolu, “üçüncü yol” yapmaya çalışıyor.
*
-Orasının bir yol olmadığını ve olamayacağını görmüyor, göremiyor. Ama görecek. Hem de pek yakında görecek.
Çankaya maceram
BİR arkadaşım aradı.
Dedi ki:
“Ankara’ya birlikte gidelim, resepsiyona.”
İlk tepkim şu oldu:
“Ne resepsiyonu?”
Arkadaşım şaşırarak:
“Abdullah Bey’in veda resepsiyonu canım. Yoksa sen davetli değil misin?”
Cevap verdim:
“Yok kurban... Benim gibileri öyle yerlere davet etmezler.”
*
28 Şubat’ın en kanlı günleriydi.
Çankaya’da Süleyman Demirel vardı.
Çankaya’nın hiçbir törenine davet edilmedim.
*
28 Şubat’ın bin yıl süreceğinin düşünüldüğü günlerdi.
Çankaya’da Ahmet Necdet Sezer vardı.
Çankaya’nın hiçbir törenine davet edilmedim.
*
28 Şubat döneminin fiilen bittiği dönemdi.
Çankaya’da Abdullah Gül vardı.
Çankaya’nın hiçbir törenine davet edilmedim.
*
Ve işte son “Veda resepsiyonu”.
Gelenek değişmedi:
Çankaya’nın bu törenine de davet edilmedim.
*
Netice şudur:
Eski Türkiye’de de...
Yeni Türkiye’de de...
Devlet en üst katında “makbul gazeteci” olarak görülmeme başarısına imza atmış oldum.
*
Az buz başarı değildir bu.
Bırakın da azıcık gururlanayım yahu.
Kadınlar her zaman daha cesur olmuştur
ABDULLAH Gül, “Veda Resepsiyonu”nda...
Cumhurbaşkanlığı döneminin en açık, en korkusuz, en hedefi belli açıklamasını yaptı.
Ama bunu yaparken bile...
Gayet diplomatikti, gayet özenliydi, gayet seçiciydi.
Yanlış anlaşılmaktan, istismar edilmekten korkar bir hali vardı.
*
Ama sıra Hayrünnisa Hanım’a gelince...
İşin rengi değişti.
- Öfkesini açık etmekten...
- Kızdığı gazetecinin elini sıkmamaktan...
- Öbür gazeteciye yekten laf saydırmaktan...
- “En sonunda başlatacağım bir intifada” demekten...
Milim imtina etmedi Hayrünnisa Hanım.
*
Hep söylenir ya, “Kadınlar her zaman daha cesur olmuştur” diye...
Doğruymuş hakikaten.
Şapşik
ÇOK eskiden sevgililer birbirlerine, “kuşum, sultanım, efendim” falan diye hitap ederlerdi.
Fakat bir süredir “aşkım” hitabı, diğer tüm hitap biçimlerini ezip geçti ve bu “itici” hitap, alıp başını gitti.
*
Size bir müjdem var:
“Aşkım” hitabının da cenazesi kaldırılıyor.
Son günlerde sevgililer birbirlerine “şapşik” diye hitap ediyor.
*
“Sevgiliye sevgi ve şefkat dolu bir sersemlik izafe etmek” diye açıklayabileceğim “şapşik” sözcüğü, son günlerde pek popüler.
Sevgilisini telefonuna “şapşik” diye kaydeden en az 9 kişi biliyorum.
*
Ben “Şapşik” sözcüğüne razıyım, yeter ki “Aşkım” sözcüğünün hükümranlığı son bulsun diyenlerdenseniz...
Hadi görev başına...
Paylaş