Ezgi BAŞARAN
Son Güncelleme:
Türkleri Türklere de tanıtacak
Londra’daki Kraliyet Sanat Akademisi’ndeki Türkler, bugüne kadar Türk halklarının kültürü üzerine hazırlanmış en geniş kapsamlı sergi.Sergide 350 eser bulunuyor.
Sergide Topkapı Sarayı Müzesi ile İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndeki önemli koleksiyonların yanı sıra, Berlin Devlet Müzesi, Paris Louvre Müzesi, New York Metropolitan Sanat Müzesi, Londra Victoria & Albert Müzesi ile British Museum, Viyana Güzel Sanatlar Müzesi ve St Petersburg Hermitaj Müzesi’nden de birçok değerli eser yer alıyor.
Serginin conseptini ortaya atan Nazan Ölçer, bazı müzelerden özellikle eser talep etmediklerini, çalıntı eserleri barındıran müzelere karşı bir tavır olarak bunu yaptıklarını, bu serginin mesajlarından birinin de bu olmasını istediklerini söylüyor.
Sergi, 7. yüzyılda Orta Asya İpek Yolu üzerinde gelişen göçebe bir toplum olan Uygurlarla başlıyor. Ardından, Türk tarihinde çok önemli bir yere sahip üç hanedanın eserlerine geçiliyor: Selçuklular (1040-1194), Timurlar (1370-1506) ve Osmanlılar (1453-1600). Bu üç hanedanın dönemsel özelliklerini gösteren parçalar dışında Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nin en değerli eserlerinden sayılan ve daha önce Türkiye dışında hiç sergilenmemiş Mehmet Siyah Kalem’in olağanüstü çizimleri de serginin başka bir bölümü gibi değerlendirilebilir.
‘Türkler: 1000 Yılın Yolculuğu 600-1600’ Sergisi’nde bizim de hiç görmediğimiz, hatta bilmediğimiz, Türkiye dışındaki müzelerin koleksiyonunda bulunan ve daha önce görmediğimiz birçok değerli parça var. Özellikle 12. yüzyılda Afganistan ya da İran saraylarında bulunan normal insan boyutundaki saray muhafızı heykeli, 14-15. yüzyıl Orta Asya’sında kullanılan bir kandil, 1391’de Timur’un zaferinin kanıtı olarak yaptırdığı bazalt taş, Batı İran’dan bir savaş maskesi. İşte Türkiye’de de bilinmeyen bu eserlerin öyküleri.
TÜRBE KANDİLİ
Allah krallığınızı büyütsün Timur Hazretleri
İşte Ahmed Yesevi Türbesi’ndeki 6 kandilden biri. Ünlü Türk mutasavvıfının (1093-1166) türbesi, Kazakistan’da bugün Yesi adı verilen, ama Sovyet döneminde Türkistan denilen şehirde bulunuyor. Kandil, 1935’te yani Sovyet döneminde Leningrad (bugün St. Petersburg) Hermitaj Müzesi’nin koleksiyonuna katılmış. Kandilin üstünde Arapça şöyle yazıyor: ‘Bu, bilge hükümdar Timur hazretlerinin emri üzerine yapılmıştır. Allah onun krallığını büyütsün, zaferlerini artırsın.’ Yazının hitap şekli, harflerin aralarındaki süslemeler, kandilin üstüne kakılma biçimi, Suriye’deki Memluk sanatkarları tarafından yapıldığını düşündürüyor. Kandilin en altında da ‘Izz al-Din b.Taj ad-Din Isfahani tarafından 799’da kutsal Ramazan’ın 20. gününde (yani 17 Haziran 1397’de) yapılmıştır’ ibaresi yer alıyor. Fakat bu ibare orijinal değil. Çünkü, birincisi kandilin altındaki yazı oyma usulüyle yapılmış, halbuki kandilin diğer bölümlerindeki yazılar altın ve gümüş kakma. Ayrıca, yazılı tarih başka iki kandilin daha üstünde var. Üç kandilin de aynı gün yapılmış olma olasılığı yok gibi.
Abbasiler’den Gazneliler’e İslam saraylarının koruyucusu
Bu saray muhafızı, çimento ve kum karışımından, sarayın dışındaki duvarların dekorasyonu için inşa edilmiş. Kafasındaki şatafatlı miğferden sarkan saçlar, muhafızın ay suratını çevreliyor. Kostümü oldukça süslü. Hatta ilk yapıldığı zamanlarda renkliymiş ama bu renklerin hepsi bugüne kadar dayanamamış. Pazuların üstündeki tiraz bantları muhafızın saraya bağlı olduğuna işaret ediyor. Nereden geldiğine dair arkeolojik bir bilgi yok ama bu büyüklükteki parçaların Emevi döneminde İslam saraylarında bulunduğu tahmin ediliyor. 750 yılından 13. yüzyıla kadar hüküm sürmüş olan ve toprakları Fas’tan Orta Asya’ya kadar uzanan Abbasi hanedanının saraylarında da bu tür muhafız figürleri, halife-hükümdarların yürüdüğü koridorlarda sağlı sollu simetrik olarak dizilirmiş. 977-1186 arasında bugünkü Afganistan’da hüküm süren Gazneliler hanedanının toplantı salonlarında buna çok benzer muhafız figürleri yer alıyordu. Semerkand’da yapılan kazılar Karahanlılar’da da, elinde ok ve yay tutan saray muhafızı figürünün varlığını ortaya çıkardı. İşte bu muhafız, İslam saraylarında yüzyıllarca süregelmiş figüratif sanat geleneğinin bir örneği. Afganistan veya İran kökenli olduğu ve 12. yüzyıl sonu-13. yüzyıl başında yapıldığı düşünülen bu heykel, 1967’de New York Metropolitan Müzesi’ne bağışlanmış.
KOYUN MEZAR TAŞLARI
Öbür dünyaya koyunların eşliğinde yolculuk
Koyun şeklinde mezar taşları, Anadolu’nun doğu ve güney bölgelerinde, özellikle Tunceli, Akşehir, Afyon, Seyitgazi ve Ahlat’ta oldukça sık yapılıyordu. Ekonomisi hayvancılığa dayanan göçebe topluluklar olan Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmenlerine ait olduğu düşünülüyor. Kabaca yontulmuş bu figürlerin üstünde yer alan hançer ya da benzeri semboller, ölen kişinin savaşçı yeteneği hakkında ipucu veriyor. Ama koyun mezar taşı sadece bir Müslüman geleneği değildi. 15-16. yüzyılda Ermeni ve Gürcü Hıristiyanları’nın da mezar taşlarında koyun ve koç figürlerine rastlanıyordu. Elbette onların üstünde Müslümanlar’ınkinden farklı olarak haç oymaları bulunuyordu. Günümüze kadar gelen bu Müslüman mezar taşlarının hiç birinin dini bir lider ya da kadına ait olmadığı görülüyor. Koyun mezar taşları Diyarbakır Müzesi koleksiyonuna ait.
Sürekli Büyük İskender ile karşılaştırılıyor
Fatih Sultan Mehmet (II. Mehmet) tam bir rönensans insanıydı. Hedefi dünyayı fethetmekti. Kendini Doğu Roma İmparatorluğu’nun várisi olarak görüyordu. Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenen bu kitaplar Fatih’in vizyonunu anlatıyor. Soldaki İmrozlu Michael Kritovoulos’un yazdığı ve Fatih’i anlatan Yunanca bir kitap. 1451-67 yılları arasında yaşanan olayları 5 bölüm halinde anlatıyor. Fatih ve son Bizans İmparatoru XI. Konstantin arasındaki haberleşmeler bu bölümlerin en uzununu oluşturuyor. Yunanlı yazar Fatih Sultan Mehmet’i kitapta sıkça övüyor ve onu Büyük İskender ile karşılaştırıyor. Fatih Sultan Mehmet’in Tarihi adlı ikinci kitap ise saray eşrafından Dursun Bey tarafından yazılmış. Kitabın üstünde tarih bulunmasa da yazılış tarzı nedeniyle 1400’lerin sonunda kaleme alındığı tahmin ediliyor. Bu kitapta da Kuran’dan yapılan alıntılarla Fatih ve İskender karşılaştırılıyor. Bu iki kitap da Latin dillerine ve sanata olan ilgisiyle tanınan Fatih Sultan Mehmet’in başucu kitaplarıydı.
EJDERLİ MAŞRAPA
İçenleri koruyacağına inanılırmış
Bu tarz maşrapaların kullanımı Timur döneminden Safevi, Osmanlı ve hatta Balkanlar’a kadar uzanıyor. Maşrapanın formu, kültürler arası bir sürekliliği gösteriyor. Topkapı Sarayı Müzesi’ne ait bu maşrapanın 1460’ta İran’da sarayda kullanıldığı, İstanbul’a Timuri hükümdarlarından Badi El-Zaman tarafından getirildiği tahmin ediliyor. Herat (Afganistan) hükümdarı El-Zaman, 1507’de Özbekler tarafından yenilince, önce Hindistan’a daha sonra ise Safavi hükümdarı Şah İsmail’e, sonra da Osmanlı’ya sığındı, İstanbul’a geldi. Maşrapanın kulbundaki ejder figürü, maden sanatında sıklıkla karışımıza çıkıyor çünkü ejderhanın, maşrapadan içen insanı koruyacağı ve kollayacağına inanılıyor. Altın ve gümüş kakmalı olması yüksek rütbeli kişiler tarafından, büyük ihtimalle saraylarda kullanıldığına işaret ediyor. Maşrapalar Türk ve İslam Eserleri Müzesi koleksiyonuna ait.
TİMUR’UN KİTABESİ
Herkes bu taşı okusun, duymayan kalmasın!
Rusya’daki Hermitaj Müzesi’nden ödünç alınan, bazalt taştan kitabe, Timur Han (1330-1405) tarafından yaptırılmış. Timur, Cengiz Han’ın soyundan gelen Altınordu hükümdarı Toktamış Han’ı yendikten sonra bu zaferi belgelemek ve herkese anlatmak istemiş. 1391 yılının Nisan ayında, Kazakistan’da yaptırıldığı düşünülen taşın üstünde 11 satırlık bir yazı var. Satırların 8’i Uygur, 3’ü Arap dilinde yazılmış. Arapça olan kısmı okunamayacak kadar aşınmış ama Uygurca olan kısım şöyle diyor: ‘İlkbaharın ortalarında, koyun yılında, 700 siyah Tokmak’ın ülkesinde, Turan Sultanı Timur Han 200 bin kişilik güçlü ordusuyla Toktamış Han’ın kanını aldı. Bu taşı yazdırdı ki herkes okusun ve bir işaret olsun. Tanrı insanlara merhamet göstersin, adaletli olsun. Tanrı bizi hatırlasın ve kutsasın.’ Koyun yılı uzun süre Türkler tarafından kullanılan 12 hayvanlı takviminde yer alıyordu.
SAVAŞ MASKESİ
Korkutucu olsun diye kaşlı ve bıyıklı
1300-1400’lerde İran ve Anadolu’da seyrek kullanılan savaş maskelerinden biri. Maske üst tarafındaki delik yardımıyla bir miğfere tutturuluyor, istenildiğinde kaldırılıp, indiriliyor. Maskenin üstündeki göz delikleri damla şeklinde. Kaşlar ve bıyık düşman karşısında etkinin artması için belirginleştirilmiş. Savaş maskesi sergi için Katar’ın Doha kentindeki İslam Müzesi’nden getirildi.
İNGİLİZ BASININDA ÇIKAN YORUMLAR
The Times: ‘Türk Hazineleri’ başlığını attığı yazıda serginin eski Türk imparatorluklarının ihtişamını ortaya koyan bir organizasyon olduğunu söyledi. Tarihte Hıristiyanlar arasında bir korkutma cümlesi haline gelen ‘Türkler geliyor’ cümlesinin gerçek olduğunu belirten başyazar, ‘Türkler gerçekten de geldi. Gümüş miğferleri, el yazması Kuran-ı Kerim’leri, değerli taşlarla süslenmiş kılıçları, kristal kabzalı hançerleriyle Royal Academy’nin her yerini kuşattılar’ diye yazdı.
Metro: Londra’da hemen her metro yolcusunun okuduğu yüksek tirajlı gazete, ‘Türk lokumu ziyafeti’ başlıklı yazısında, sergiyi ‘Beş üzerinden dört yıldızlık bir kültür-sanat olayı’ olarak niteledi.
The Guardian: ‘Türk Gibi Düşünmek’ başlıklı başyazısında, ‘Sergi, AB üyeliği tartışılan Türkiye’nin geçmişinde ve bugününde bize sunabilecek ne zenginliklere sahip olduğunu gösteriyor’ denildi.
The Independent: Gazetenin ‘Traveller’ ekinin hemen hemen tamamı Türkiye’ye ayrılırken, İstanbul, Edirne ve Bursa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamını yansıtır nitelikte olduğu vurgulandı. ‘Üç kentin öyküsü’ başlıklı yazıda, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir dönemin baskın gücü olduğu kaydedilirken, bugün Türkiye’de yaşayan Osmanlı eserlerinin de, dönemin baş döndürücü sanat gücünü ortaya koyduğu yazıldı.
The Daily Telegraph: ‘Türk lokumları’ başlıklı yazıda, ‘Cennete hazır olmayanlar için, serginin düzenlendiği Kraliyet Akademisi’nin ana galerisi fena bir taklit değil’ denildi.
The Observer: İngiltere’de pazar günleri yayınlanan gazetede, Laura Cumming, sergilenen eserler arasında bugün bilinen Türk kültürüne benzeyen tek eserin kobalt ve turkuvaz tabaklar olduğunu söyledi.
12 NİSAN’A KADAR SÜRECEK
Londra Kraliyet Sanat Akademisi tarafından düzenlenen Türkler sergisinin küratörlüğünü, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Filiz Çağman, Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer ve Harvard Üniversitesi İslam Sanatları Profesörü David Roxburgh, Kraliyet Sanat Akademisi Sergi Sekreteri Norman Rosenthal ve Adrian Locke üstlendi. Ana sponsorluğunu Aygaz, Garanti Bankası ve Corus CT’nin üstlendiği sergi İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın lojistik ve planlama desteğiyle gerçekleşiyor. Sergi 12 Nisan’a dek açık kalacak.
Serginin conseptini ortaya atan Nazan Ölçer, bazı müzelerden özellikle eser talep etmediklerini, çalıntı eserleri barındıran müzelere karşı bir tavır olarak bunu yaptıklarını, bu serginin mesajlarından birinin de bu olmasını istediklerini söylüyor.
Sergi, 7. yüzyılda Orta Asya İpek Yolu üzerinde gelişen göçebe bir toplum olan Uygurlarla başlıyor. Ardından, Türk tarihinde çok önemli bir yere sahip üç hanedanın eserlerine geçiliyor: Selçuklular (1040-1194), Timurlar (1370-1506) ve Osmanlılar (1453-1600). Bu üç hanedanın dönemsel özelliklerini gösteren parçalar dışında Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nin en değerli eserlerinden sayılan ve daha önce Türkiye dışında hiç sergilenmemiş Mehmet Siyah Kalem’in olağanüstü çizimleri de serginin başka bir bölümü gibi değerlendirilebilir.
‘Türkler: 1000 Yılın Yolculuğu 600-1600’ Sergisi’nde bizim de hiç görmediğimiz, hatta bilmediğimiz, Türkiye dışındaki müzelerin koleksiyonunda bulunan ve daha önce görmediğimiz birçok değerli parça var. Özellikle 12. yüzyılda Afganistan ya da İran saraylarında bulunan normal insan boyutundaki saray muhafızı heykeli, 14-15. yüzyıl Orta Asya’sında kullanılan bir kandil, 1391’de Timur’un zaferinin kanıtı olarak yaptırdığı bazalt taş, Batı İran’dan bir savaş maskesi. İşte Türkiye’de de bilinmeyen bu eserlerin öyküleri.
TÜRBE KANDİLİ
Allah krallığınızı büyütsün Timur Hazretleri
İşte Ahmed Yesevi Türbesi’ndeki 6 kandilden biri. Ünlü Türk mutasavvıfının (1093-1166) türbesi, Kazakistan’da bugün Yesi adı verilen, ama Sovyet döneminde Türkistan denilen şehirde bulunuyor. Kandil, 1935’te yani Sovyet döneminde Leningrad (bugün St. Petersburg) Hermitaj Müzesi’nin koleksiyonuna katılmış. Kandilin üstünde Arapça şöyle yazıyor: ‘Bu, bilge hükümdar Timur hazretlerinin emri üzerine yapılmıştır. Allah onun krallığını büyütsün, zaferlerini artırsın.’ Yazının hitap şekli, harflerin aralarındaki süslemeler, kandilin üstüne kakılma biçimi, Suriye’deki Memluk sanatkarları tarafından yapıldığını düşündürüyor. Kandilin en altında da ‘Izz al-Din b.Taj ad-Din Isfahani tarafından 799’da kutsal Ramazan’ın 20. gününde (yani 17 Haziran 1397’de) yapılmıştır’ ibaresi yer alıyor. Fakat bu ibare orijinal değil. Çünkü, birincisi kandilin altındaki yazı oyma usulüyle yapılmış, halbuki kandilin diğer bölümlerindeki yazılar altın ve gümüş kakma. Ayrıca, yazılı tarih başka iki kandilin daha üstünde var. Üç kandilin de aynı gün yapılmış olma olasılığı yok gibi.
Abbasiler’den Gazneliler’e İslam saraylarının koruyucusu
Bu saray muhafızı, çimento ve kum karışımından, sarayın dışındaki duvarların dekorasyonu için inşa edilmiş. Kafasındaki şatafatlı miğferden sarkan saçlar, muhafızın ay suratını çevreliyor. Kostümü oldukça süslü. Hatta ilk yapıldığı zamanlarda renkliymiş ama bu renklerin hepsi bugüne kadar dayanamamış. Pazuların üstündeki tiraz bantları muhafızın saraya bağlı olduğuna işaret ediyor. Nereden geldiğine dair arkeolojik bir bilgi yok ama bu büyüklükteki parçaların Emevi döneminde İslam saraylarında bulunduğu tahmin ediliyor. 750 yılından 13. yüzyıla kadar hüküm sürmüş olan ve toprakları Fas’tan Orta Asya’ya kadar uzanan Abbasi hanedanının saraylarında da bu tür muhafız figürleri, halife-hükümdarların yürüdüğü koridorlarda sağlı sollu simetrik olarak dizilirmiş. 977-1186 arasında bugünkü Afganistan’da hüküm süren Gazneliler hanedanının toplantı salonlarında buna çok benzer muhafız figürleri yer alıyordu. Semerkand’da yapılan kazılar Karahanlılar’da da, elinde ok ve yay tutan saray muhafızı figürünün varlığını ortaya çıkardı. İşte bu muhafız, İslam saraylarında yüzyıllarca süregelmiş figüratif sanat geleneğinin bir örneği. Afganistan veya İran kökenli olduğu ve 12. yüzyıl sonu-13. yüzyıl başında yapıldığı düşünülen bu heykel, 1967’de New York Metropolitan Müzesi’ne bağışlanmış.
KOYUN MEZAR TAŞLARI
Öbür dünyaya koyunların eşliğinde yolculuk
Koyun şeklinde mezar taşları, Anadolu’nun doğu ve güney bölgelerinde, özellikle Tunceli, Akşehir, Afyon, Seyitgazi ve Ahlat’ta oldukça sık yapılıyordu. Ekonomisi hayvancılığa dayanan göçebe topluluklar olan Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmenlerine ait olduğu düşünülüyor. Kabaca yontulmuş bu figürlerin üstünde yer alan hançer ya da benzeri semboller, ölen kişinin savaşçı yeteneği hakkında ipucu veriyor. Ama koyun mezar taşı sadece bir Müslüman geleneği değildi. 15-16. yüzyılda Ermeni ve Gürcü Hıristiyanları’nın da mezar taşlarında koyun ve koç figürlerine rastlanıyordu. Elbette onların üstünde Müslümanlar’ınkinden farklı olarak haç oymaları bulunuyordu. Günümüze kadar gelen bu Müslüman mezar taşlarının hiç birinin dini bir lider ya da kadına ait olmadığı görülüyor. Koyun mezar taşları Diyarbakır Müzesi koleksiyonuna ait.
Sürekli Büyük İskender ile karşılaştırılıyor
Fatih Sultan Mehmet (II. Mehmet) tam bir rönensans insanıydı. Hedefi dünyayı fethetmekti. Kendini Doğu Roma İmparatorluğu’nun várisi olarak görüyordu. Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenen bu kitaplar Fatih’in vizyonunu anlatıyor. Soldaki İmrozlu Michael Kritovoulos’un yazdığı ve Fatih’i anlatan Yunanca bir kitap. 1451-67 yılları arasında yaşanan olayları 5 bölüm halinde anlatıyor. Fatih ve son Bizans İmparatoru XI. Konstantin arasındaki haberleşmeler bu bölümlerin en uzununu oluşturuyor. Yunanlı yazar Fatih Sultan Mehmet’i kitapta sıkça övüyor ve onu Büyük İskender ile karşılaştırıyor. Fatih Sultan Mehmet’in Tarihi adlı ikinci kitap ise saray eşrafından Dursun Bey tarafından yazılmış. Kitabın üstünde tarih bulunmasa da yazılış tarzı nedeniyle 1400’lerin sonunda kaleme alındığı tahmin ediliyor. Bu kitapta da Kuran’dan yapılan alıntılarla Fatih ve İskender karşılaştırılıyor. Bu iki kitap da Latin dillerine ve sanata olan ilgisiyle tanınan Fatih Sultan Mehmet’in başucu kitaplarıydı.
EJDERLİ MAŞRAPA
İçenleri koruyacağına inanılırmış
Bu tarz maşrapaların kullanımı Timur döneminden Safevi, Osmanlı ve hatta Balkanlar’a kadar uzanıyor. Maşrapanın formu, kültürler arası bir sürekliliği gösteriyor. Topkapı Sarayı Müzesi’ne ait bu maşrapanın 1460’ta İran’da sarayda kullanıldığı, İstanbul’a Timuri hükümdarlarından Badi El-Zaman tarafından getirildiği tahmin ediliyor. Herat (Afganistan) hükümdarı El-Zaman, 1507’de Özbekler tarafından yenilince, önce Hindistan’a daha sonra ise Safavi hükümdarı Şah İsmail’e, sonra da Osmanlı’ya sığındı, İstanbul’a geldi. Maşrapanın kulbundaki ejder figürü, maden sanatında sıklıkla karışımıza çıkıyor çünkü ejderhanın, maşrapadan içen insanı koruyacağı ve kollayacağına inanılıyor. Altın ve gümüş kakmalı olması yüksek rütbeli kişiler tarafından, büyük ihtimalle saraylarda kullanıldığına işaret ediyor. Maşrapalar Türk ve İslam Eserleri Müzesi koleksiyonuna ait.
TİMUR’UN KİTABESİ
Herkes bu taşı okusun, duymayan kalmasın!
Rusya’daki Hermitaj Müzesi’nden ödünç alınan, bazalt taştan kitabe, Timur Han (1330-1405) tarafından yaptırılmış. Timur, Cengiz Han’ın soyundan gelen Altınordu hükümdarı Toktamış Han’ı yendikten sonra bu zaferi belgelemek ve herkese anlatmak istemiş. 1391 yılının Nisan ayında, Kazakistan’da yaptırıldığı düşünülen taşın üstünde 11 satırlık bir yazı var. Satırların 8’i Uygur, 3’ü Arap dilinde yazılmış. Arapça olan kısmı okunamayacak kadar aşınmış ama Uygurca olan kısım şöyle diyor: ‘İlkbaharın ortalarında, koyun yılında, 700 siyah Tokmak’ın ülkesinde, Turan Sultanı Timur Han 200 bin kişilik güçlü ordusuyla Toktamış Han’ın kanını aldı. Bu taşı yazdırdı ki herkes okusun ve bir işaret olsun. Tanrı insanlara merhamet göstersin, adaletli olsun. Tanrı bizi hatırlasın ve kutsasın.’ Koyun yılı uzun süre Türkler tarafından kullanılan 12 hayvanlı takviminde yer alıyordu.
SAVAŞ MASKESİ
Korkutucu olsun diye kaşlı ve bıyıklı
1300-1400’lerde İran ve Anadolu’da seyrek kullanılan savaş maskelerinden biri. Maske üst tarafındaki delik yardımıyla bir miğfere tutturuluyor, istenildiğinde kaldırılıp, indiriliyor. Maskenin üstündeki göz delikleri damla şeklinde. Kaşlar ve bıyık düşman karşısında etkinin artması için belirginleştirilmiş. Savaş maskesi sergi için Katar’ın Doha kentindeki İslam Müzesi’nden getirildi.
İNGİLİZ BASININDA ÇIKAN YORUMLAR
The Times: ‘Türk Hazineleri’ başlığını attığı yazıda serginin eski Türk imparatorluklarının ihtişamını ortaya koyan bir organizasyon olduğunu söyledi. Tarihte Hıristiyanlar arasında bir korkutma cümlesi haline gelen ‘Türkler geliyor’ cümlesinin gerçek olduğunu belirten başyazar, ‘Türkler gerçekten de geldi. Gümüş miğferleri, el yazması Kuran-ı Kerim’leri, değerli taşlarla süslenmiş kılıçları, kristal kabzalı hançerleriyle Royal Academy’nin her yerini kuşattılar’ diye yazdı.
Metro: Londra’da hemen her metro yolcusunun okuduğu yüksek tirajlı gazete, ‘Türk lokumu ziyafeti’ başlıklı yazısında, sergiyi ‘Beş üzerinden dört yıldızlık bir kültür-sanat olayı’ olarak niteledi.
The Guardian: ‘Türk Gibi Düşünmek’ başlıklı başyazısında, ‘Sergi, AB üyeliği tartışılan Türkiye’nin geçmişinde ve bugününde bize sunabilecek ne zenginliklere sahip olduğunu gösteriyor’ denildi.
The Independent: Gazetenin ‘Traveller’ ekinin hemen hemen tamamı Türkiye’ye ayrılırken, İstanbul, Edirne ve Bursa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamını yansıtır nitelikte olduğu vurgulandı. ‘Üç kentin öyküsü’ başlıklı yazıda, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir dönemin baskın gücü olduğu kaydedilirken, bugün Türkiye’de yaşayan Osmanlı eserlerinin de, dönemin baş döndürücü sanat gücünü ortaya koyduğu yazıldı.
The Daily Telegraph: ‘Türk lokumları’ başlıklı yazıda, ‘Cennete hazır olmayanlar için, serginin düzenlendiği Kraliyet Akademisi’nin ana galerisi fena bir taklit değil’ denildi.
The Observer: İngiltere’de pazar günleri yayınlanan gazetede, Laura Cumming, sergilenen eserler arasında bugün bilinen Türk kültürüne benzeyen tek eserin kobalt ve turkuvaz tabaklar olduğunu söyledi.
12 NİSAN’A KADAR SÜRECEK
Londra Kraliyet Sanat Akademisi tarafından düzenlenen Türkler sergisinin küratörlüğünü, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Filiz Çağman, Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer ve Harvard Üniversitesi İslam Sanatları Profesörü David Roxburgh, Kraliyet Sanat Akademisi Sergi Sekreteri Norman Rosenthal ve Adrian Locke üstlendi. Ana sponsorluğunu Aygaz, Garanti Bankası ve Corus CT’nin üstlendiği sergi İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın lojistik ve planlama desteğiyle gerçekleşiyor. Sergi 12 Nisan’a dek açık kalacak.