Paylaş
Önce Türkiye’nin tutumuna bakmakta fayda var. Rus Hava Kuvvetleri’ne bağlı SU-30 ve SU-24 uçaklarının 3 ve 4 Ekim’de Türk hava sahasını ihlal etmesinin ardından bu konunun NATO tarafından ele alınması için ilk ihlalin üzerinden iki, bir sonrakinin üzerinden bir gün geçmesi gerekti. Düşürme sonrasında ise Ankara neredeyse anında NATO’yu acilen toplantıya çağırdı.
İlk olayda Türkiye, NATO’nun danışma ilkesi olan ve “Taraflardan herhangi biri, taraflardan herhangi birinin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliğinin tehdit edildiğini düşündüğü zaman, tüm taraflar birlikte danışmalarda bulunacaklardır” ifadelerini içeren 4. maddeyi işletmedi. Bu maddenin işletilmesi son olayda da talep edilmedi.
Gelelim NATO’nun izlediği yaklaşıma. Ekimdeki olayda Kuzey Atlantik Konseyi adına yapılan bir açıklama söz konusu. Uçak düşürme olayında böyle bir açıklama yok sadece NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in basın toplantısındaki ifadeleri var. İlk olaya ilişkin açıklama hem Türkiye’ye yönelik destek dozu, hem kullanılan ifadelerin sertliği hem de Rusya’nın hedefe konulduğu yaklaşımıyla dikkat çekiyor. Önceki günkü ifadelerde ise diplomasiyi ve tırmandırmayı düşürme odaklı yaklaşım dikkat çekiyor.
Türkiye, NATO’daki toplantıda olayın tüm boyutlarını en ince ayrıntısına kadar müttefiklerine iletti. Bölgeyi yakından izleme kapasitesine sahip bazı müttefiklerden gelen verilerin de Türkiye’nin tezlerini destekler nitelikte olduğu Stoltenberg tarafından açıklandı. NATO doğal olarak müttefikinin yanında durdu zaten tersi de pek düşünülemezdi.
Ortak ve kamuoyuna yansıyan tutumu sorgulamak çok anlamlı olmaz ama üye ülkelerin ruh hallerine değinmekte fayda var. Türkiye’nin ihlal üzerine Rus uçağını düşürmesi, bu ülkenin “uluslararası hukuk tanımaz” yaklaşım içinde olduğu tezini her fırsatta işleyen Baltık ülkelerinden coşkulu bir destek buldu. Bu kampa Polonya ve Sovyet geçmişi olan bazı ülkeleri de eklemek mümkün.
Yunanistan’ın ruh halini tahmin etmek pek de zor olmasa gerek. Bu tutumu, “Her 17 saniyelik ihlal için uçak düşürülseydi Ege Denizi uçak mezarlığı olurdu” şeklinde özetlemek mümkün. “Her ülke gibi Türkiye’nin de sınırlarını ve hava sahasını koruma hakkı vardır” vurgusu ise genel yaklaşımı özetliyor. ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya açıklamalarında bu söylemi temel aldılar.
Bununla birlikte özellikle Fransa, uçak düşürme olayını Paris saldırıları sonrasında Rusya’yı da IŞİD’le ortak mücadele denklemine dahil etme çabaları açısından rahatsız edici bir unsur olarak görüyor. ABD de zaten karmaşık olan ortamın daha da karmaşık hale gelmesini istemiyor.
Tüm üyelerin Rusya’nın tavrını kabul edilemez bulduğunu, IŞİD’den çok, başka gruplara odaklanmasaydı bu tür bir gelişme yaşanmayacağını düşündüklerini rahatlıkla söyleyebiliriz ama “Bu tür bir durumda serinkanlı olunmasının gerektiği” de üye ülkelerin genel yaklaşımı olarak dikkat çekiyor. Rusya’nın Türkiye’ye yönelik olası bir askeri eyleminin NATO’nun savunma ilkesi olan 5. maddeyi tetikleyebilecek olması da bu yaklaşımı güçlendirici etki yaratıyor.
Çok büyük tehlike arz eden bir durum olmadığı sürece uçak düşürme yöntemine başvurulması NATO’da istisnai bir durum olarak görülüyor. Kısa süreli hava sahası ihlali durumunda genelde bu yönteme başvurulmuyor. Yakın izleme, hava sahası dışına itme amaçlı eskort, kitleme ya da uyarı atışı gibi yöntemler devreye sokuluyor. Rusya’nın diğer NATO ülkelerinin hava sahasını ihlal ettiği durumlarda da, ki sayısı pek de az değil, hep bu yöntemler devredeydi.
Türkiye’den gelen “tırmandırma niyeti bulunmadığına” yönelik açıklamalar ve diplomatik kanalların öne çıkarılması NATO ve Avrupa Birliği’nin telkinlerine uygun ve beklentileri karşılar doğrultuda. Bununla birlikte düşen uçak Rusya’nın imajına ağır bir darbe indirdi. “Olmaz” denilen oldu. Moskova’nın buna bir şekilde tepki vermesi kaçınılmaz gözüküyor. Tepkinin “tek” olmayacağı da daha şimdiden kesinleşmiş gözüküyor. Moskova’nın konvansiyonel yöntemlerle yetinmesi de garanti değil.
Paylaş