Hani “e-muhtıra” vardı ya... Bir gece Genelkurmay’ın internet sitesinde yayınlanan...
İşte o bildiriye hükümet çok sert bir karşılık vermişti. Ve o zaman hepimiz “Helal olsun” demiştik. Çünkü ilk kez bir hükümet, askerin bildirisini üzerine alıyor ve gereken cevabı veriyordu. İlk kez bir hükümet kıvırmıyor, “Bu bildiri bize değil” demiyor, geçiştirmiyordu. Hükümetimiz, askere karşı verdiği bu cesur cevabın tadına doyamamış olacak ki, Yüksek Hâkimler ve Yargıçlar Kurulu’na da benzer bir cevabın verilmesini kararlaştırmış. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na karşı verdiği sert cevabın arkasında bu yaklaşım gizliymiş. Ama bu seferki “sert cevap”, birkaç iflah olmaz yandaşı dışarıda tutarsak, hükümetimizin ne kadar da cesur olduğunun bir kanıtı olarak gösterilmedi. Çünkü... - Genelkurmay ile HSYK arasında kudret ve erk bakımından dağlar kadar fark var. - HSYK’nın elinde silahlı bir güç yok. - HSYK’nın istese de darbe yapacak imkânı yok. - Generaller, yargıçlardan daha korkutucudur.
‘Hocaefendi’ beni Allah’a havale etmiş
Kendisine iftira atmadım. Hakaret etmedim. Sadece Vakit Gazetesi’ne yazdığı yazıdan alıntılar yaptım. Fakat Ribat Cemaati’nin lideri Abdullah Büyük adlı zat, benim bu yazıma hakaretler ve tehditler içeren bir yazıyla karşılık vermiş. Yetmezmiş gibi beni Allah’a havale etmiş. Hatta ve hatta benim kalbimin mühürlü olduğunu ima etmiş, imanımı sorgulamış, özel hayatıma dalabileceğinin işaretini vermiş. Oysa bu zat, bağışlayıcının da bağışlayıcısı bir zattır... O kadar merhamet timsalidir ki... Mesela küçük bir kız çocuğunu taciz etmekle itham edilen Hüseyin Üzmez için şunu yazabilmiştir: (Aynen alıntılıyorum) “Eğer kulaklarınıza gelen haber doğru olsa bile, Hüseyin Üzmez ağabeyimiz, Müslüman bir insandır. Buna milyonlarca insan şahittir”. Şu anlayışa bakar mısınız? Küçük bir kız çocuğunu taciz etsen bile Müslüman’sın ama Hoca’ya hafiften eleştiri getirirsen kalbin mühürlü... Yarın mahşer günü buluşuruz seninle Hoca... Var git sen Hüseyin Üzmez’in yanında yargılan... Sen de senden çok ötelerde durmaya razıyım.
Deniz Baykal’a açık mektup
Sayın Deniz Baykal. Aramızda gelişmiş ya da gelişmemiş herhangi bir hukuk yok. Bu nedenle size mektup yazma cüretimi lütfen bağışlayınız. Ama mesele mühimdir. Sayın Deniz Baykal... Bugünlerde hemen herkesin dilinde şu türkü var: AK Parti hakkında kapatma davası açılacak. Bu haber doğru mudur, değil midir bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var: Bu haber doğru ise de, değil ise de size bir görev düşüyor. O da muhtemel kapatma davasına en net ve en sert tepkiyi göstermek. Lütfen çıkıp şunları söyleyin: - Biz bu AK Parti ile sandıkta baş edeceğiz. - Bu iş savcının değil, bizim işimizdir. - Savcı Bey! Kapatma davası açarak siyasete müdahale edip haksız rekabete yol açmayınız. Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarına bu hayat öpücüğünü bahşetmeyiniz.
‘Cemaat’, Saadet Partisi’ne mi yaklaşıyor
Samanyolu Haber kanalında son günlerde Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’u çokça görür olduk. Hadi gelin biraz “komploculuk” oynayalım. Acaba bu ilgi neden? Son zamanlarda AK Parti’ye angaje olmaktan kaynaklanan görüntüyü kurtarma telaşı mı? Yani bir denge arayışı mı? Yoksa... Saadet’i yedekte tutma gayreti mi? Ya da gayet iyi niyetli bir “hakkaniyetli tutum alma” kararı mı? Ben hiçbirini seçemedim vallahi.
AK Parti’ye dava açılırsa kim ne der?
BÜLENT ARINÇ: Elhamdülillah... TAYYİP ERDOĞAN: Tam da zulme yaklaşmıştık, sağ olsun Savcı Bey sayesinde yeniden mağdur olduk. YANDAŞ KALEMLER: Yaşasın mazlum edebiyatı... GENÇ SİVİLLER: Oh be! İşte şimdi eylem koyabiliriz. MUSTAFA KARAALİOĞLU: Sanırım şimdi yeniden NTV’deki o programa çıkabilirim. FEHMİ KORU: Hani zalim diyordunuz... EMRE AKÖZ: Ulan iyi be... Günlerdir kendi etrafımda dönüp duruyordum...