O zaten ‘Ünlü’

O, kendini mesleğine, öğrencilerine, okuyucularına adamış biri...

Haberin Devamı

Yaşamda hiçbir zaman çıkar peşinde koşmamış bir insan... Her zaman iyimser olmuş, ne yazık ki bu özelliği çoğu kişi tarafından birçok kez kullanmış dünya tatlısı bir adam... Yine de yılmamış, ama son yıllarda artık çıkarcılardan elini eteğini çekmiş, kendini iyiden iyiye sanata ve yazmaya vermiş bir edebiyatçı... Öğrenciler okutmuş, elbisesi olmayana elbisesini, paltosu olmayana paltosunu vermiş bir iyiliksever...

O zaten ‘Ünlü’

Özellikle kızları okutmak ve meslek sahibi yapmak için her şeye göğüs germiş bir eğitim neferi... Okullarda yaptığı çalışmalarla onlarca gence tiyatroyu sevdirmiş, onların bu sanat içinde olmalarını sağlamış bir sanatsever... Yardımlaşmayı sevdiğinden ülke genelinde şimdiye kadar 30 bin kitap bağışlamış, eserlerinden alanlardan 10 kişiye okumayı sevdirdiyse bundan mutluluk duymuş bir yazar... Ülkemizde hemen hemen adım atmadık yer bırakmamış, orada çocuklarla söyleşmiş, kitaplarını imzalamış, Anadolu’daki kitap fuarlarının aranan yüzü olmuş günümüzün modern Evliya Çelebisi... ‘Nerede doğdunuz?’ diye sorduğunuzda ‘Hastanede’, ‘Ne zaman doğdunuz?’ dediğinizde ‘Gece yarısına doğru’, ‘Burcunuz nedir?’ diyerek merakınızı gidermesini istediğinizde ‘Çok çalıştığımdan olsa gerek eşek burcu’, ‘Hangi takımı tutuyorsunuz?’a ise ‘En güzel çalabilen bando takımını’ gibi ‘sıradışı’ yanıtlar verecek kadar da nüktedan ve hazır cevap... ‘Canım öğrencilerimin bunları okuyunca yüzlerinde eskiye özlemle bir gülümseme oluşacağına eminim. Bu yanıtları dün gibi anımsayacaklardır’ diyen bir gönül üstadı... O, adının aksine huzurdan, barıştan, kardeşlikten, sevgiden beslenen; yazdığı onlarca kitap ve yetiştirdiği öğrenciyle soyadının hakını fazlasıyla veren Savaş Ünlü... Ünü sınırları aşan Savaş Abi’yi çok sevdiği İzmir’de ise bazı okulların davetleri dışında yerel yönetim etkinliklerinde görmek olası değildir... Katılmaz mı, davet mi edilmez, belli değildir. Burcunun gereği o konularda hiç yorum yapmaz. Sait Faik’in, ‘Her şey bir insanı sevmekle başlar’ sözü onun rehberidir... Gelin, hayatındaki çok bilinmeyenleri birlikte okuyalım...

Haberin Devamı

O zaten ‘Ünlü’

 

Haberin Devamı

HAYAT FELSEFESİ

Yaşama gülümse, yaşam da sana gülümsesin. İnsanları koşulsuz sev. Zorda olana koş, yardımcı ol. İncin ama incitme, kalp kırma...

 

OTOMOBİL

İyi bir yaya sayılırım

* İlk arabam 8 yaşındayken telden yaptığım oyuncak arabamdı. Daha sonra bilyeli tekerleklerden yaptığımız arabam da oldu. Onunla kaymayı çok severdik. Günümüzdeki kay kay gibiydi. Ama yavaş giderdi. Direksiyonu bile vardı. Şimdi çoğunlukla ESHOT ve İZULAŞ kullanıyorum. Metro ve gemiler de tercihlerim arasında oluyor. Belediyemizin bünyesindeki yüzlerce şoför dostumuz var. Arabalarını kimseye emanet etmiyorlar. Onlara saygı duymamak elde değil. Temmuzun en sıcak günlerinde bindiğim arabaları kullanan şoför arkadaşlara buz gibi soğuk su verince gözlerindeki ışıltı ömre bedel. Şaka bir yana, yaş 18’i geçince ehliyet almak için başvuru yaptım. 70’li yıllar, kolay mı ehliyet almak o zamanda? Girdim, çıktım, alamadım. Son girdiğim direksiyon sınavında görevli memurlar ‘lanlı lunlu’ konuşunca arabayı epey titrettim. İçeridekiler korktular. Ben de bir söz söyleyip bir daha direksiyon sınavına gitmedim: 2 ay sonra öğretmenim. Sizin çocuklarınız öğrencim olursa sizler gibi davranmayacağım... Sivas’ta bölge trafik müdürünün kızı öğrencimdi. Babası, ‘Ehliyeti yoksa sınava girsin’ demiş. ‘Var’ dedim. Türk Koleji’nden Fethiyeli öğrencim Oğuz Meteriz şoför okulu açmış. Bir gün geldi, ‘Ehliyet vereceğim size’ dedi. ‘Aldım’ dedim. Öğrencilerimle çıkar ilişkisine girmedim. Buna ülkemiz tanıktır. Sürücü yanım olmasa da iyi bir yaya sayılırım. Herkes geçerse geçsin, kırmızı ışıkta beklerim. Hani bir söz vardır: Dağ başında olsan da kurallara uyacaksın. Kuralsızlık burada da kendini gösteriyor. Sürekli ‘Ben, ben’ diye haykıran ego sahibi kişiler trafikte de kural tanımaz oluyor. Trafiğimize bakınca toplum olarak bir tükenmişlik yaşadığımız ayan beyan ortada.

 

BESLENME

Yapamayacağım lezzet yok

Haberin Devamı

* Kahvaltısız olmaz. Klasik kahvaltı... Peynir, kırma zeytin, mevsime göre hurma, sele zeytini, bazen yumurta omletleri, yeşillikler, zeytinyağlı domates, salatalık, tahin pekmez, kara kovan balı... Salam ve sosis ağzıma koymadığım yiyeceklerdir. Pastırmayla sucuk ise 40 yılda bir, aklıma bile gelmez. Bazen kendi yaptığım poğaça ve kekler de masayı süsler. Öğleyin genelde işte olurdum. Sebze yemeği varsa yerim yoksa aramam. Etle aram pek yok. Zaten pahalı, ucuz olsa bile 40 yılda bir yerim. Balığı çok severim. Hamsili pilavdan tutun da kağıtta lüfere kadar kendim pişirmeyi çok severim. Bunu keyifle yaparım. Geçenlerde Edirne’deydik. Lokantaya götürdüler. Herkes kuzu fırın, haşlama, kavurma, tandır, tüm et yemeklerine saldırdı. Ben nohutlu pırasa isteyince arkadaşlar buna anlam veremedi. Ben de anlam verememiştim bu et sevdalarına... Aslına bakarsanız, kahvaltıyı kuvvetli yaptığımdan öğle yemeği aklıma gelmez. Çoğu kez atlarım onu. Ama yanlış olduğunu da bilirim. Hani bir söz vardır, Allah ne verdiyse yeriz. Özel seçmek, lüks yaşamak gibi bir durumumuz olmuyor. Sebze ağırlıklı ne olursa fark etmez. Çorba, özellikle tarhana çorbası tercihim. Mevsim salataları, limonlu zeytinyağlı, yalnız evde yapılmış olacak... Çantamdan kuru erik, kayısı, incir, dut, ceviz, fındık eksik olmaz. Arada atıştırırım. Birer tane, fazlası da kiloyu etkiliyor. Patlıcan kebap, kereviz, pırasa, lahana sarması, yaprak sarması, ev kesimi erişte, ev yapımı tarhanayı severim. Aslında yemek ayırmam. Yeter ki içine kıyma, et girmesin... Uzun süre yaz aylarında mutfaklarda çalıştım. Mantıdan sarmaya kadar yapmayacağım yemek yok. Yalnız aşırı titizim. Kendi yemeyeceğim bir şeyi başkasına da yedirmem. Maydanozlar bile tek tek yıkanır. Beni mutfakta izleyenlere ‘Öf’ dedirtirim. Bunu tüm arkadaşlarım, bazı öğrencilerim bilir. Yemek yapıp dostlarımı ağırlamayı çok severim. İç pilav, yaprak sarma, türlü güveç, mevsiminde menemen, salatalarım, kendi kurduğum turşularım ünlüdür. Aslında ‘Yemek yapmayı bilmiyorum’ diyene şaşarım. İlgi, bilgi, temizlik olduktan sonra neler yapılmaz ki...

Haberin Devamı

O zaten ‘Ünlü’

MEKAN

Yeşillikler sirkeyle yıkanacak

* Sıcak ve doğal ortamları severim. Karşıyaka’da KENTAŞ Nikah Sarayı’nın üstündeki Tilla, Çankaya’daki Adil Müftüoğlu (Uğur Lokantası) gidilecek yerlerdir. Bu işlerde de çalıştığımdan her yeri kolay kolay beğenmem. Öğrenciliğimizde başladı lokantada çalışma merakı. Lisedeyken Antalya’ya gitmiştik tatile. Paramız bitti. Bulaşıkçılıkla başlayıp aşçılığa terfi ettim. Öğretmenken de çalışıyordum. Hem tatil, hem de yaşamı tanıma oluyordu. Müzik öğretmenimiz Mustafa Türkmen piyanistti. Ben mutfakta, lise öğrencilerimiz garsonluk yapıyorlardı, 2-3 dil bildiklerinden. O öğrencilerimiz şimdi çok önemli görevlerdeler. ‘Öğretmenim, o günler burnumuzda tütüyor’ derler. ‘Yine gidelim, çalışalım’ sözleri özlemlerini yansıtır. İstanbul’da İmroz, rahmeti Yorgo Amca’nın Nev-izade’deki mekanı. Şimdi oğlu Vasili, Ali Kara dostum işletiyor. Hacı Abdullah İstanbul’da yine en güzel lokantalardan. Kadıköy’de Çiya Lokantası sevilmez mi? Ankara’da Hacı Baba’yı su böreği ve baklavada üstüne yer tanımam. Gaziantep’te İmam Çağdaş bir lezzet cambazı. Muğla’da Süpüroğlu Lokantası. Her şeyi organik, kendi bahçesinde yetiştirir. Tavuklar gerçek köy tavuğu. Oğlaklar da öyle. Bir tavuk, oğlak dolması yiyin de farkı görün. Orayı işleten Sadettin Ünsal. Dondurmam Gaymak filmindeki bekçi rolündeydi. Amasya’da Ali Kaya, Amasya Mutfağı... Denizli’de Garson Şükrü, Çanakkale’de Yalova Restoran, Meis Adası’nda sevgili dostum Savvas’ın Paragadi Restoran’ı. Çok gezdiğim için her yerdeki gerçek mekanları iyi bilirim. Bir mekanda öncelikle temizlik ve hijyen ararım. Sebzeler, yeşillikler kesinlikle suya tutulmayacak yıkanacak. Hatta dinlendirilecek sirkeli suda. Ne yazık ki çoğu yerde kasadan çıkartılıp doğranır. Ben bu yüzden dışarıda pek salata, yeşillik kullanmam. Sonra güler yüz, içtenlik olmalı. Fiyatı da uygun olmalı. 20 yıldır gittiğim yere artık gitmiyorum. Sürekli fiyatı şişiriyormuş, sonradan öğrendim. 10 yıl önce ödediğim fiyatları şimdi bile ödemiyorum hiçbir yerde.

Haberin Devamı

O zaten ‘Ünlü’

SPOR

İlk maçta 3 dakikada 5 hata yapınca

* Liseyi Karşıyaka Havva Özişbakan Lisesi’nde okudum. Boy pos yerinde, beden eğitimi öğretmenimiz beni basketbol takımına aldı. Çalışmaları Karşıyaka Salonu’nda yapıyoruz. Takımı o zamanın efsane oyucuları Sadi ve Efe çalıştırıyor. Haftada 3 gün çalışıyoruz. İlk hazırlık maçında ilk 3 dakikada 5 hata yapınca güreşçi olmam tavsiye olundu. Mahalle maçları yapardık. Kondisyonum fena değil. Yürüyüş sporu yaparım. 5-6 saat durmadan yürürüm. Hafif dağ yürüyüşlerine bayılırım. Türk Koleji’nde Alman öğretmen arkadaşlarla düzenli olarak her hafta gün boyu yürür, tepeler tırmanırdık. Şimdi sadece Karşıyaka-Çiğli arasında yürüyorum. Askerliğimi Menemen’de yaptım. Bizim bölükte milli atlet Mehmet Terzi ve milli dekatloncu Erol Şişko da vardı. Mehmet Terzi her gün koşardı, eğitimden sonra. Bir gün, ‘Ben de geleyim’ dedim. Beni baştan ayağa süzdü. ‘Koşar mısın?’ dedi. ‘Evet’ dedim. Alaydan bir çıkardık, kilometrelerce koşardık. O da inanamazdı, ‘Bu ne kondisyon hocam!’ derdi. ‘Niye sporla uğraşmıyorsun’ diye sorardı. Epey koştuk. Biri şikayet etmiş olacak ki, nöbetçi subayı geldi. ‘Onun alay komutanlığından izni var, sizin izniniz yok, siz dışarı çıkamazsınız’ dedi. Ben yine alayın içinde Erol Şişko’yla birlikte koşardım. Dışarı çıkamazdım. Mehmet Terzi Atletizm Federasyon Başkanı’ydı en son bildiğim. Erol Şişko da Gürçeşme Polis Okulu Müdürü’ydü. Bu olayı ilk kez sana söylüyorum. Gölgeme anlatmadım. Akrep burcunun özelliği olsa gerek. ‘Mahalle takımında gol kralı oldum’ dersem başarı sayılır mı? Edebiyattaki, eğitimdeki başarıları sporda yakalamadım. Beşiktaşlıyım. Dayım Beşiktaş yönetimindeymiş. O yüzden herkes Beşiktaşlıdır sülalede. İzmir’de tüm takımları tutarım. En çok yapmak istediğim dağcılıktı. Everest’e, Ağrı’ya tırmanmak. Zirvelerde kartallarla söyleşmek. Bilirsin gazeteci, televizyoncu dostumuz Ahmet Aydın Akansu, Ağrı Dağı’na tırmanışını anlatırken iç çekerim. ‘Ah’ derim, ‘Ben de dağcı olsaydım keşke’...

 

TATİL

Cebimdeki para yettiği kadar

* Çalışan insanlar tatili de hak ederler. Bizde bunun tersi olmuyor değil. Fırsat buldukça yaz kış fark etmez, tatil olanağı yaratırım. İmza günleri nedeniyle gittiğimiz yerlerde tatil sayılabilir. Cebimdeki parayla kaç gün tatil yapacaksam o kadar olur. Yurt içinde Karadeniz, Ege’nin köyleri, özellikle Bodrum’un Mazı köyü; yurt dışında Meis Adası dışında bir yere gitmedim. Fırsatım olursa Viyana ve Prag görmeyi istediğim yerler. Kurban Bayramı tatilinde öğrencim Müge Mavisu telefondaydı. ‘Öğretmenim Meis Adası’ndayız. Paragadi Restoran’da sizin yazınız var. İnanın çok şaşırdım’ dedi. Bende, ‘Restoranın sahibi Savvas’a selamımı söyle’ dedim. Gezdiğim yerleri çeşitli yayın organlarında tanıtırım. Tatil kafa dinlemedir. Gezip gördüğüm yerler hakkında bilgi sahibi olmadır. Dostlar kazanmadır, ama yöre halkından. Tatile gelmiş kişiler beni pek ilgilendirmez.

O zaten ‘Ünlü’

HOBİ

Zeki Müren’den sonra sahneye çıkmışlığım var

* Okumak, yazmak, insanları eğitmek, doğru yolu göstermek, sevmek, daha çok sevmek... Kitapsız olmuyor. Zengin sayılabilecek bir kütüphanem var. Tür ayırt etmem. Klasikler, şiirler, romanlar, anıları severim. Bir eğitimci olarak okumayı sevdirmediğim öğrencim kalmadı. Gümüşpala İlköğretim Okulu’nda bile şiirsiz, öyküsüz dersimiz geçmezdi. O zamanın İlçe Milli Eğitim Müdürü Erdal Türker merak etmiş. Sınıfıma geldi. Hangi şiiri sorsa ezberden okudular. Sevgili müdürümün gözleri dolmuş, ‘Pes’ demişti. ‘Mendilimde Kan Sesleri’ şiirini ezbere okumak her yiğidin harcı değildir. 3 sayfacık bir şiirdir. Hocam Hidayet Karakuş ve Mehmet Atilla bir toplantı için o semte gelmişler. ‘Haydi bizim Savaş’ı görelim’ demiş Hidayet Hocam. Dersime aldım. İsimlerini söylemedim canlarıma. Sadece öykülerinin adlarını söyledim. Tüm sınıf ikisinin de adlarını haykırınca çok şaşırmışlardı. Sonra da iki yazarın öykülerini anlatmışlar, öykülerle ilgili sorular sormuşlardı. Hidayet Hocam sadece şunu söylemişti: ‘Şaşırdım ki, hem de nasıl. Bunu başarabilecek kaç kişi var?’ Müziği çok severim. Sanat müziği, halk müziği, klasik müzik olmazsa olmazım. Bilgisayarımda kayıtlıdır bu türler. Hafif sesle dinlerim. Çalışırken bile müziksiz olmaz. Çalmak istediğim alet ud ve piyano. İlkokulda mandoline heveslendim, gerisi gelmedi. Ama Zeki Müren’den sonra sahneye çıktığımı arkadaşlarım, gerçek dostlarım bilir. Ortaokuldayken Fuar Manolya Gazinosu’nda gazoz, minder satardık. Konser bitince herkes elinde ne varsa sahneye atardı. Bizlerde sahneyi süpürürdük. Bu şekilde assolistten sonra sahneye çıkmış olurduk. Bu anımı kendilerine göre yorumlayıp, ‘Zeki Müren’in meşhur ettiği mizah sanatçısı’ diye abuk sabuk yazanlara gülüp geçiyorum. Emel Sayın, Muazez Abacı, Neşe Karaböcek, Gönül Yazar daha niceleriyle aynı sahneyi paylaştık. Onlar şarkı söyledi, bizler gazoz, minder sattık, sahneyi süpürdük. İZGEP toplantımızın konuğu Nurhan Damcıoğlu’ydu geçenlerde. Kendisine 1973 yılını anımsattım. Olayları tek tek söyledim. ‘Aynı sahneyi paylaşmıştık’ dedim. ‘Evet’ dedi, ‘Ne icra ediyordunuz)’ diye sorunca, ‘Gazoz satıyordum’ dedim. Kahkahalar aldı başını gitti. Nurhan Hanım’la nerede karşılaşsak, ‘Sahne arkadaşım’ deriz birbirimize. Sesim de fena sayılmaz terbiye almamış olmasına karşın. Okul korolarında görev alırdım. Ne de olsa sahne deneyimimiz var, az süpürmedik sahneleri... Pul koleksiyonu yapardım. İlk gün zarfları bol miktarda var. Osmanlı pullarım bile var. Babam her çıkan pulu alır gelirdi. Koleksiyonumu henüz kimseye gösteremedim. Bir ilk gün zarfına baktım. Bin 500 lira olmuş. Üzerindeki fiyatı 50 kuruş. Osmanlı pullarım da değerlidir. Büyük şehirde yaşayıp da tiyatroya, konsere, operaya gitmezsek ne önemi var. Öğrencilerime de sevdirdim sanatı. 1 ay önce operadan çıkıyordum. Palyaçolar’ı izlemiştim. 20 yıl önceki öğrencim yanında eşiyle, ‘Öğretmenim sizinle sevdik bu sanatı ve tüm sanatları’ deyince dünyalar benim olmuştu.

O zaten ‘Ünlü’

KARİYER

Küçükken kamyon şoförü olmak isterdim

* İlkokulu Buca’da, liseyi Karşıyaka’da bitirdim. Eğitim enstitüsünü yine Buca’da okudum, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde başlamıştım. Lisans eğitimimi Anadolu Üniversitesi’nde tamamladım. Öğretmenlik yaptım. Şu anda da yazarlık yapıyorum. Eğitime bir süre ara verdim. Yine de okullardan çıkamıyorum. Öğretmenliği tamamen bitirmedim. Bakarsınız gelecek yıl bir okulda yani kolejde görev alabilirim. Öğretmenlikten kolay kolay kopamıyorsunuz. Biraz komik olacak ama küçükken kamyon şoförü olmak isterdim. Çünkü çok gezdiklerini bilirdim. İlk paramı çocukken ‘Talihini dene’den kazanmıştım. Mahallemize yoksul bir yaşlı amca gelirdi. Ona evden gıda maddeleri, kullanılmayan eşya, giysileri de verirdim. Kazandığım parayla o amcaya epey gıda maddesi almıştım. Yaşlı amca çok mutlu olmuştu, ben ondan daha çok mutlu olmuştum. Yardımlarım benimle birlikte büyüdü. Paylaşmayı, yardımı severim. Öğrenci okutmalar, eğitimine katkı sağlamalar bir güzellikti benim için. Evimizden böyle görmüştük...

 

GÜNE BAŞLANGIÇ

Hala o günlerin acısını çekiyorum

* İşim yoksa 22:30’da yatar, sabahleyin de 06:30’da kalkarım. Aylaklık dönemlerimde sabaha kadar arkadaşları eğler, evlerine teslim ederdim. Ekmek elden su gölden, eğlenmeyi, yemeyi, içmeyi seven epey insan olmuştu çevremde. Şimdi bile onların acısını çekmiyor değilim. Okula giderken erkenden çıkardım. Okula bir gün olsun geç kaldığım görülmemişti. Yarım saat erken giderdim her gün.

 

MODA

Altın iplikle dikilmiş kadar değerli

* Ben bir eğitimciyim. 30 yıl öğretmenlik yaptım, şimdi de imza günleri, söyleşiler nedeniyle okullardan çıkmıyorum. Model olmak zorundayız. Temiz, şık giyinirim. ‘Ucuz alacak kadar zengin değilim’ der İngilizler. Elbiselerimin hepsi markadır. Kravatlarım da öyle. Takım elbise fiyatına aldığım kravatlarım az denmeyecek kadar çoktur. İpek, el yapımı kravatlara özel ilgim var. Bazı arkadaşlarım o kravatları işportadan aldığımı söylerler. Gerekirse oradan da alırım. ‘Altın kravatın’ kişiyi değiştirmeyeceğini çok iyi bilirim. Öğrencilerim bu özelliğimi bilirler. Modayı takip etmek bize göre değil. Kaliteli olsun, temiz olsun, albenisi olsun yeter. Memur olduğumuzdan takım elbise, kravatı benimsedik. İmza günlerine bile aynı tarzda giderim. Spor giyime pek alışamadım. Ama giyinmiyor değilim. Ekim ayından aralık sonuna dek imza günleri için Trakya’dan Güneydoğu’ya kadar gitmediğim yer kalmadı. Takım elbiselerim, günlük gömleklerim, kravatlarım olmadan okullara girmedim. Radyoda söyleşim vardı. Giyimdim kuşandım. Dünya güzeli spiker dostum Fikret Alan, beni öyle görünce epey gülmüştü. ‘Ne gerek vardı?’ demişti. ‘Televizyona çıkmayacağız ki...’ Siyah, lacivert ve tonlarındaki elbiselerim çoğunlukta. Ben alırım, hazır giyinirim. Karşıyaka’da Hayati adında bir terzi arkadaşım var. Sohbet için uğrarım yanına. Bir gün, ‘Sana bir elbise dikeyim’ dedi. Kumaşı seçtim. Ölçü alındı. Uğruyorum yanına. ‘Hocam, bize bir yemek yap da yiyelim’ diyor. İçkiler açılıyor, başka arkadaşlar da geliyordu. Sürekli konuşuyoruz, anlatıyoruz, kumaşı kesmiyordu bir türlü. 2 yılda zor almıştım elbiseyi. Bana en pahalıya mal olan elbisemdi. Çok özel günlerde giyiniyorum, altın iplikle dikilmiş kadar değeri var.

O zaten ‘Ünlü’

TEKNOLOJİ

Tanımadıklarımı asla kabul etmem

* Teknolojiyle aramız iyi olmak zorunda. Günümüzde adım attığımız yerde teknoloji var. Bilgisayar, cep telefonu kullanıyoruz ya alın işte teknoloji. Yeni kuşak o konuda bizi geçti. Onların çok gerisinde olsak da kullanmaya çalışıyorum. Facebook’ta da, Twitter’da da varım. Facebook’u daha çok kullanıyorum. Arkadaşlarımın çoğu öğrencilerim. Sanatçı dostlarım da var. Tanımadıklarımı kabul etmiyorum. Zaten beni bulamıyorlar. Facebook’u bana bir öğrencim aldı. Dışarıya kapatmış. İyi de etmiş. Çok gereksiz insan var ki, ‘İpini koparan orada’ desem yanlış olmaz. Amacından çok uzakta kullanılıyor ne yazık ki... Egosunu şişirmek isteyenler Facebook kuşu olup çıkıyorlar. Twitter’ım da var. Ancak sanırım 2 yıldır şifresini unuttum. Öylece duruyor. Facebook’ta pek fazla kalmıyorum. Doğum günlerini kutluyorum. İmza günlerine gittiğimde oradaki yaşadıklarımı paylaşıyorum. Yediklerim içtiklerimi paylaşmam. O benim özelim. Bulan var, bulamayan var. Ben ruh hekimi olsam, kişilerin ruh sağlığına, Facebook sayfalarına bakarsak karar veririm. Facebook’a göre herkes mutlu, herkes dürüst, herkes model alınacak kişiler, yumurta kırmayı bilmeyen en usta aşçı, herkes eşleriyle çok ama çok mutlu, kültürlü insanlarız hepimiz, kediyi, köpeği fotoğraf çektirirken severiz, hepimiz birer doğaseveriz... ‘Anlatın’ dinliyorum, kulağım sizde...

 

SEVİMLİ DOSTLAR

Hepsinin adı ‘Pisi’ ve ‘Kuçu’

* Çocukluğumuzda Buca’daki evimizin bahçesi büyüktü. Bahçede tavuk, hindi, güvercin, kedi, köpek beslerdik. Çocuk yaşta nereden geldiyse güvercin merakı gelmişti. Alırdık güvercinleri, 2 ay beslerdik, uçurunca eski evine giderdi. Satan kişi usta güvercinlerini satarmış bize. Kedi, köpek evimizin ayrılmaz dostlarıydı. Nasıl da severdik onları. ‘Tavukların yumurtasını kim alacak?’ diye bir yarış vardı evimizde. Fareden tiksinirim de yılandan korkmam. Buca’daki evimizde yılanları elimle alırdım. Beni severlerdi nedense. Urfa Birecik’te bir köyden geçiyorduk, yollar karınca gibi akrep kaynıyordu. Pencereden uyarıyorlardı, ‘Çekilin, sokarlar.’ Yürüdük geçtik, hiçbiri ilişmedi bize... Apartman yaşamında ne yazık ki bunu yapmak çok zor. Sanki hayvanlara eziyet yapılıyor gibime geliyor. Kedi neyse de büyük köpeklerin evin içine alınmasına karşıyım. Komşumuzun bir kurt köpeği var, bütün gün adeta çığlık atıyor, ‘Beni buradan kurtarın’ diyor. Evimizde kanarya, muhabbet kuşu besledik. Günümüzde evimizin karşısında parktaki kedi ve köpekleri besliyorum. Sokak hayvanlarıyla kurulan dostluk da bir başka oluyor. Parkta beslediğim kedilerin hepsinin adı ‘Pisi’, köpeklerinki ise ‘Kuçu...’ Öykülerimin adsız kahramanlarıdır kediler, köpekler, kuşlar. Hem de nasıl istiyorum. Uygun bir evim olduğunda Aksaray Malaklısı ve Kangal köpeği alacağım. Van kedisi ve tekir beyaz, pembe burunlu bir kediye sahip olmayı çok istiyorum. Sanırım Adana’dan dönüyordum. Ankara’ya gidiyordum, Aksaray’da indim. Doğa şaheseri köpekleri görecektim. Bir otele yerleştim. Taksiciye, ‘Köpek çiftliğine gidelim’ dedim. Şoför, ‘Abi koyunlarınız mı var?’ dedi. Güldüm, ‘Yok’ dedim. ‘Köpekleri merak ediyorum, o yüzden’ deyince, adam ne düşündü bilemem. Sevgili şoför dostum, benim koyun sürülerim olduğuna kesin karar vermişti ki, ‘Alacaksanız erkek köpek alın, kancık köpek almayın’ diyordu. Kahkahalarla gülüyordum. Evliya Çelebi’nin aslana benzettiği köpekler öyle güzeldi ki anlatamam. Hele yavruları nasıl da sevimliydi. Çiftlik sahibi, ‘Al bir tane götür’ diye tutturdu. 2 metreyi bulan köpek nerede bakılır, nerede barındırılır? Bir köpeğin patilerini boynuma sardı. Boyu boyumdan uzundu. Dev köpek, patilerini omzuma atmış bekliyoruz. Az sonra müzik çalacak dansa başlayacağız havasındayız. Belki de buz pateni gösterisi yapacağız. Taksi şoförü de, ‘Al abi al, böylesini bulamazsın’ dedi durdu, oradan çıkana kadar...

 

ASTROLOJİ

Sır saklamada üstüme tanımam

* Burcum akrep. 29 Ekim doğumluyum. Öğrencilerim eskiden sorardı: ‘Doğum gününüz ne zaman?’ Bende, ‘30 Şubat’ derdim. Hemen not alırlardı. Geçenlerde Ebru Kılıç adlı öğrencim Facebook’ta yazmış: ‘Öğretmenim bir türlü öğrenememiştik doğum gününüzü. 30 Şubat derdiniz. Ama sonunda öğrendik. Niye o zaman söylemezdiniz?’ Çok seven ve sevilen biriydim. Canım öğrencilerimle armağan işine girmemek içindi. Ama ben onların doğum gününü kitap armağan etmeden yapamazdım. Tiyatro ekibimde Özgecan Dörtyol adında dünya tatlısı bir öğrencim vardı. Kuşadalı’ydı. Çalışmaya başlamadan öğrencilerimden biri geldi. ‘Özgecan’ın doğum günü, evinden uzakta, çok mutsuz’ dedi. ‘Tamam’ dedim. Koşarak gittim. Bir pasta aldım, portakal büyüklüğündeydi. Param onu almaya yetmişti. Çalışmaya başlamadan o pastayla doğum gününü kutlamıştık edalı kızım Özgecan’ın. Dilek tutup mumlarını söndürmüştü. Şimdi bile, ‘Kutlanan en güzel doğum günümdü’ der. Bir söz vardır: ‘Fala inanma, falsız da kalma.’ Gazeteyi okurken farkında olmadan gözümüz kayar o köşeye. Bir moraldir, insanların iyi şeyler duyma istemi yatar altında. Moralimizi yüksek tutmak için bulunmaz Hint kumaşıdır fallar. Kıskanç yanı varmış akrep burcunun. Bunu bende aramayın. Sır saklama, dostluğa önem verme konusunda üstüme kimseyi tanımam. Öğrencilerim bu özelliğimi bildiklerinden çoğu şeyi benimle paylaşırlardı. Gölgeme söylemeyeceğimi bilirlerdi.

Yazarın Tüm Yazıları