BİTMEK tükenmek bilmeyen 301. madde sorununa esaslı bir çözüm geliyor.
Adalet Bakanı Cemil Çiçek, geçen akşam Tarafsız Bölge’de önemli ve esaslı bir öneriyi tartışmaya açtı. Bakan Çiçek, 301. madde ile ilgili davaların açılmasının izne tabi olabileceğini söyledi.Peki izni kim verecek?
Bakan Çiçek bunun için iki adres gösterdi:
BİR: Akademisyenlerden oluşacak bir ’akil adamlar’ grubu izin verebilir.
İKİ: Aşağılandığı iddia edilen kurumun başındaki ismin iznine başvurulabilir.
Bakan Cemil Çiçek, bu yolla Türkiye’yi zor durumda bırakan davaların önüne geçilebileceğini de belirtti.
* * *
301. madde ile ilgili yapılacak herhangi bir değişikliğin sorunu tam olarak çözemeyeceği anlaşılmış durumda. Çünkü...
Farklı gruplardan ve sivil toplum örgütlerinden gelen "değişiklik teklifleri"ne bakıldığında, "sihirli bir metin" bulunamadığı ve bulunamayacağı ortaya çıktı.
Sonuçta gelinen nokta şu oldu:
Hangi değişiklik yapılırsa yapılsın...
Sonuçta belirleyici olan uygulama...
"Eleştiri" ile "aşağılama" arasındaki ince çizginin belirlenmesi tamamen savcı ve hákimlerin inisiyatifine kalıyor.
Bu durum da mevcut sorunun devam edeceği anlamına geliyor.
Eğer Bakan Çiçek’in önerisi benimsenirse...
Yani dava açılması izne tabi hale gelirse...
301. maddeden açılan davalarda "Türkiye’nin yararı" meselesi de göz önünde bulundurulacak ve böylece Türkiye "yazarlarını yargılayan ülke" imajından kurtulacak.
Kanaltürk’e dokunmak
ABİLER, ablalar!
Hükümet aleyhine yayın yapan "Kanaltürk" adlı televizyon kanalının, hükümet tarafından sıkıştırılmasına haklı olarak itiraz ediyorsunuz.
Anlıyorum.
Ancak...
Hükümet muhalifi olmak, herhalde bir tür "dokunulmazlık zırhı" kazanmak anlamına gelir mi?
Ne yani?
Şunun şurasında üç sene öncesine kadar "maaşıyla çalışan gazeteci" sıfatını taşıyan birinin, nasıl olup da ulusal bir televizyon kanalına sahip olduğu sorusunu sormayacak mıyız?
Her yerde "Kanaltürk’ün sahibi" cakasını satan bir adama, "Peki neden resmi kayıtlarda kanalın sahibi olarak sen gözükmüyorsun?" diye soramayacak mıyız?
"Bir elinde Kuran, bir elinde Nutuk, göğsünde iman" bulunan bir adam, bu tür sorulardan muaf mıdır?
Bu soruları sorunca "Atatürk düşmanı" ya da "hükümet yalakası" mı olmuş oluyoruz?
Neden Tuncay Özkan adlı "Büyük Türk muhalifi", meydan okumak yerine ya da "Bana baskı yapıyorlar" demek yerine...
Çıkıp açık ve şeffaf bir şekilde kurduğu kanalın ekonomik kaynağını açıklamaya yanaşmaz?
Kendi malının hesabını vermeyen biri, başkasının malının hesabını nasıl soracak?
Ya da...
Kendi malının hesabını vermeyen biri, buna gerekçe olarak başkalarının mallarının hesaplarını vermemesini mi gösterecek?
Kısacası demem o ki:
Tamam, kimse Tuncay Özkan’a "muhalefet yapıyor" diye dokunmasın...
Ama Tuncay Özkan da "Bu adam parayı nereden buldu?" sorusuna bütün tartışmaları sona erdirecek bir yanıt versin.
Bilmiyorum, çok mu zordur böyle bir yanıt vermek?..
AÇIK ÖZÜR
GÜLBEN Ergen telefonda, "Atlas bebeğin göbek bağı şu anda odasında... Nereden çıkarıyorsunuz Anıtkabir’e gömüldüğünü? Anıtkabir hikáyesi tümüyle yalan" diyor, başka da bir şey demiyor.
Bense koyu bir hicap duygusu içinde hiçbir şey diyemiyorum.
Durum o kadar açık ki, ne "Ben yazanların yalancısıyım", ne de "Beş gün önce çıkan haberleri neden yalanlamadınız?" diyerek bir savunma geliştirme gereği duyuyorum.
Yani yapmam gereken tek şeyin özür dilemek olduğunun bilincindeyim.
Evet, özür diliyorum...
Atlas bebekten, annesi Gülben Ergen’den, babası Mustafa Erdoğan’dan, amcası Yılmaz Erdoğan’dan, BKM grubundan, dansçı kızlardan ve oğlanlardan, Bir Demet Tiyatro’culardan, beyaz Kürtlerden...