Tüzmen, kamuoyunu aptal yerine koydu

DEVLET Bakanı Kürşat Tüzmen, Hürriyet'e "Kayıtlı cep telefonlarından 1 milyar dolar ceza" keseceğini açıklıyor.

Haberin Devamı

Alan almış, veren vermiş; bu cezalar kimden tahsil edilecek?

Geçmişte hayali ihracat yoluyla Hazine'nin milyar dolarları götürüldü.

 

O zaman kim haksız vergi iadesi kim almış diye devletin hakkını aramak için soruşturma yapıldığında Maliyecilerin karşısına çaycılar, odacılar ve hamallar çıktı.

 

Kimden, hangi firmalardan alınacak bu cezalar; 'hayali' şirketlerden mi?

 

Bu şirketlerin kurucuları kim? Üzerlerinde malvarlığı var mı?

 

Birçok gümrükçü ve gümrük komisyoncusu, Bakanın sözlerini 'komik' olarak değerlendiriyor. İşte bunlardan biri konuşuyor:

Haberin Devamı

 

"Tüzmen, kamuoyunu aptal yerine koyuyor, şov yapıyor.

 

Havayolu ile özellikle Dubai'den getirilen kaçak telefonların girişini kim yapıyor; bunlar düşük bedelle gösterilmişse neden zamanında kontrol edilmedi. Bir gümrük memuru, cebindeki telefonla ithal edilen telefonların fiyatlarını kıyas edemeyecek kadar bilgisiz mi?

 

Niye ilk beyan sırasında bu malların girişine engel olunmadı sayın Tüzmen?

 

Rayiç bedeli yaklaşık 200 milyon lira olan bir telefonun ithalde 50 milyonluk faturasına nasıl rıza gösterilir.

 

Ne yazık ki, lüks ve pahalı telefonlar sizin bakanlığınız döneminde girdi bu ülkeye... Baştan bu 'ithalata' engel olunmadı.

 

Sayın Bakan, ucuz telefon getiren firmaları bugün bulabilecek mi? Bulunduğunda odacı ve çaycı şirketleri çıkmasın sakın.

 

Hırsız malı kaçırıyor, ondan sonra hesap soracağım diyorsunuz.

 

Haberin Devamı

Gümrüklerden herkesin gözü önünden düşük faturalı mallar geçmiş, piyasaya çıkıp çoktan satılmış. Hiç kimse de "bu telefonların bedelleri düşük" diye uyarmamış.

 

İTHALATÇIYA ENGEL OLMA!

 

Gümrükçü nasıl hesap sorsun ki; Gümrük Müsteşarlığından memurlara "İthalatçıya engel olma, malını çeksin, ondan sonra araştırma yaparsınız" biçiminde gönderilen genelge var. Sanki bu faturalarda gıda veya kimya maddelerinin getirildiği yazılıyor!

 

Madalyonun bir de 'kaçak'ın yüzü var. Türkiye milyonlarca dolarlık telefon sokuldu. Telefon ithalatçılarının şikayeti üzerine Telekom 'bandrol' sistemine geçti. Kaçaklar da 'ceza' karşılığı kayıt altına alındı; iş işten geçtikten sonra.

Haberin Devamı

 

Sayın Bakan, ucuz telefon geldiğini daha yeni mi öğreniyorsunuz?

 

Gümrüğün istihbarat memurlarının hiç haberi olmadı mı?

Önceden bunlar düşük faturalarla getirildiğinde müdahale etme, şimdi ceza almaya kalk! Tavşana kaç tazıya tut denir, buna.

 

Telefonlar satıldıktan, sonra mı aklınız başınıza geldi Sayın Bakan."

 

Artık bizim söyleyeceğimiz bir şey yok.

 

 

Şehir Hatları (İDO)

 

'Halas'ı unutma

 

ŞEHİR Hatları vapurlarının (İDO) yeni modellerinin halkoyuna sunularak belirlenmesinin ne kadar sağlıklı olacağı konusunda şüpheliyim. Halkın iradesini küçümseyen bir anlayışa sahip değilim. Çok klasik bir ifade oldu ama doğru. Bu vapur modeli seçimi konusunda sunulanların ne kadarının bir bütünü tamamladığı yada tamamlayamadığı açıktır. İnsanlar kendilerine sunulan modellerin dış görüntülerine göre karar veriyorlar ve böyle bir kentin kültürel simgeleri böyle belirleniyor. "Halk böyle seçti" denilip sıyrılınıyor; bence böyle olmamalı.

Haberin Devamı

 

İstanbul'a dış görünüşlerinin yansıra iç dekorasyonu 'Halas' gibi olan vapurlar yakışır. İnsanlara buram buram nostalji ve Türk kültürünün yaşandığı, içlere sindirildiği, sevdirildiği, özendirildiği ortamlar sunulmalı. 'Halas' bugün özel mülkiyete geçmeden önce bugünkü dekorasyonuyla 70'lerin sonunda yolcu da taşımıştı. O zamanlar bindiğim, 'Halas'ın beni etkilemesini hala daha unutamıyorum. Keza o dönemler başka vapurlarda 'lüks mevki' diye nitelenen bazı bölümlerinin camlarındaki, ahşap kapılarındaki işlemeler unutulur gibi değil... İstanbul'un simgelerinden olan vapurlar niye bu konseptte işlenmesin? Korkuluyor mu acaba, başarılamaz mı diye? Halbuki her gün milyonlarca insana bu konseptte 'özenle çalışılmış ve dekore edilmiş' ortamlar sunmak kaçırılmayacak bir fırsattır.

Haberin Devamı

Bu konuda istekli ve cesaretli olunsun inanın ki başarılır. Bu fırsat kaçırılmasın.

Murat K.BAKAR

 

MESAJ PANOSU

 

¦ TÜRKİYE, Türklerin elinde değil. Ama nedense bunlar görülmüyor. Sanıyorlar ki, 10 tane çocuk kara çarşafla geçit törenine katılınca bu memleket gidecek. Memleket gitti, uyanın demek istiyorum.

Levent GÖKTEM

¦ ÖĞRETMEN sendikaları olan Eğitim-Sen ve Eğitim Bir Sen için yazdıklarınız doğru. Türkiye'de yeni bir öğretmen sendikacılığı faaliyeti 17.10.2005'te yeniden başladı. Eğitim Sen'den ayrılan 'Sendikal Birlik' grubu bu anlamda Türkiye'nin sendikası olmaya aday Eğitim-İş'i yeniden kurdu. Lütfen bakınız. www.eğitim-is.com

¦ "İKTİDAR Mühendisi dikkate almıyor" (14.4.2006) diye yazdınız. Evet hükümete ateş püskürüyoruz. 5473 sayılı yasa ile teknik elemanlara (mimar ve mühendisler) verilecek 90 YTL ile ilgili Bakanlar Kurulu kararnamesi 21.3.2006'dan bugüne halen beklemektedir. Maliye Bakanlığı'na duyurulur.

SSK Başkanlığı Teknik elemanları.

 

 

Biliyor musunuz

 

¦ MİLLİ Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in, Tekirdağ Valisi Aydın Nezih Doğan'a, onun da Çorlu Kaymakamı Erhan Özdemir'e ilettiği talimat üzerine Çorlu'da 23 Nisan töreninde çarşaflı geçit yapılması üzerine açılan idari soruşturma sürerken, Çorlu Cumhuriyet Başsavcısı Orhan Çetingül'ün adli soruşturma başlattığını...

 

 

KÖŞEMİZDEN İNTERNETE TAŞIDIĞIMIZ YAZILAR

 

Türkiye Öğrenci Meclisi: Dikkatten kaçırılan iki sözcük

 

22 Nisan tarihinde Türkiye Öğrenci Meclisi'nde İmam Hatip Lisesi öğrencisi İbrahim Seyhan'ın koltuğa oturur oturmaz "İmam Hatip Lisesi öğrencisiyim. Bizim önümüze ne koyarsanız koyun, dağlar, taşlar. Bilin ki biz en zirveye çıkacağız. Dağları taşları da, dünyayı da koysanız en iyi üniversiteleri kazanacağız, en iyi yerlere geleceğiz" demişti.

 

TBMM Başkanı Arınç ne demişti: "Biz haklarımızı sonuna kadar alacağız... O kürsüde kim konuşuyorsa fikirlerini demokratik ve özgür bir biçimde ifade edecektir. Sizin ona müdahale etme hakkınız yok..."

 

23 Nisan çocukların bayramı ama kürsüde 21 yaşında bir 'genç' var.

 

Arınç, gencin konuşmasının Anayasa'nın 83. maddesi gereğince mutlak dokunulmazlık hakkına sahip olduğunu söylüyor.

 

Bunlar gazetelere yansıdı ancak gözlerden kaçan bir nokta var.

Öğrenci Meclisi'nde prosedür tıpkı TBMM'deki gibi işletiliyor. Zaten Arınç'ın açıklamasında da açıkça bu görülüyor. Bu öğrenciler milletvekilleri gibi yemin de ediyor. Peki ettikleri yemin milletvekillerinin ettiği yeminle aynı mı?

 

Tabii ki değil... Çünkü o milletvekili yemininde "Demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma... Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim" bölümü var. AKP iktidarında ve Arınç'ın başkanlığında bir imam hatip öğrencisine bu yemini kimse ettiremez herhalde.

 

Öğrenci Meclisi'nin yeminini okuyun ne Türkiye'nin nereye gittiğini bir kez daha düşünün:

 

"Meclisin çalışmalarına etkin ve verimli bir şekilde katılacağıma, Meclis tarafından verilen görevleri en iyi şekilde yerine getireceğime, demokrasi kültürünü okulda ve toplumda yaşatacağıma, milli ve manevi değerler ile insan hak ve özgürlüklerine saygı duyacağıma, Atatürk'ün gösterdiği çağdaş ve demokratik hedeflere ulaşmak için azimle çalışacağıma ant içerim."

Bu metni tabii ki o genç yazmadı; ellerine verilip okutturuldu.

Arınç, bu tablo içinde bir de "Laiklikten vazgeçmeyiz" diyor.

 

 

Kırgızistan notları:

 

"At eti yemeyen, kımız içmeyen Türk sayılmaz"

 

 

"AT eti yemeyen, kımız içmeyen Türk sayılmaz." Kırgız bir öğretim üyesi bize aynen şöyle dedi. Türkiye'den gelmişti ve kökenleri oraya dayanıyordu.

Kımız içmek hiç nasip olmadı ama daha önceki gelişimizde at eti tatmıştık. Bir düğüne davet etmişlerdi; muhteşem bir Kırgız düğünüydü; her şey canlı ve sıcaktı. Kırgızlıların aile bağları güçlü.

Yaklaşık 12 yıl önce o zaman, Osman Karakaş'ın öncülüğünde bir grup gazeteci ile gelmiştik Kırgızistan'a.

Kırgız-Türk ilişkileri henüz 'hasret' düzeyindeydi.

Osman Karakaş'ın bu yörelerde tanıştığı Tatar-Türkmen kökenli karısı, kızı-oğlu ile Manas Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde görevli.

"Karımla buralarda tanıştık, evlendik, İstanbul ve Malatya'da yaşadık, sonunda onun isteğiyle Kırgızistan’a geldik; ben de üniversitede görev aldım" diyor.

Osman Karakaş, 'Cumhuriyet' gazetesinin New York muhabirliğini yapmış, fotoğraf ödülleri kazanmış, İstanbul'da 'Türkiye Gazetesi'nin Dış Haberler Sorumluluğu yürütmüş Malatyalı bir dostumuz. Aynı zamanda meslektaşımız.

Kısmet onunla Bişkek'te yeniden karşılaşmak varmış!

Etnik farklılıkları olan 'şimdilik' yoksul sayılan ancak insanları sevecen bu ülkeden gelecek için çok umutlu Karakaş...

 

EĞİTİM 150-200 DOLAR

 

Bişkek'de, Sovyetler'den kalma bir havaalanı sahasına kurulan Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi'nde yaklaşık 2000'e yakın öğrenci okuduğunu söylemiştik. Üniversitesinin 180 öğretim üyesinden 70’i Türkiye üniversitelerinden, YÖK tarafından gönderilen öğretim üyeleri... Kırgız ve Türk öğrenciler, eğitim için bir ücret ödemiyorlar. Barınma (yurt) için sembolik olarak ayda 4’er dolar burs veriliyor öğrencilere. Kırgızların aylık öğrenim harcaması 20-25 dolara mal oluyormuş. Türkiye'den gelen

bir öğrencinin ailesine getirdiği parasal yük (mütevazı) yaklaşık 150-200 dolar civarında.

Üniversitenin Türk Rektör Yardımcısı Prof. Seyfullah Çevik başta olmak üzere, Rektör Yardımcısı Prof. Işık Özkan, İletişim Fakltesi Dekanı Prof. Belma Akşit, öğretim görevlileri Dr. Tuğrul Budak ve Elif Asuda Tunca, bize üniversiteyi ve Kırgızistan'ı tanıtmak ve anlatmak için çırpınıp durdular;

'altın Köprü' diye nitelenen üniversitenin kuruluşunu, misyonunu ve statüsün...

Kırgızistan ve Türkiye'nin ortak kültürel ve tarihi akrabalıkları bulunan iki ülke arasındaki ilişkilere değinerek, Manas Üniversitesi'nin Orta Asya'nın en önemli eğitim kurumu olduğunu vurguladılar bizlere...

"Türkiye'den ve Orta Asya'dan gelen öğrencilerin birlikte öğrenmelerini, ortak anlayış ve işbirliğini geliştirmelerini ve dünya bilimine katkı yapmalarını için biz buradayız" dediler.

 

KÜRESELLEŞME VE İLETİŞİM

 

‘Küreselleşme ve İletişim’ konulu seminer çalışmalarına birlikte katıldığımız Türkiye'nin önemli siyasal iletişim-reklam danışmanlarından Necati Özkan ile İstanbul Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Peyami Çelikcan ile öğretim üyesi Doç. Şahin Sarasal (Her ikisi de aynı üniversitede BİRLİKTE görev yapmışlar) ile Türkiye'nin en önemli belgeselcilerinden gazeteci 2dostumuz Coşkun Aral ve biz, Sovyetlerin, Din İşleri'nden sorumlu eski Devlet Bakanı ile Bişkek Belediye Başkanı Rektör Prof. Karıbek Moldobayev'le hoş sohbetler yaptık. Anlamadığımız sözcükleri, Rektör Yardımcısı Prof. Seyfullah Çevik aktardı bize.

Özkan'ın yayınladığı "Seçim Kazandıran Kampanyalar-Türkiye'den ve Dünyadan Örnekler"kitabı ile 'Media Cat' dergisinin ilginç karikatür kapakları sergisi ilgiyle izlendi.

 

KIRGIZ REKTÖR

 

Biri Kırgız, diğeri Uygar lokantasındaki yemekte hoş sohbetler yaptığımız Rektör Moldobayev'den 'Türk Medeniyetleri' üzerine yürüttüğü çalışmaları diledik. Bize şunları söyledi:

"Amacımız, Kırgız ve Türk gençleri ile Türk Cumhuriyetleri ve Türk topluluklarındaki gençlerin birlikte öğrenmelerini, ortak anlayış ve işbirliğini geliştirmelerini ve üniversitenin dünya bilimine katkı yapmasını sağlayarak Türk uygarlığının rönesansına destek vermektir."

 

KİMLER OKUYOR

 

Manas Üniversitesi'nde okuyanöğrencilerin çoğunluğunu başta Kırgız öğrenciler olmak üzere Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Tacikistan ve Türkiye’den gelenlerin oluşturduğunu belirtiyor Türk Rektör Vekili Prof. Seyfullah Çevik... "Rusya’nın özerk cumhuriyetlerinden Hakas ve Tuva (Her ikisi de Hıristiyan Türkler), Çuvaşistan, Altay ve Tataristan’dan tutun da Moğolistan’daki Kazak Türklerinden,Çin’in Uygar Türklerine; Moğolistan’daki Kazak Türklerinden Azerbaycan’daki Ahıska Türklerine kadar öğrencilerimiz bulunuyor.” diyor.

 

Bu kadar farklı ülkelerden bir araya gelmiş olan ‘Türk gençlerinin başka bir üniversitede görülemeyeceğini belirten Prof. Çevik, Türkiye’den gelen öğrenci sayısını 320 olarak açıklıyor. Bugüne kadar mezun edilen 850 öğrenciden %25’ini Türk öğrenciler oluşturuyormuş. Bu oranın önümüzdeki yıllardan itibaren %10’lara düşürülmesi hedeflenmiş. Türkiye’den giden öğrenci neden Kırgızca öğrensin; öbür ülke gençleri Türkçe öğrensin? Kontenjanın düşürülmesinin esas amacı bu... Ayrıca önemli bir sorun da Türk öğrencilerinin oradaki ‘özgür’ öğrenim hayatı nedeniyle fakülte arkadaşlarına aşık olmaları? Bebekleri olan bir çok öğrenci olduğunu duyduk. Hamilelik durumunda, Kırgız ailesinden kızı istemek görevi de Türk hocalarına düşüyormuş. Bir öğretim üyesi, “Türkiye'den gelen öğrencilerimiz bu ülkeyi çok seviyor" diyor kulağımıza. (Türklerin kötü imajı bu ilişkiler olduğu kadar Rusya’nın çözülmesinden sonra buraya 10 bin dolarla iş yapmak üzere gelen ancak umduğunu bulamayan Türk 'işadamları'nın yarattığı ticari başarısızlıkları da etken.)

Kırgızistan'ı yazmayı sürdüreceğiz.

 

 

Karıştırılan

kafalar

 

SAYIN Meclis Başkanı, Ferhat Sarıkaya isimli Van Cumhuriyet Savcısı'na verilen cezayı vicdanları yaralayan ölçüsüz ve orantısız bir ceza olarak gördüğünü söylemiş.

Sayın Meclis Başkanımızın ölçü ve orantı kavramı, 23 Nisan'da TBMM'ye getirilen 'çocuklardan' bellidir: 20-21 yaşındaki kişiler 'çocuk' olarak Sayın Meclis Başkanı'nın partisinin söylemini dile getirmişlerdir!

Ancak Ferhat Sarıkaya'ya verilen meslekten ihraç cezasının vicdanları yaraladığı şu açıdan bakılırsa doğrudur: Ne hikmetse, bu zatın adı artık Şemdinli ile ayrılmaz bir ikili oluşturmaya başladı, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi olayı unutuluverdi. Halbuki, hukuk kuralları dışına çıkılarak hazırlandığı hemen tüm bilgili hukukçularca teslim edilen bir iddianame ve onu izleyen uygulamalar sonucu üniversite yöneticisi bir insan, onuru adına yaşamına son vermiş, kıymetli bir bilim yöneticimizin sağlığı kaybolmuştur.

Bunlar Şemdinli'den 'hafif' olaylar mıdır?

Hukuku bu denli yaralayan; hukuku, suçu belirsiz insanları 'bertaraf' etmek için kullanan bir kişi yalnızca meslekten atılmakla kalınırsa ölen insanın hakkını nasıl arayacağız?

Kanımca görevini ve yetkilerini meslekten atılacak kadar kötü ve artık kimsenin şüphesinin kalmadığı siyasi bir yönde kullanırken bir insanın ölümüne neden olan bir hukukçu bu nedenle sadece meslekten ihraç ile bırakılamaz. Bir tek meslekten ihraç ile bırakılırsa, korkarım bir gün Ferhat Sarıkaya'yı karşımızda adalet bakanı olarak görüveririz! O zaman dünün kimlerin ve hatta belki de ülkemizin yaşamı tehlikeye girebilir.

AKP ve içinden çıkardığı Sayın Meclis Başkanı, kavram ve ölçüleri karıştırabilir: Ama akılcı düşünebilenler onların söylemiyle kafalarını karıştırmamalıdırlar.

A.M. Celal ŞENGÖR

 

 

Kamusal

ihanet

budur

 

BEYLİKDÜZÜ'nde bir alışveriş merkezi açılıyor haftasonu... Hepimize hayırlı olsun! İsmi 'BEYLICIUM AVM' imiş; 'beylisyum' diye okunuyormuş.

Alışveriş merkezlerine, toplu konutlara, çay bahçelerine hatta simit evlerine ecnebi isim takmak 'Türk diline kamusal ihanet'tir.

Nedir bu 'Türkçe isim' korkusu? Neden dilimizden utanıyoruz? Beylikdüzü Alışveriş Merkezi tabelası kimleri rahatsız ediyor?

O zaman yetkililer şöyle bir karar alsınlar; İngilizce bilmeyenler alışveriş merkezine giremesin.

Ben girebilirim diye düşünüyorum. Çünkü Beylikdüzü Belediye Başkanı Vehbi Orakçı kadar İngilizcem var.

Sevimgül CANTAŞKIN

 

 

Çernobil'in 20. yılında; işte bilanço...

 

26.4.1986'da, yerel saatler 01.23'u gösterirken Ukrayna'da Kiev yakınlarındaki Çernobil kasabasında bulunan nükleer santralin dördüncü

reaktörü infilak etti. Ve patlamayla birlikte reaktör bir anda alevler içinde kaldı. Büyük miktarda radyoaktif element atmosfere dağıldı. Çernobil'de o gece, ABD tarafından Hiroşima'ya atılan gibi belki de yüzlerce atom bombası patlamıştı.

Aradan 20 yıl geçti; resmi verilere göre ilk olarak 31 kişi öldü. Ancak daha sonra ortaya çıkan veriler, felaketin zaman içinde on binlerce kişinin ölümüne yol açtığını, 50 bin kişinin felaketten etkilendiğini gösteriyor. 3.5 milyon Ukraynalı, çeşitli oranda radyasyona maruz kaldı. Çernobil kazası 5000 civarında tıbbı araştırma yayınlandı. Kazadan sonra bölgede kanser oranı

20 kat, doğumsal bozukluklarladoğan bebek oranı 2.5 kat, tüberküloz hastalığına yakalananların sıklığı ise 10 kat arttı.

Aradan 20 yıl geçmesine rağmen halen 1.5 milyon Rus vatandaşı, radyasyon oranı yüksek tehlikeli bölgelerde yaşamaya devam ederken, resmi rakamlara göre ise şimdiye kadar 187 bini Çernobil kurtarma operasyonlarına katılan vatandaşlardan oluşmak üzere 637 bin Rus vatandaşının çeşitli radyasyon hastalıklarına yakalandığı ve bunlardan 75 bin kişinin kanser hastalığına yakalanma riski altında olduğu öğrenildi.

Mehmet KARAARSLAN

 

 

 

Türkiye Yüzme Yarışları'nın ardından bir velinin tepkisi:

 

Kızlarımız popçu

ve dansçı olarak

mı yetiştirseydik

 

"YALÇIN Bey, ben bir veliyim. Hafta sonunda İstanbul Ataköy'deki olimpik yüzme havuzunda '23 Nisan Türkiye Kış Kupası Şampiyonası' vardı. 61 takımdan 640 genç katılıyordu. Gençlerin yaşları, kızlarda 9-12; erkeklerde ise 9-13 arasında idi. Bunlardan niye söz ediyorum? Ben bir baba olarak heyecan içinde yarışları izledim. Kızım geçen Eylül'den beri bu yarışlara hazırlanıyor.

Sadece benim ki değil; İstanbul'dan GS, FB, Yüzme İhtisas, ENKA ve Işık gibi takımlar dışında Ankara, İzmir, Edirne, Antalya ve Kocaeli’nden gelen sporcular ve onları yalnız bırakmayan aileler vardı. Çok acıdır gençliğimizde yüzme dalında büyük başarıları olan Adana, Samsun ve İskenderun gibi kentlerden hiçbir sporcu yoktu.

FB-GS maçına gazeteler sayfalarca yer ayırdılar; TV'liler özel programlar yaptılar. Ne yazık ki bu yarışlarla ilgili ne tek bir satır okudum,

ne de bir görüntü gördüm. Aynı zamanda bu yarışlar, milli takım seçmeleri olarak değerlendiriliyordu.

Şampiyonada Merve Eroğlu, Selda Hilal Akyüz, Gökçen Bolat, Nezih Karap, Volkan Uzel, Taylan Çelik gibi çocukların başarılarını izledik.

Yüzme Federasyonu ilgililerinin dışında hiç olmazsa bürokrasiden katılanlar da bulunsaydı.

Yarışmadan sonra kızım bana "Baba bu dans yarışması, ya da pop şarkı yarışması olsaydı bizleri en az 20 televizyon kanalı gelirdi. Bizler mi Türkiye'nin geleceğini tayin edecek gençler olacağız?" dedi. Çok etkilendiğim için sizi arıyorum. Düşünün antrenörümüzün söylediğine göre, Türkiye'de ilk kez kapalı yüzme havuzunda 5 bin metre maraton yarışı da yapılmış; ama hiçbir spor muhabiri veya yazarı yok. (Türkiye'de yüzme yazarı var mı, bilmiyorum) Bir TV kamerası olsa, o çocukların psikolojisini düşünüyor musunuz? Ben bunu çocuklarda hissettim. Sporla uğraşan çocuklar alkol ve sigaradan uzak duruyorlar, daha çalışkan oluyorlar. Ama onları özendirecek, onları motive verecek hiçbir tanıtım yoktu. Kamuoyu bu gençlerin başarılarını öğrenemedi. Haa unuttum, 23 Nisan için ne mi yapıldı, bazı yüzücüler sembolik 'hakem' oldular. Bu çocukların emeğine yazıktır."

Yazarın Tüm Yazıları