Uzatmaları oynayan bir aşk hikáyesi

Süreya Ayhan vak'asından beri, memleketin erkek nüfusunun da, kadınların regl dönemleri konusunda had safhada donanımlı olduğunu biliyoruz. Mutluyuz, gururluyuz...

Yine de konuya yüzde yüz hakim olmayan birkaç abimiz olabilir ihtimaliyle bir konuyu açmak isteriz ki málûmatfuruş bir yazı olsun: Efendim, bildiğiniz ya da bilmediğiniz üzre, uzun süre birlikte çalışan, takılan, yaşayan, uzun lafın kısası yoğun teşrik-i mesaide bulunan kadınların adet dönemi takvimleri, bir süre sonra ortada bir yerlerde buluşur.

Anlayacağınız, günün birinde memlekette ‘‘dört karı almanın’’ yasal bir durum olacağını hayal eden arkadaşları uyaralım isteriz. Regl sendromu yaşayan dört kadınla aynı evin içinde yaşamayı arzulamak ne derece akıl kárıdır, bir daha düşünmelerini tavsiye ederiz.

Neyse, lafa bir türlü giremedik yine... Nereden nereye...

Diyeceğim şuydu ki, bizim bölümün cins-i latiflerinin göz yaşartıcı kader birliği de, adet dönemi takvimine tekabül eden bir hál arzediyor bu aralar. Ne hikmetse son birkaç haftadır, tepemizde enteresan bir lánet bulutu dolanır gibi... Geçmiş zaman hurmaları, belli olmaz ya hani ne zaman tırmalar...

Her Allah'ın günü, aramızdan birinin başına gülünç bir şey geliyor. Öyle ki, toplu bir kurşun döktürme seansı, haftasonu programımızın en önemli gündem maddeleri arasında bulunuyor. Málûm ya, hayat insana yemediğini yediriyor.

Her birimiz ‘‘beton mantıklı hanım’’dan ‘‘batıl abla’’ya doğru, fena bir evrim kırılmasının tam ortasındayız. Tesadüfler silsilesinin bu kadarı bizi aştı; gerekirse boynumuza kolye niyetine at nalı da takarız...

MASAYI ZAMANINDA TERKETMEKTE FAYDA VAR

Benjamin Franklin der ki: ‘‘Siz bir şeyleri erteleyebilirsiniz ama zaman ertelemez...’’ Şimdi diyeceksiniz ki; ‘‘Ne alákası var?’’

Anlatması uzun ama bizim tayfanın başına gelen musibetlerin her birinin ardında da, zamanlama mekanizmasıyla ilgili komik bir öykü yatar.

Hani Sefarad'ın ‘‘Ne Fark Eder?’’ isimli şarkısında sorduğu soru gibi: ‘‘Bir kadeh daha içsek ne olur? / Yak bir sigara, ne fark eder? / Ne söylesem de gideceksin zaten / Üç-beş dakika, ne fark eder?’’

Şarkının klibini izlediniz mi?.. Vallahi bizden söylemesi, gayet hoş bir şey, dinlemeyen kaybeder...

Vokalde Sami Levi, akustik gitarda Ceki Bençuçe, bas gitarda ise Cem Stamati'den oluşan, yaş ortalaması 22 olduğu hálde en az 500 yıllık tarihi bulunan sefarad müziği icra eden Sefarad grubunun sarı-sepya, pek buruk ve içli klibinde, hayatının son baharını yaşayan bir çiftin hüzünlü hikáyesi anlatılıyor.

Eski fotoğraflar kadar silik bir aşk hikáyesi... Son kez kalkılan o dans, nemli gözler, gül goncaları, para etmiyor. Şarkının son nakaratında, zarif ve hüzünlü hanımefendi, vakur adımlarla kapıya doğru seyirtiyor.

Bunun bir imkánsız aşk hikáyesi olduğu aşikár. Tamam yani ‘‘esas kadın’’ istese o üç-beş dakikayı, üç-beş güne, üç-beş aya, hatta üç-beş yıla da uzatabilir pekálá... ‘‘70 küsurumuzdan sonra kendimize yeniyetme bir kıtır bulamayabiliriz; bari son günlerimizde mutlu mesut oyalanalım, hayatımızın son günlerini birlikte yaşayalım’’ da diyebilir pekálá...

Gelin görün ki çift, kader maçında zaten epeydir uzatmaları oynuyormuş, hatta uzatmaları da golsüz tamamlamış, son bir veda turu atıyormuş gibi görünüyor. İnsan, zamanın kıymetini o yaşta da bilmezse ne zaman bilecek?.. Masayı zamanında terk etmek gerekiyor.

YAPTIĞI MÜZİĞİN BENZERİ BİR SENTEZ

Biliyorum, biraz karman çorman bir yazı oldu. Ve fakat, dedim ya, bu aralar biraz tepe sersemiyiz. İnsanın ezberi dağılabiliyor...

Sefarad da zaten biraz öyle bir grup... Sadece kendilerinden hayli ihtiyar bir müzik icra etmekle kalmıyorlar. Grup elemanları da enteresan bir üçlü.

Misál, Akşam'a vermiş oldukları bir röportajda Sami Levi ‘‘Ben meşhur olmak istiyorum’’ akustik gitar çalan Ceki Bençuçe ‘‘Kız tavlamak için müzik yapmıyoruz ama tavlarsak da fena olmaz’’ Cem Stamati ise -ki onun kız arkadaşı varmış- ‘‘Benim 'Allah'ım popstar olayım' gibi bir kaygım ve hayalim yok’’ diyor.

Bunun yanında cümleten Laço Tayfa'ya hastalar ama Levi, koyu bir İbrahim Tatlıses hayranı olmanın yanında en çok Türk musikisi dinliyor. Stamati, Jamiroquai başta olmak üzre acid ve pop jazz seviyor. Bençuçe ise en sevdiği sanatçılar sorulduğunda Erkan Oğur ve Bülent Ortaçgil'in adlarını sayıyor.

Tıpkı içinden geldikleri, esinlendikleri seferad müziği ve kültürü gibi, enteresan bir sentezler: Aynı palette, birbirinden farklı renkler...

10'u İspanyolca, 10'u Türkçe şarkıdan oluşan albümleri de hüzünlü baladlardan fıkırdak havalara, sefarad müziğinin her telinden çalıyor... Yine de özünde, tek bir ses, hoş bir ahenk barındırıyor...

Bu yazıya neresinden fiyonk atmalı bilemedim. Bari ‘‘Korkunun ecele faydası, olmuşla ölmüşün çaresi yok’’ deyip bitirelim.
Yazarın Tüm Yazıları