Yüzünü taşa gömen kadın

Birbirlerini seviyorlar, istiyorlar ama o güçlü heykeltıraş elleriyle birbirlerine yeni biçimler vermeye uğraşıyorlardı.

İkisi de yeniden biçimlenmeyecek kadar katı bir malzemeden yapılmıştı, dağılmayı, parçalanmayı göze alıyorlar ama değişmeye yanaşmıyorlardı.

İlişkileri sürdü.

Acıları da.

Diz çökmüş çırılçıplak bir kadın...Yüzünü bir taşa dayamış.Saçlarını, ensesinin çukurunu, aşağıya doğru bir kavisle inen sırtını, gergin belini ve topuklarına doğru yaslanmış kalçalarını görüyoruz.

Bu siyah mermerden heykelin sadece sırtına bakarak, yüzünü taşlara dayamış kadının acısını hissediyoruz.

Zaten heykelin adı da "acı".

Çağımızın Mikelanjelo’su denilen Rodin’in yaptığı bu minik heykelin karşısında durup "acıyı" taşa böyle nasıl işlediğine hayretle bakarken, yanımdaki arkadaşım müzenin sessizliğine uydurduğu sesiyle fısıldayarak konuştu.

- O kadar çok acı çektirdi ki acıyı iyi tanıyor.

Rodin’in çok acı çektirdiği doğruydu.

Çok acı çektiği de.

Hayat onu sürekli hırpalamış, o da hayatı ve hayatla birlikte gelen kadınları hırpalamıştı.

Daha genç bir delikanlıyken Güzel Sanatlar Akademisi bütün başvurularını reddetmişti.

İnsanlık tarihinin en büyük heykeltıraşlarından biri hiçbir zaman istediği okula gidememişti.

Gençlik yıllarında yaptığı heykelleri büyük sergi salonlarına kabul etmemişlerdi.

O dönemdeki heykellerinin bedenleri ve yüzleri öylesine gerçeğe benzemişti ki, bir heykeltıraş için en büyük aşağılamayla karşılaşmış, bunları "modellerinin kalıplarını çıkartarak" yapmakla suçlanmıştı.

Bu suçlamayı hiç unutmamıştı.

Kendisine heykel ısmarlayanların çoğu daha sonra çeşitli nedenlerle vazgeçmişlerdi.

Kırklı yaşlarına kadar para kazanabilmek için başka heykeltıraşların yanında çalışmış, kendi tarzını bulmakta zorlanmıştı.

Ancak bir İtalya seyahatinde ne yapması gerektiğine karar vermiş ve klasik heykeli yeniden yaratmıştı.

Altmışlı yaşlarına yaklaşırken, artık şöhret kapısını güçlü bir biçimde çaldığında bile yaptığı Balzac heykeliyle bütün Paris alay etmişti.

Eleştirilmekle, alay edilmekle, reddedilmekle geçmişti hayatının önemli bir kısmı.

Yılmamıştı.

Yonttuğu mermere benzeyen sert ve dayanıklı bir yapısı vardı.

Kadınlara karşı ise epey insafsızdı.

Genç yaşlarında Rose Beuret ile tanışmış, ondan bir çocuk sahibi olmuştu ama Beuret ile evlenmemişti.

Her zaman hayatında birkaç kadın bulunmuştu.

Onları seviyor, onlarla oluyor ama çok fazla yanına yaklaştırmıyordu.

Paris’in entelektüel sosyetesini uzun yıllar konuşturan, kitaplara, filmlere konu olan, kadınlarla erkekler arasında hálá tartışılan en dramatik aşkını ise kendisinden yirmi dört yaş küçük bir heykeltıraşla, Camille Claudel’le yaşamıştı.

Rodin, bir arkadaşının yerine bir grup genç hanıma heykel dersi vermeye kabul ettiğinde karşılaşmışlardı.

Camille daha 18 yaşındaydı.

"İnsanların yüzüne baktığınızda onların ruhlarını görürsünüz" diyen ve karşılaştığı yüzlere bizimkinden daha değişik gözlerle bakan Rodin, Camille’in yüzüne daha ilk görüşte vurulmuştu.

Biçimli kaşları, etli dudakları, uzunca Grek burnu ve bir sırrı saklar gibi bakan siyah gözleriyle Camille, daha sonra Rodin’in birçok heykelinin de modeli olmuştu.

Ve, uzun sürecek sarsıcı bir aşk başlamıştı.

Rodin, genç heykeltraşı asistanı olarak yanına almıştı, aynı stüdyoda yan yana heykellerini yapıyorlardı.

Rodin’in en ünlü heykellerinden biri olan "öpüşmenin" bu aşktan doğduğu söyleniyordu.

Ama aralarındaki sorunlar büyüktü.

Rodin, yıllardır birlikte yaşadığı Rose’dan ayrılmaya yanaşmıyor, ortalarda fazla dolaşıyor, kadınlara kur yapmaktan çekinmiyordu.

Sonunda Camille, "Senin tarzından fazla etkileniyorum, kendi tarzımı yaratmakta zorlanıyorum" diyerek İngiltere’ye arkadaşlarının yanına kaçtı.

Bir kadının yaşayabileceği en acıtıcı ikilemlerden birini yaşıyor, hayatı boyunca birlikte olmak istediği erkekten kaçmaya uğraşıyordu.

Rodin, Camille’in peşinden İngiltere’ye gitti.

Hem bu yetenekli ve güzel kadından ayrılmak istemiyor hem de kendi hayatını yaşamak istiyordu.

Camille yazılı bir anlaşma yapmaları gerektiğini söyledi.

Oturup iki işadamı gibi ciddi ciddi bir anlaşma yazdılar.

Rodin, Camille’den başka hiç kimseye heykel dersi vermeyecek, başka kadınlarla görüşmeyecek, Rose’dan ayrılacak ve Şili’ye yapılacak uzun bir seyahatten sonra da evleneceklerdi.

Buna karşılık, Camille evlenene kadar Rodin’in kendisini ayda dört kez görmesine izin verecekti.

Aslıda ikisi de kıvranıyordu.

Ayrılmak istemiyorlardı.

Kendileri olmaktan vazgeçmek de istemiyorlardı.

Hem karşılarındakini hem de kendilerini seviyorlar ve bu iki sevgi içlerinde vahşice çatışarak canlarını yakıyordu.

Anlaşma yürümedi.

Aklın uzlaşmacılığı duygularda yoktu.

Birbirlerini seviyorlar, istiyorlar ama o güçlü heykeltıraş elleriyle birbirlerine yeni biçimler vermeye uğraşıyorlardı.

İkisi de yeniden biçimlenmeyecek kadar katı bir malzemeden yapılmıştı, dağılmayı, parçalanmayı göze alıyorlar ama değişmeye yanaşmıyorlardı.

İlişkileri sürdü.

Acıları da.

Camille’in eserleri arada sırada önemli sergi salonlarında sergileniyor, övgüler alıyordu.

Ama genç kadın Rodin’i affetmiyordu.

İstediği o büyük ve parlak başarıyı elde edememesinde de Rodin’in rolü olduğuna inanmaya başlamıştı.

Depresyonlara giriyor, bazen öfkeden yaptığı heykelleri kırıyordu.

Kendine bakmıyordu.

Rodin, gizliden gizliye onu korumaya çalışıyor, para gönderiyor ama genç kadının öfkesini dindiremiyordu.

Camille Rodin’e, onu eski sevgilisi Rose’un kuklası halinde gösteren karikatürler çizerek gönderiyordu.

Sonunda koptular.

Ne gariptir ki, bu büyük aşktan Rodin sanat tarihinin en erişilmez başarılarına doğru yürüdü, Camille ise bir akıl hastanesine doğru.

Bir gün Camille’in şair olan kardeşi, ablasını ziyarete geldi, yaşadığı evi, yığılmış çöpleri gördü, sürekli bir şeyler sayıklayan Camille’i bir hastaneye yatırdı.

Ölene kadar orada kaldı.

Rodin’in kendi heykellerini çaldığını söyledi.

Camille’in aslında Rodin’den daha yetenekli bir heykeltıraş olduğunu söyleyenler de çıktı.

Bu iki insanın hikayesi defalarca ve değişik biçimlerde anlatıldı.

Camille, Rodin’e rastlamasaydı nasıl bir hayat yaşardı?

Camille’e hiç rastlamamış bir Rodin’in heykelleri nasıl olurdu?

Rodin, defalarca genç sevgilisinin yüzünün heykelini yapmıştı.

Daha sonra yaptığı kadın heykellerinin çoğunun ise yüzü gözükmüyordu.

Yüzleri saklı kadınlar.

Yüzleri görünmeyen kadınlar.

Yüzlerinin nasıl olduğunu sadece Rodin’in bildiği kadınlar.

Altmışını geçtiğinde artık bütün dünyanın kabul ettiği bir şöhrete erişmişti.

Yeryüzü sanatında öylesine etkileyici bir gücü vardı ki daha sonraları Alman edebiyatının en büyük şairlerinden biri olacak olan Rilke, onun hayatını yazabilmek için Paris’e gelip bir yıl bu hırslı heykeltıraşın sekreterliğini üstlendi.

Krallar ziyaretine geldi.

Fransız devleti ona, daha sonra müze olacak bir ev verdi.

Rodin heykeller yapmaya ve kadınlarla maceralar yaşamaya devam etti.

Klasik heykeli yeniden keşfetti.

Dev eller yaptı, birbirine değen eller.

Düşünen bir adam yaptı.

Küçük bir kadın heykeli yaptı.

Yüzünü taşa gömmüş bir kadın heykeli.

Ensesinde, omuzlarında, sırtının kavisinde acıyı taşıyan bir kadının heykeli.

"Acı" koydu heykelin adını.

Yetmiş yedi yaşındayken yıllarca hep aldatmasına rağmen hiçbir zaman ayrılmadığı ve kendince hep sadık kaldığı Rose Beuret ile karlı bir ocak gününde evlendi.

Rose, bir ay sonra, hep sevdiği, hep sonunda kendine döneceğine emin olarak beklediği, daha onu kimsenin tanımadığı yıllarda bile onun büyük bir heykeltıraş olacağına inandığı adamın karısı olarak öldü.

Rose’suz bir dünyada Rodin sadece on ay kalabildi.

Kasım ayında da o öldü.

Camille ise onun ölümünden sonra yaklaşık otuz yıl daha bir akıl hastanesinde hayatını sürdürdü, heykel yapmasına doktorlar izin vermedi, ailesi hastaneden taburcu edilmesini istemedi.

Bir ölüye kızarak ve heykellerinden uzak yaşadı.

Yüzünü bir daha kimse görmedi.

Çok güzel bir yüzü vardı.

Ve, o yüzünü taşa gömdü.
Yazarın Tüm Yazıları