İlk olarak 2002 yılında Waldinger ve Schweitzer tarafından tanımlanan ve nadir karşılaşılan POIS, erkeklerde, cinsel ilişkide veya mastürbasyon sırasında boşaldıktan hemen sonra görülen bir sendromdur. Yoğunlukla grip hastalığına benzeyen semptomlar birkaç gün, bazen bir haftaya kadar sürebilir ve kendiliğinden kaybolur.
POIS “seks sonrası hüzün” ya da “seks sonrası depresyon” (post-coital tristesse) adı verilen durumla karıştırılabilir ama bundan tamamen farklıdır. POIS çoğunlukla erkekleri etkilemektedir ama kadınlarda da nadiren görülebilir. POIS’in birincil ve ikincil olmak üzere iki tipi vardır. Birincil tip POIS ergenlik döneminde ya da yirmili yaşlarda başlar. Daha sonraki yaşlarda başlayan POIS ikincil tiptir. POIS bireyin günlük yaşamını etkilemekle kalmaz, cinsel aktiviteye girmekten veya yakın ilişki kurmaktan kaçınmasına da neden olur. Dolayısıyla POIS'in fiziksel ve psikolojik etkileri, hem bireylerin hem de partnerlerinin yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürür.
“POIS atağı” olarak adlandırılan POIS semptomları boşalmadan hemen sonra veya yarım saat içinde başlar ve aşağıdakilerin kombinasyonlarını içerebilir. Semptomlar, şiddet, süre ve çeşitlilik bakımından kişiden kişiye farklılık gösterir.
1. Bilişsel işlev bozukluğu2. Afazi (konuşma, konuşulanı anlama, tekrarlama, okuma-yazma gibi becerilerin gerçekleştirilememesi)3. Şiddetli kas ağrısı, yorgunluk, halsizlik4. Hapşırma, göz ve burunda kaşıntı, tıkanıklık ya da tahriş5. Baş ağrısı, baş dönmesi6. Duygusal ve motor problemler7. Gastrointestinal rahatsızlıklar8. Yoğun rahatsızlık, sinirlilik, anksiyete, depresif duygudurum9. Konsantre olma ve sosyalleşmede zorluk.10. POIS’e genellikle erken boşalma sorunu eşlik eder.
POIS'in nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bir hipoteze göre, POIS, erkeğin kendi spermi için Tip-I ve Tip-IV alerjisi yaşamasından kaynaklanmaktadır. Bir başka görüşe göre ise POIS, spermin kendisinin değil, sitokinler gibi boşalma sırasında açığa çıkan bir başka maddeye karşı bir oto-immün reaksiyondan kaynaklanmaktadır. Başka bir hipoteze göre ise POIS’e, progesteron, kortizol, testosteron ve prolaktin, hormonlarındaki dengesizlik neden olabilmektedir. Öte yandan, beyinde, sitokin ve kemokin cevabında opioid yoksunluğuna veya düzensizliğe benzer kimyasal dengesizliklerin de POIS’e neden olabileceği öne sürülmüştür. Ancak önerilen nedenlerin hiçbiri bu bozukluğu tam olarak açıklayamamaktadır. Bu bozukluğun gerçek nedeni psikolojiktir ve Freuduyen kurama göre bir otokastarsyondur yani daha büyük bir ceza ödememek için bireyin bilinçdışı tarafından seçilen ve kendi kontrolünde olan bir cezadır. “Kendi kendini cezalandırma”, bilinçdışında yer eden suçluluk ve günahkarlık duygularına karşı bir kefaret ödeme durumudur.
POIS'i tedavi etmek için standart bir yöntem yoktur. Bireylerin genellikle tespit edilmesi güç olan ve her bireye göre değişiklik gösteren POIS semptomlarının nedenlerini bulmak amacıyla kapsamlı bir şekilde incelenmesi ve ayrıntılı bir “aile ve çocukluk öyküsü” alınması gerekir. İyi bir öyküden sonra dinamik yönelimli “cinsel terapi” ile çözüm mümkün olur. POIS'in sitokin salınımından kaynaklandığından şüphelenilen vakalarda nonsteroidal anti-enflamatuar ilaçlar ile tedavi uygulanır. POIS semptomları antihistaminikler, benzodiazepinler ve selektif serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI), antihistaminikler ve benzodiazepinler ile azaltılabilir. POIS'in kişinin kendi spermine gösterdiği otoimmün reaksiyondan kaynaklandığı düşünüldüğünde hiposensitizasyon tedavisi kullanılır. Bu tedavi, bir alerjene maruziyetle bağışıklık yanıtını azaltmayı amaçlar ve semptomları tamamen önlemese de, kademeli olarak azaltır. Ancak bireyde POIS'in nedeni belirlenmemişse tedavi her zaman başarılı değildir. Bu durumdaki bireylere semptomlarla baş edebilecekleri zaman cinsel aktivitede bulunmaları tavsiye edilir.
Seks ve orgazm sırasında vücutta önemli hormonsal değişiklikler olur ve dopamin ve seratonin, diğer adlarıyla mutluluk hormonları en üst seviyede salgılanır. Bu hormonların en önemli özelliği haz duyusu sırasında salgılanmalarıdır. Ancak seksin sona ermesiyle birlikte dopamin ve seratonin seviyelerinde meydana gelen ani düşüş mutsuzluk, kaygı ya da tedirginliğe neden olabilir. Seks sonrası hüzne yol açan diğer bir hormon da prolaktin hormonudur. Kadınlarda süt salgılanmasını uyaran, erkeklerde de testislerin fonksiyonlarını düzenleyen prolaktin, aynı zamanda da seksten sonraki cinsel tatmin duygusunun hissedilmesini sağlar. Ancak vücuttaki hormonsal sistem her insanda farklı çalıştığından, bazı kişilerde prolaktin düzeyi seksten sonra hızla artarak dopamin hormonunun etkisini azaltır. Bu iki hormonun salgılanma düzeylerinin farklılıkları bazı kişilerde seksten sonra hüzün yaşanmasında rol oynar. Sorunun çözümü için hormon düzeylerinin dengelenmesi amacıyla doktor tarafından hafif antidepresanlar önerilebilir.
Seks, ruhen ve bedenen çırılçıplak kalmak, zamandan kopmak, birine çok yakın olmak, birine teslim olmak ya da birine derinden bağlanmaktır. Seks sona erdiğinde bazı kişiler bu yakınlık ve bağlılık duygusundan, duygusal bağlanmanın getireceği sorumluluktan ve duygusal yükten tedirgin olur ya da korkarlar. Hatta bazen geçmişe giderler, gerilerler, anneleriyle olan ayrılma-bireyselleşme süreçlerindeki terk edilme depresyonunu geçici olarak tekrar ederler. Bu nedenle, içlerinde derin bir hüzün yaşayarak duygusal ve fiziksel olarak uzaklaşmak, yalnız kalmak isterler ama ayrılmanın hüznünü de yaşarlar.
Bazıları seksle zirveye çıkmanın ardından, seks bitince normale dönmeyi hazmedemez. Bir nevi zengin bir adamın tüm malını mülkünü kaybetmesi gibi bir kayıp hüznü yaşanabilir. Bazıları da kandırılmışlık, kullanılmışlık hissi nedeniyle pişmanlık ve hüzün yaşarlar. Seks sonrası yaşanan hüzne yol açan duygusal değişikliklerin kaynağında pek çok faktör bulunabilir: İlişki hakkında belirsizlik, partnere güvenmemek, evlilik dışı ilişki nedeniyle suçluluk, geçmişte cinsel istismar görmüş olmak, olumsuz beden imgesi, özgüven eksikliği, cinsel performans kaygısı, dini ve kültürel inanışlar, tutucu ve baskılayıcı bir ortamda yetiştirilme, cinselliği tabu olarak ya da kötü bir şey gibi görme nedeniyle suçluluk ve günahkârlık duygusu, post-travmatik stres bozukluğu, depresyon, anksiyete gibi psikolojik rahatsızlıklar, bu faktörlerden bazılarıdır.
SEKS YAŞAMIN TAMAMLAYICI BİR PARÇASIDIR, çünkü cinsel enerji, yaşam enerjisidir. Kendini tanıyan ve bedenin gerçeğini kavrayan bir kişi, cinselliğin, çift olmanın ve evrenin gerçeğini de kavrar. Aşk oyunları, şehvet, sevgi, sabır, merhamet, saygı ve sadakat, seksin bir parçasıdır. Mutluluğun doruğuna ulaşmanın yolu, sevişme tekniklerinden değil, çiftin birbirine saygı duymasından, güvenmesinden, birbirine teslim olmasından ve birbirlerine kalplerini açmasından geçer. Bu şekilde cinsel mutluluğu yaşamak seks sonrası hüzün sorununda çözümüne yardımcı olur. Ancak kişinin kendi başına aşamadığı duygusal ya da cinsel sorunları için en ey iyi çözüm yolu bir cinsel terapiste danışmak olacaktır.
İlk olarak 2002 yılında Waldinger ve Schweitzer tarafından tanımlanan ve nadir karşılaşılan POIS, erkeklerde, cinsel ilişkide veya mastürbasyon sırasında boşaldıktan hemen sonra görülen bir sendromdur. Yoğunlukla grip hastalığına benzeyen semptomlar birkaç gün, bazen bir haftaya kadar sürebilir ve kendiliğinden kaybolur.
POIS “seks sonrası hüzün” ya da “seks sonrası depresyon” (post-coital tristesse) adı verilen durumla karıştırılabilir ama bundan tamamen farklıdır. POIS çoğunlukla erkekleri etkilemektedir ama kadınlarda da nadiren görülebilir. POIS’in birincil ve ikincil olmak üzere iki tipi vardır. Birincil tip POIS ergenlik döneminde ya da yirmili yaşlarda başlar. Daha sonraki yaşlarda başlayan POIS ikincil tiptir. POIS bireyin günlük yaşamını etkilemekle kalmaz, cinsel aktiviteye girmekten veya yakın ilişki kurmaktan kaçınmasına da neden olur. Dolayısıyla POIS'in fiziksel ve psikolojik etkileri, hem bireylerin hem de partnerlerinin yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürür.
“POIS atağı” olarak adlandırılan POIS semptomları boşalmadan hemen sonra veya yarım saat içinde başlar ve aşağıdakilerin kombinasyonlarını içerebilir. Semptomlar, şiddet, süre ve çeşitlilik bakımından kişiden kişiye farklılık gösterir.
1. Bilişsel işlev bozukluğu
İnsan beyni paraşüt gibidir, açılmadıkça çalışmaz. İnsanoğlu her gün seviştiği odayı, sevişirken dinlediğini müziği, yatak odasının düzenini, cinsellikte birtakım rutin olarak yaptığı şeyleri değiştirerek beynini şaşırtabilir. Bu şekilde, çalışmayan beyin hücreleri çalışır hale getirildiğinde, kişi orta yaşlarda bile bir gencin cinsel isteği kadar aktiviteye sahip olabilir. Sürekli aynı yönde yapılan şeyler cinsel istek ve arzuları azaltabilir, beyni tembelleştirebilir. Cinsel dürtülerden daha fazla yararlanmak için cinsel fantezilerin ve aşk oyunları adı altında birtakım pratik yöntemlerin uygulanması gerekiyor. Kişi cinsel fantezilerle, hayal gücüyle ve aşk oyunlarıyla beynini çalıştırmaya sevk edebilir ve cinsel isteğini artırabilir. Kişinin sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşam amacı ve hedefi varsa, beyin de bu amaç ve hedefe adım adım ulaşma yollarını hayal ederek, fantezi kurarak, rutinin dışına çıkarak ve daima pozitif düşünerek buna ulaşabilir. Cinsel yaşamın dört silahşoru olan “merak, ayıp, günah ve yasaklar” cinselliğin doya doya yaşanmasına engel olmaktadır.
En büyük cinsel organ iki bacağımızın arasında değil, iki kulağımızın arasındadır, yani beyindir. “En iyi seks partnerleri en çok hayal kuranlardır” sözü bu anlamda söylenmiştir. Cinsel bilgi ve belleğin oluşumu, gelişmesi ve olgunlaşması için hayal ve fantezi kurulmalıdır.
- Beyni kalıplardan ve rutinden kurtarır.
- Cinsel fanteziler, kişilerin üzerindeki birtakım baskıları azaltabilir, günlük hayatlarını normal olarak sürdürmelerine ve cinsel yaşamdaki heyecanı yoğunlaştırarak daha kolay doyuma ulaşmalarına yardımcı olabilir.
- Kişinin kendisini tehlikeye atmadan veya ret edilme kaygısı taşımadan farklı insanlar ve durumlar keşfetmesini mümkün kılabilir.
- Cinsel isteği, cinsel duyarlılığı ve cinsel yaşantıdan alınan hazzı artırabilir.
- Kişinin cinsel birleşme sırasında havaya girmesine ve kendi kendini erotize etmesine yardımcı olabilir.
Cinsellik her yaştaki insanın ayrılmaz bir parçasıdır ve cinsel gelişimde bebeklikten itibaren var olan haz duygusu, önce ağızda, sonra anal bölgede, daha sonra genital organlarda ve en sonunda da tüm bedende evrilerek zaman içinde yetişkin cinselliğine dönüşür. Çocuk cinselliği yetişkin cinselliğinden tamamen farklı ve doğal bir gelişim sürecidir ve bu süreçte çocukların ilk önce anne-babaları tarafından bilgilendirilmeleri gereklidir. Ancak cinsellik konusunda çocuğa neyi nasıl anlatacağını bilmemek anne-babaları tedirgin eder. Bu yüzden de çoğu anne-baba ya yanlış bilgilendirme yaparak ya da hiçbir şey söylemeden çocuğu kendi başına öğrenmeye bırakarak çocuklarının cinsel gelişimlerine zarar verebilirler. Çocukların cinsel davranışları hakkında bilgi sahibi olmak, uygun cinsel davranışların gelişimsel bir gereklilik olduğunu bilmek ve uygunsuz cinsel davranışlara doğru bir şekilde müdahale etmek anne-babaların temel görevlerinden biridir.
Çocukların cinsel ilgisi ve davranışları 3-6 yaş arasında ortaya çıkan, bedenlerini ve cinselliklerini öğrenecekleri bir gelişim sürecinin parçasıdır. Bu açıdan çocuklarda cinsel ilgi ve cinsel davranışlar, oyunlarında ortaya çıkan diğer duygusal ve fiziksel unsurlardan farklı değildir. Çocuklarda sağlıklı cinsel davranış geniş bir alanı kapsar ve her çocuk tarafından aynı şekilde ve aynı ölçüde ifade edilemez.
Benzer şekilde, sorunlu cinsel davranışlar da azdan şiddetliye doğru bir aralıkta her çocukta farklı düzeylerde görülebilir. Çocukluk döneminde doğal ve sağlıklı bir cinsel keşif çocukların kendilerinin ya da arkadaşlarının bedenlerine bakarak ya da dokunarak yaptıkları bir bilgi toplama ve toplumsal cinsiyet rollerini ve davranışlarını öğrenme sürecinin bir parçasıdır. Doğduğu andan itibaren cinsel organından haz almaya başlayan çocuk, bezi değiştirilirken, uyumaya gittiğinde, gergin, heyecanlı olduğunda veya korktuğunda cinsel organına dokunabilir. Cinsel farklılıkların farkına varıldığı ve araştırıldığı 3-6 yaş döneminde de cinsel organına dokunmaktan haz alan çocuk, çıplaklıktan utanmaz ve cinsel organını başkalarına göstermek isteyebilir. Çevresindeki yetişkinleri tuvalette, banyoda ya da giyinip soyunurken gözetleyebilir. Bu yaşlardaki çocuklar erkekler ve kadınlar arasındaki farklılıkları araştırmaya başlarlar ve cinsel organlarını merak ederler, bunlarla ilgili sorular sorarlar. Bu soruların yanıtları çocuğa uygun düzeyde, yani onun anlayabileceği sadelikte olmalı, yanlış ve çarpıtılmış bilgi içermemelidir. Çocuklar cinsel keşifleri sürecinde doktorculuk, anne-babacılık gibi evcilik oyunları oynayabilirler. Bu yaşlarda bebeğin nasıl doğduğu da merak edilen sorular arasındadır. Ayrıca çevreden duydukları cinsel içerikleri sözcükleri ya da küfürleri kullanabilirler. Altı yaşından küçük çocuklar bu tür davranışlarını açıkça sergileme eğiliminde olurlar ve böylece ebeveynleri tarafından fark edilirler. Altı yaşından itibaren çocuklarda mahremiyet duygusu gelişmeye başlar. Bu yüzden de bu davranışlarını gizleyerek sergilerler. Dolayısıyla da yetişkinlerin çocukların cinsel davranışlarının farkında olmaları daha zor olur.
Ergenlik dönemi öncesinde çocuklar, belirli ölçüdeki cinsel ilgi ve davranışları dışında kalan sorunlu davranışlar da sergileyebilirler. Çocuklarda sürekli olarak cinsel organına dokunmak, cinsellikle ilgili sorularına yanıt aldığı halde ısrarlı ve tekrarlayıcı bir şekilde cinsellikle ilgili sorular sormaya devam etmek, çevresindekileri çıplak göreceği fırsatları kollamak ve kullanmak, cinsel içerikli söz ve küfürleri yoğun kullanmak, halka açık alanlarda cinsel organını açmak ya da ona dokunmak, arkadaşlarının cinsel organlarına zorla dokunmaya çalışmak gibi davranışlar normal gelişimin bir parçası değildir. Bu davranışlar sanılanın aksine çocuğun “hasta” olduğunun kanıtı değildir, çoğu zaman “anne-babanın ilişkisinin hasta” olduğunun ya da “anne-babanın çocuklarıyla olan ilişkilerinin hasta” olduğunun bir işaretidir, yani sorun çocukta değil anne ve babadadır. Bu yüzden bu davranışların göz ardı edilmemesi, gerekli uyarı ve açıklamaların yapılması önemlidir. Davranışların devam etmesi durumunda da bir uzmandan yardım alınması uygun olacaktır. Ayrıca çocuklarda bazı cinsel davranışlar, çocuğun cinsel tacize uğradığının, yetişkin cinsel bilgisine erken maruz kaldığının veya cinsel davranışları duygusal ihtiyaçların karşılanması için bir yol olarak kullanmaya başladığının bir göstergesi olabilir. Bu açıdan dikkatli olunmalı ve gerekli tedbirler alınmalıdır.
Çocukların cinsellikle ilgili meraklarının doğru ve yaşlarına uygun bir şekilde giderilmesi gelişimleri açısından büyük önem taşır. Bu meraklarını anne-babanın gidermemesi durumunda çocuklar teknolojik araçlar aracılığıyla ya da arkadaşlarından ve çevrelerindeki diğer kişilerden bilgi alma yoluna giderek yanlış bilgi ve yönlendirmelere maruz kalabilirler. Bu nedenle cinsiyetini fark ettikleri andan itibaren çocuklara cinsel organların isimleri ve bu isimler yerine kullanılan takma adları söyleyip bu sözcüklerin özel bölgelerin yerleri olduğu için günlük yaşamda kullanılmadığı anlatılmalıdır. Erkek ve kadın cinsel organlarının şekilleri hakkında da bilgi verilebilir. Cinselliğin kişiye özel bir kavram olduğu ve cinsel bölgelerin açıkta bırakılmayacağı, kimseye gösterilmeyeceği ve dokunulmasına izin verilmeyeceği belirtilmelidir. Bebeğin oluşumu ve doğumuyla ilgili sorular da kadınların bebek doğurmaya uygun organları sayesinde gerçekleştiği söylenerek yanıt verilebilir. Anne-babaların en büyük kaygılarından biri çocuğun yetişkinlerin cinsel ilişki kurmalarıyla ilgili sorular sormalarıdır. Bu soru yanıtlanırken, cinselliğin kadınla erkek arasındaki çok özel bir durum olduğu, çocukların bunu anlamak için büyümeleri gerektiği anlatılabilir. Çocuğa cinsellikle ilgili yapılacak her açıklamada bir sırrı açıklıyormuş, söylenmemesi gereken bir şeyi söylüyormuş gibi bir tavır takınarak çocuğun merakı ve ilgisi uyandırılmamalı ya da cinselliğin ayıp, günah, tabu gibi olumsuz bir şey olduğu ima edilmemelidir. Cinsellikle ilgili bilgiler normal ve sıradan bir konu olarak verilmelidir.
Cinsel içgüdüleriyle “çocuklara karşı cinsel yönelimi olan” pedofilili sapkınlarda “vampir sendromu” yaygındır, yani filmlerde bir kişi vampir tarafından ısırıldığında nasıl vampir oluyorsa, çocukluğunda cinsel istismara maruz kalan “mağdur” kişi de gelecekte çocuk istismarcısı bir “zalim” olabilir. Buna “geçmiş travmanın kendini tekrar etme zorlantısı” adı verilir. Ayrıca beynin gelişimindeki bozukluklar, çocukken cinsel istismar veya tecavüz gibi travmatik deneyimlere sürekli şahit olma da pedofiliye yol açabilir. “Pedofili” cinsel bir sapkınlık olmasının yanı sıra, hukuki olarak da suçtur ve tedavisi oldukça güçtür. Bu nedenle “Kızlar 9 yaşına girdiklerinde gebe kalabilirler, erkekler de 12 yaşına girdiklerinde baba olabilirler”, “Ergenlik çağına girmiş kız çocuklar nikahlanırken yanlarında velilerinin olması daha uygundur ama veli olmasa da olur”, “Cinsel istismar suçluları mağdurları ile evlendiklerinde cezasızlık olabilir”, “6 yaşındaki çocukla evlenebilirsiniz” veya “Babanın öz kızına şehvet duyması haram değil” gibi sözler çocuk gelinleri ve pedofiliyi “normalleştirme” ve “yaygınlaştırma” çabalarına destek olur. Bu son derece vahim ve yanlış ifadeler toplum vicdanını kanatır, geleceğimizi karartır.
“Çocukçuluk”, “sübyancılık” ya da “küçük çocuklara cinsel ilgi duyma” anlamına gelen “pedofili”, çoğunlukla erkeklerde rastlanan bir cinsel sapkınlıktır. Pedofilide, küçük çocuklara karşı, tekrarlayıcı ve şiddetli cinsel istek duyma ve uyarılma söz konusudur. Çocuklarda cinsel istismar çoğunlukla “cinsel organların okşanması” veya “oral seks” eylemlerini içerir. Pedofililerin yüzde 95’i heteroseksüeldir ve yüzde 50’si olay sırasında aşırı alkollüdürler. Pedofili tanı ölçütleri şunlardır: (1) En az 6 aylık bir süre boyunca, kişinin ergenlik dönemine girmemiş veya ergenliğe yeni girmiş bir çocukla ya da çocuklarla (genellikle 13 yaş ve altında olanlarla) cinsel etkinlikte bulunma ile ilgili yoğun, cinsel yönden uyarıcı fantezilerinin, cinsel dürtülerinin ya da davranışlarının yineleyici bir biçimde ortaya çıkması. (2) Kişinin, bu cinsel dürtülere göre davranması ya da bu cinsel dürtülerinin ve fantezilerinin belirgin bir sıkıntıya ya da kişilerarası sorunlara neden olması.
Kızların 9 yaşında gebe kalabilecekleri, erkeklerin ise 12 yaşına girdiklerinde baba olabileceklerine dair "nikah" tanımı kamuoyunda tartışıldı ve büyük tepki çekti. Bu tanım çocuk istismarcılarının aklanmasına hizmet eder. Ülkemizde 2017 yılında “resmi kayıtlara geçen” ve “bilinen” 387 çocuk istismara uğradı ve ülkemiz çocuk istismarı konusunda dünyada 3. sırada yer aldı, bu ayıbın ve utancın bir an önce son bulması ve 18 yaş altı evliliklerin yasal olarak sınırlandırılması gerekir. Çünkü hem evlenmek hem de anne ve baba olmak, gebe kalmak, çocuk sahibi olmak ve çocuk yetiştirmek toplum ruh sağlığı açısından çok önemli bir konudur ve yetişkin bir bireyin yani ergenliğini tamamlamış bir kişinin sorumluluğunu gerektirir. Aile toplumun en küçük yapısıdır ve aileler bozulursa toplum da bozulur ve geleceğimiz kararır.
Pedofiliyle bağlantılı en önemli toplumsal yaralarımızdan biri de çocuk gelinler meselesidir. 18 yaşın altında yapılan her evlilik “çocuk evliliği”, 18 yaşın altında evlenen her kız çocuğu “çocuk gelin” olarak kabul edilir. Ancak Türk hukuk sisteminde, çocuk gelin kavramının tarifi, kanunlara göre değişiklik göstermektedir. Türk Medeni Kanunu’na göre 17 yaşını doldurmamış kızlar, Çocuk Koruma Kanunu’na göre 18 yaşını doldurmamış kızlar, Türk Ceza Kanunu’na göre ise 15 yaşını doldurmamış kızlar çocuk gelin sayılmaktadır. Toplum olarak ilerlemiş bir ülke, iyi koşullarda yaşamını sürdüren insanlar ve mutlu çocuklar beklentimiz var, ancak erken yaşta yaşanan evlilikler bizi bu beklentilerden uzaklaştırmaktadır. Bu noktada hem devletimize hem medyamıza hem ruh sağlığı profesyonellere hem de ailelere çok fazla iş düşmektedir. 18 yaş altındaki evliliklerin yasalarla kesin bir şekilde engellenmesi, özellikle kız çocuklarının eğitime dâhil edilmesi, kadınların ekonomik anlamda özgürlük kazanmaları için iş kurma ve meslek edinmelerinin sağlanması, toplumun cinsel istismar, cinsiyet ayrımcılığı ve toplumsal halk sağlığı konularında bilinçlendirilmesi, ekonomik koşulların iyileştirilmesi gerekmektedir.
Pedofili için kesin bir tedavi olmamasına rağmen, bu hastalığa sahip kişilerin dürtü ve davranışlarını denetlemelerine yönelik önlemler alınabilir. Hayat boyu süren, birçok altta yatan faktörü olan ve kompleks bir hastalık olan pedofilinin “psikoterapi” ve “farmakoterapi” şeklindeki tedavisi de hayat boyu sürmelidir. Psikoterapiyle, çocukluktaki travmatik olayları tedavi etmeye ve çocuklara yönelik zararlı davranışlara girmeye teşvik eden durumları belirlemeye ve önlemeye çalışılır. Farmakoterapi tedavisi ise seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI), luteinize edici hormonu salgılatan hormon (LHRH) ve leuprolid asetat (LA) şeklinde üç standart kombine ilaç tedavilerinden oluşur. Farmakoterapi tedavileri vücudun belirli hormon ve kimyasallarını hedef alır.
Cinsellik; rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatıdır. Yani cinsellik; iki kişinin yaşadığı duyguların, duyuların, bedenin, ruhun ve hazın paylaşıldığı bir süreçtir ve yaşam döngümüzde genellikle ikinci sırada yer alır.
Birincil ihtiyaçlarımız yeme, içme, nefes alma veya barınma gibi fizyolojik ihtiyaçlarımızdır ve günlük yaşantımızda önceliği genelde bu ihtiyaçlarımıza veririz. Bu ihtiyaçları karşılarken yaşadığımız stres, iş hayatındaki koşuşturmalarımız veya gündelik kaygılar seksi düşünmemize ya da doyurucu seks yaşamamıza geçici olarak engel getirebilir. Buradan da anlaşılacağı gibi iyi bir seks için günlerin isimi değil kişilerin kendilerini iyi hissetmeleri, rahat olmaları, ruh durumlarının ve streslerinin az olması daha önemli olmaktadır. Bu açıdan bakacak olursak kişinin kendini en iyi hissettiği günün cumartesi olduğu görülür. Çünkü cumartesi günü işin, stresin en az olduğu, kişilerin kendilerine daha fazla zaman ayırdığı gündür ve cumartesinin arkası da tatildir. Çiftler bu rahatlık içerisinde daha uzun ön sevişmeler yapabilmekte, birbirlerine daha fazla zaman ayırabilmekte ve seks kalitelerini artırabilmektedirler. Dolayısı ile cumartesi günü seksi yaşamak olumlu bir şartlanma olarak çiftin zihninde yer edebilmektedir. Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği’nin yaptığı anket çalışmalarında da çiftlerin seks için en uygun gün olarak cumartesiyi tercih ettikleri görülmektedir.
Cinsel birliktelik sayısının standardı yoktur. Bu sayı çiftin cinselliğe bakış açısına, isteklerine, iletişimlerine ve ortamlarına bağlı olabileceği için değişken bir rakamdır. Ancak yapılan anket çalışmalarına göre ülkemizde çiftler haftada ortalama 2 kez seks yapmaktadırlar. Bu elde edilen sonuç ise dünyadaki diğer ülkelerde yapılan araştırmalarda çıkan sonuçlara uyumludur. Yani Türklerin diğer milletlere göre sekse daha çok düşkün olduğu ve çok sık seks yaşadıkları düşüncesi bir cinsel mittir yani hurafedir. Yapılan araştırmalarda bu cinsel miti çürütmektedir.
Burada iki görüş vardır. Birinci görüş “cinsellik spontane olmalı, her iki tarafta aynı anda seksi istemeli, bu istek yoksa seks yapılmamalı ve bu nedenle randevulaşmak doğru değildir”. İkinci görüş ise “çiftlerin seks yapma konusunda uyumsuzlukları varsa ya da seksi yaşamaktan kaçınıyorlarsa hiç seks yapmamalarından ziyade randevulaşmaları doğrudur” şeklindedir. Biz ikinci görüşün daha doğru olduğuna inanıyoruz. Çünkü çiftlerin seks için özel bir zaman ayırmaları ve bu zamanı cinsel fantezilerle süslemeleri, seks yapacakları gün ile ilgili sorumluluk alabilmeleri ve aşk oyunları konusunda tatlı bir rekabete girmeleri cinsel yaşamlarını renklendirebileceği gibi daha cazip ve doyurucu hale de getirebilir.
Seks; dokunma, öpüşme, sevişme gibi eylemleri içerir; sevginin ve zevkin, ruhun ve bedenin paylaşılmasıdır. Seks yapmak; rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza ve hissetmeye odaklanarak, herhangi bir “performans hedefi koymadan”, zamandan kopma, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni bir “armağan gibi” paylaşabilme, kimseyi tatmin etme zorlantısı olmadan, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatıdır.
Yaşın ilerlemesiyle beraber erkeklik hormonu olan testosteronun kandaki seviyesinin azalması ve buna bağlı olarak ortaya çıkan şikayetlerin oluşturduğu duruma “andropoz” ya da “yaşlanan adam sendromu” denir. Ama yaşam gelişim ve değişimin sürekli olduğu bir süreçtir ve her yaş vücuda bazı farklılıklar getirir. 40-50 yaşlar arasında erkeklerde sertleşme eskisi gibi hızlı ve otomatik olmaz, daha fazla cinsel uyarılmaya ihtiyaç duyulur, cinsel ilişkiyi başlatma ya da tamamlamada sorunlar yaşanabilir. Azalan testosteron seviyesi nedeniyle cinsel istek azalabilir, boşalma ve orgazm sorunları ortaya çıkabilir. 60 yaşından sonra erkeklerde gece ve sabah sertleşmeleri seyrek olur. Sertleşme için gerekli süre daha fazla, sertleşme kalitesi ise daha azdır. Cinsel ilişkiye girme sıklığı giderek seyrekleşir. Testosteron seviyesi ve meni miktarı büyük ölçüde düşer.
Son adet kanaması demek olan “menopoz”, genelde 40 yaşından sonra, yaklaşık 55 yaşa kadar geçen süre içinde görülen, önceleri adet kanamalarının düzensizleşmesiyle, daha sonraları ise kesilmesiyle biten uzun bir dönemdir. Bu dönemde yumurtalıklar, iki kadınlık hormonu olan östrojen ve progesteron salınmasını yavaşlatır ve bir süre sonra da üretimini durdurur. Bir sene boyunca adet görülmemesi durumu menopoz olarak tanımlanır. 40-55 yaş aralığındaki kadınlarda östrojen hormonundaki azalmaya bağlı olarak cinsel istek azalabilir. 60 yaşından sonra ise östrojen üretiminin durmasıyla birlikte, vajina duvarlarının kayganlığı ve esnekliği kaybolduğundan cinsel ilişki sırasında acı duyulabilir. Daha seyrek boşalma ve orgazm yaşanır. Menopoz dönemindeki hormon değişiklikleri sonucunda yaşanan vajinal kuruluk ve ağrılı cinsel ilişki gibi sorunlar lokal hormon veya kayganlaştırıcı jel uygulamalarıyla kolaylıkla giderilerek cinsellikten alınacak haz kaybı engellenebilir.
İlerleyen yaşlarda cinsel yaşam fiziksel, psikolojik ve kültürel faktörlerden doğrudan etkilendiği için bu faktörlerin iyileştirilmesi, cinsel sağlığın korunması ve tatmin edici bir cinsel yaşamın sürdürülebilmesi için gereklidir. Öncelikle yaşlılıkta cinselliğin olmayacağı ya da olmaması gerektiği şeklindeki yanlış yargılardan vazgeçilmelidir. Çünkü cinsellik doğumla başlayan ve ölüme kadar süren temel bir insani ihtiyaçtır. Cinselliği bir takıntı haline getirmeyen, anın tadını çıkaran, rahat ve huzurlu olan bir kişi, her yaşta cinsel haz alabilecek aktivitelerde bulunabilir. Cinsellik yemek yeme, su içme, uyuma gibi temel insani ihtiyaçlardan biridir, böyle bir olguyu yaşlılar için yok saymak gerçekçi bir yaklaşım değildir. Çünkü yaşlı olsa da her insanın rahatlamaya, gevşemeye, arzulamaya, arzulanmaya, cinsel haz alıp vermeye, ruhunu ve bedenini özgürce paylaşmaya ihtiyacı vardır.
Kadın, erkek herkes doğası gereği cinsel arzularını tatmin etmek ve cinselliği yaşamak ister. Cinsellik yalnızca cinsel ilişki demek değildir; öpüşmek, sevişmek, mastürbasyon ile kendi kendine zevk vermek ve oral seks gibi cinsel olarak kişiyi uyaran tüm eylemleri içerir. Haz alıp haz vermeye odaklı gerçek cinsellik, partnerlerin cinsel birleşmeye ruhen ve bedenen hazırlanma süreci olan önsevişme ile başlar.
Haz veren bir cinselliğin yolu kişinin kendi vücuduyla barışık olmasından geçer. Çünkü her organ yaşlandığı gibi cinsel organlar da yaşlanır. Yani sağlıklı ve mutlu bir cinselliğin cinsel organlar ve vücut görüntüsü ile genellikle ilişkisi yoktur. Cinsellikte çekincelere yer yoktur, çift yaşlanmaya bağlı olarak karşılıklı çekiciliklerini yitirmiş olabilirler. Ancak ilerleyen yaşlarda cinselliği bir performans gösterisi olarak görmeden, cinsel fanteziler kurarak, samimi ve açık olarak konuşarak, fantezi ve cinsel isteklerle ilgili suçluluk ve korku duymayarak, tensel uyum ve karşılıklı anlayış ile cinsel çekicilik tekrar elde edilebilir. Diğer bir ifadeyle ilerleyen yaşlar kadın ve erkeğin “aşkın seks”i deneyimleyebilecekleri yaşlardır. Aşkın seks, cinselliği cinsel mitlere inanmadan, cinselliği ayıp, günah ve suç olarak düşünmeden yaşamaktır.
Sağlıklı ve düzenli beslenmek, kadınların olduğu kadar erkeklerin de hayatlarında önemli bir rol oynuyor. Hayatın her alanında başarıya ulaşmak, ulaşılan başarı seviyesini korumak ve kendi başarı çıtasını yükseltmek, her erkeğin neredeyse ortak arzusu... Bu arzunun geçekleşmesinde baş rolü oynayan beslenme alışkanlıkları; erkeğin cinsel gücünü, enerjik olmasını, konsantrasyon kapasitesini, canlılığını, dikkat süresini ve hafızasını olumlu veya olumsuz yönde etkiliyor. Bu nedenle ağır ve yağlı yemekler erkeklerin iktidarını ellerinden alabiliyor.
Erkeklerde en sık görülen cinsel işlev bozukluklarının başında gelen sertleşme sorunu, erkeğin üç ayı aşkın bir süre, cinsellikle ilgili arzu duymasına rağmen, cinsel birleşme için gerekli sertleşmeyi sağlayamaması veya sürdürememesi durumu olarak biliniyor. Aşağıdaki durumları yaşayan her erkek sertleşme fonksiyonunda bir değişim meydana geldiğini fark edebiliyor:
Erkeklerin fiziksel olduğu kadar cinsel sağlığını ve partner ilişkilerini de olumsuz yönde etkileyebilen, damar hastalıklarından hormonsal bozukluklara, yaşlılıktan sinirsel durumlara, geçirilmiş cerrahi müdahalelerden psikolojik faktörlere kadar hemen hemen pek çok risk faktörünün neden olabildiği sertleşme bozukluklarının bir diğer ve günümüzde en çok rastlanan nedenlerinden biri de tüketilen ağır ve yağlı yiyecekler…
Penis içerisinde süngere benzeyen bir yapı var. Sünger nasıl suyu içine çekerek emerse, penisteki süngere benzer yapı da içinde bulunan damarlardan kan çekerek şişiyor, penis sertleşiyor ve yukarı doğru kalkıyor. Peniste sertleşme üç etkene bağlı olarak oluşuyor.
Yani penisin sertleşmesi fiziksel ve psikolojik nedenlere dayandığı gibi duygusal yaşantılarla da ilişkili olabiliyor. Ancak penis cinsel uyarı ve boşalma anında en sert halini alıyor.
Sertleşme sorunu, yaşın ilerlemesinin yanı sıra koroner arter hastalığı, yüksek kolesterol düzeyi, yüksek tansiyon ve şeker hastalığı gibi bir dizi hastalığa bağlı olarak ortaya çıkabiliyor. Sertleşme sistemindeki herhangi bir düzensizlik, örneğin halsizlik, yorgunluk, uykusuzluk ve ağır yiyecek tüketimi nedeniyle sindirim sisteminin vücut enerjisinin büyük bir kısmını tüketmesi gibi faktörler sertleşme sorunlarına yol açabiliyor. Çünkü ağır et yemekleri ve yağlı hamur işleri, hem günlük tempoyu yavaşlatabiliyor hem de tansiyon ve kalp hastalıkları riskini artırarak sertleşme sorunlarına neden olabiliyor. Dolayısıyla, penisin sertleşebilmesi için tüm bedenin cinselliğe odaklanması ve cinsel organ ile vücudun uyum içerisinde hareket etmesi, sağlıklı ve doyurucu bir cinsel yaşamın ön koşulu olarak biliniyor. Bu nedenle “işleyen demir ışıldar” deyimini dikkate alarak, beslenme şekline ve tüketilen porsiyonlara dikkat edilmesi ve düzenli egzersiz yapılması gerekiyor. Böylece, beden sağlığı ve vücut içi enerji dağılımı kontrol edilerek, sertleşmede büyük rol oynayan kan basıncı daha kolay kontrol edilebiliyor.
Özellikle kilo sıkıntısı çekmeyen ve yemek zevkine düşkün olan erkeklerin en favori besinleri yağlı ve karbonhidratlı yiyecekler, yani “ağır” olarak adlandırılan yemekler. Gün bitiminde, yeterince yorulan bedene yapılan ağır yüklemeler, tansiyon ve kalp-damar hastalıkları riskini artırdığı gibi fiziksel tempoyu da bir hayli düşürebiliyor. Genellikle akşam yemeklerinde tüketilmemesi gereken ağır et yemekleri ve yağlı hamur işlerinin sindirimi için vücut ürettiği enerjinin büyük bir kısmını harcamak zorunda kalabiliyor. Sindirim metabolizmasının harcadığı bu enerji sonrasında ise bedensel hareketler yavaşlayabiliyor, yorgunluk hissiyle beraber cinsel istek ve performansta büyük bir düşüş ve tansiyonda dalgalanma yaşanabiliyor. Ancak penis belirli bir basınçla çalışmaya alışıyor. Ayrıca kalp damarları ile penisin damarları aynı çapta, 3 mm... Yani kalbi etkileyen her durum penisi olumsuz etkileyebiliyor. Bu nedenle özellikle akşam saatlerinde yağlı ve karbonhidratlı besinlerin yerine, kan şekerini etkilemeyecek olan balık, tavuk ve yeşil sebzeler tüketilmesi, öğün sonrasında yapılacak az oranda meyve ya da kuru yemiş takviyesi ile tokluk hissinin desteklenmesi büyük önem taşıyor. Yani erkek beslenmesine dikkat ederek hem sertleşme sorunlarından hem yemek sonrası uyku halinden hem de çabuk acıkmaktan korunabiliyor.
Cinsel hayatı aktif olan her on erkekten yedisi hayatının bir döneminde erken boşalıyor. Aslında tıp literatürlerinde sürekli olarak ya da yineleyici biçimde, çok az bir cinsel uyarılma ile ve erkeğin istemesinden önce boşalmanın olması olarak tanımlanan erken boşalma, kişiden kişiye veya çiftten çifte değişebilen bir kavram… Ancak erken boşalma cinsel ilişki denemelerinin %50'sinden fazlasında meydana geliyorsa ciddi bir cinsel uyum sorunu olarak kabul ediliyor. Bundan daha azı her erkekte dönemsel olarak görülebiliyor.
Birçok erkeğin ve çiftin mahrem yaşamını olumsuz yönde etkileyen erken boşalma, sıklıkla vajinaya giriş sırasında ya da hemen vajinaya girer girmez ortaya çıkıyor. Ancak en ileri halinde penis daha vajinaya girmeden veya penise herhangi bir uyarı olmadan yalnızca cinsel düşünceler bile dahi boşalmayı tetikleyebiliyor. Erken boşalmadaki önemli faktör, boşalmanın erkeğin ve partnerinin istediği süreden önce olması ve bunun cinsel ilişkilerinde ve ruhsal dünyalarında “cinsel tatminde azalma”, “suçluluk”, “utanç”, “hayal kırıklığı”, “partneri mutlu edememe ve başarısız olma takıntısı” gibi sıkıntılara yol açması olarak biliniyor.
Erken boşalma tamamıyla hayatın içinde ve anlaşılabilir bir durum, çünkü hayatta yapılan birçok şey seks ile ilişkili… Unutulmaması gereken şey, erken boşalma yüzde yüz tedavi edilebiliyor ve her erkek veya çift bu problemden kurtulabiliyor. Bunun için ilk önce erken boşalma probleminin varlığını erkeğin ya da çiftin kabul etmesi gerekiyor. İkinci olarak erken boşalmanın kendiliğinden düzelmeyeceğinin bilinmesi önem taşıyor. Üçüncü olarak bu problemi kökünden ve kalıcı olarak çözmeye erkeğin ya da çiftin istekli olması ve dördüncü olarak ise bunun için bir cinsel terapite başvurmaları gerekiyor.
Uygunsuz ortamlarda, yanlış düşünce ve duygularla mastürbasyon alışkanlığı, stres veya aşırı duygusal gerilim, beyindek kimyasal dengesizlik, partner ilişkisindeki çatışmalar, doğru bilinen yanlışlıklar, tecrübesizlik, bazı ilaçlar ve bedensel hastalıklar erken boşalmaya yol açabiliyor. Problemin kökeni ne olursa olsun, erken boşalma zamanla ereksiyonu devam ettirememeye, cinsel isteksizliğe, partner ilişkisinde çatışmalara, ruhsal sıkıntılara ve istenilen anda boşalma sağlayamamaya yol açan boşalma refleksini kontrol edememeye yol açıyor.
Boşalma refleksi üretra ve prostat da başlıyor ve meninin penisten ve sperm kesesinden dışarıya fışkırmasına neden olan istem dışı kasılmalardan oluşuyor. Bu refleks “aşk kasları” adını verdiğimiz “pubococcygeus (PC) kasları” tarafından kontrol ediliyor. Bilinenin aksine çok özel tekniklerle boşalma refleksi üzerinde istemli bir kontrol zamanla sağlanabiliyor. Bunun için bir cinsel terapistin rehberliğinde aşk kaslarının doğru çalışması için uygun bir egzersiz programının özenle takip edilmesi gerekiyor. Problem serotonin ve dopamin reseptörleri arasındaki dengesizlikten kaynaklanıyor olsa bile, “aşk oyunları” adını verdiğimiz “ev ödevleri” ile erken boşalmanın üstesinden gelinebiliyor. Çünkü erken boşalmanın sebebi ne olursa olsun, aşk kaslarının güçlendirilmesi ve nefes kontrolüyle boşalma refleksi üzerinde bir denetim öğrenilebiliyor.
Erken boşalma çözümü en kolay cinsel sorunların başında geliyor. Erken boşalma sorunu yaşıyan erkeklerin veya çiftlerin cinsel yaşamlarını ve hayat kalitelerini arttırabilmeleri için bir cinsel terapiste, cinsel terapi almak için başvurmaları gerekiyor. Çünkü erken boşalma sadece psikolojik değil, psikolojik ve biyolojik faktörlerin birleşimi sonucu oluşan kompleks bir rahatsızlık olabiliyor. Muti-disipliner anlayış doğrultusunda erken boşalmayı değerlendiren bir cinsel terapistte, en kısa sürede bu sorunla erkeğin veya çiftin başa çıkmasını sağlayabiliyor. Buradaki en önemli husus serinkanlılığı korumak ve hemen müdahalede bulunmak… Genelde, zaman içinde problem daha da zorlaşıyor, içinden çıkılmaz bir hal alabiliyor ve böyle bir durumda tedavi zorlaşabiliyor, aşırı stres ve huzursuzluklara yol açabiliyor.