Paylaş
Erol Aksoyson derece çalışkan, bilgili, işinin ehli bir insandır. İktisat Bankasının başına gelenlerin ”hortumlama” ile hiçbir ilgisi yoktur. Aksoy’un hatası, bazı başka kazazedeler gibi, T.C. Devletine güvenmesiydi. Aslında, onun kadar uyanık bir insanın işlerin kötüye gittiğini görüp, önlem alması gerekirdi. Tek eleştirilecek yönü budur.
Erol Aksoy, şimdi göreceksiniz, rüzgar gibi esecek ve geri verilen şirketlerini ayağa kaldıracaktır. Büyük para kazanacak ve borcunun büyük bölümünü ödeyecektir.
TMSF, giderek yok olan değerleri kurtarmak için mantıklı adım attı. Keşke bu kadar beklemese ve daha önce harekete geçseydi. Ancak yine de, hiç yoktan iyidir...
BU KRİZİ ASLINDA BAŞBAKAN ÇIKARDI...
Selanik’teki defter olayı, ancak Türkiye’de krize dönüşebilirdi ve bunu dabaşardık.
Olay nedir?
80’ini aşkın bir vatandaşın, Atatürk’e mektup yollama esprisi içinde yazdığı bir yazı... Okuduğunuz zaman, bu mektubun derin bir analiz içermediğini (!) hemen anlayabiliyorsunuz. İçinde aşırı abartılısözler ve tutarsızlıklar da var.
Başbakan neden böylesine bir tepki gösterdi, doğrusu anlayamadım. Her ülkede bu tip görüşler veya mektup kılığında bildiriler yayınlanır. Başbakan ve bakanlara kimi zaman galiz kelimelerle eleştiriler de yapılabilir. Herkez, her duyduğuna, her okuduğuna tepki gösterirse, kimse işin içinden çıkamaz.
Sorarım size, Başbakan bu yazıyı görmezden gelse ne olurdu?
Hiçbir şey olmaz, ruhumuz bile duymazdı.
Erdoğan, defteri tutmakla yükümlü olanlara ”bu tip mektupların yeri burası değil”dese, olay biterdi.
Şimdi, gösterdiği aşırı tepki nedeniyle, incir çekirdeğini doldurmayacak bir konu, krize dönüştüü... AKP sanki yaralanmış gibi bir ortam doğdu... 81’indeki bir yaşlı vatandaşa, yazdığı bir yazıdan dolayı, Bakanların ve milletvekillerinin dava açarak hoşgörüsüzlük örneği verdikleri görüntüsü ortaya çıktı...
Değdi mi, bütün gürültüye...
Tekrar edeyim, bazı şöyler vardık ki, görmemezlikten gelmek, görmekten daha iyidir. Başbakan bu tutumuyla aslında hem kendinin hem de partisinin gol yemesine neden oldu... Hiç gerek yoktu.
AB, SADECE BİZE BASKI YAPMIYOR…
Bazılarımız sık sık tekrarlar:
“…Avrupa Birliği sürekli şekilde bizi eleştiriyor…Durmadan bizi baskı altında tutuyor…Bizi tam üye yapmamak için ellerinden geleni artlarına bırakmıyorlar…” derler.
Sanki AB’ nin bizden başka bir sorunu yokmuş gibi bir hava yaratırlar.
Oysa gerçekler bambaşkadır.
Fazla gerilere gitmeden
, geçtiğimiz birkaç ay içinde yaşanan iki gelişmeye dikkatinizi çekmek isterim.
Bunlardan biri, Belarus’taki seçimlerden sonra AB’nin Belarus yönetimine kapılarını kapatmasıdır. Seçimleri istediği gibi manipüle eden ve muhalefeti yerden yere vuran Belarus diktatörü AB tarafından öylesine sert şekilde eleştirildi, öylesine ters muameleye tabi tutuldu ki, sonunda AB’ye resmi ziyaretleri dahi kısıtlandı.
Diğer bir örnekte, AB Komisyonunun, Sırbistan ile ortaklık anlaşmasını askıya almasıyla yaşandı. Nedeni de, Belgrad hükümetinin Uluslararası Savaş Suçları mahkemesinin aradığı komutan Mladiç’i teslim etmemekte direnmesi.
Aynı şekilde Bulgaristan ve Romanya’nın yakınlaşan Tam Üyeliklerinin de birer yıl daha ertelenmesi söz konusu. Nedenlerin başında da, Kopenhag Kriterlerine yeterince uyum sağlanamaması geliyor.
Tabii bu arada Hırvatistanla müzakerelerin akibetini de unutmayalım.
Özetlersek, Avrupa Birliği sadece Türkiye ile uğraşmıyor.
Belirli çizgileri aşan herkes karşısında AB’ yi buluyor.
İNTERNETTE DOLAŞAN İKİ MEKTUP (!)
İnternette fıkra gibi okunun bir nektuplaşma uzun süredir elden ele dolaşıyor. İlki, kocasına evden kaçtığını yazan eşten geleni:
Sevgili Kocacığım,
Sana bu mektubu seni temelli terkettiğimi söylemek için yazıyorum. Sana 7 yıl iyi bir eş oldum, ama gösterecek hiçbir şeyim yok. Son iki hafta bir cehennemdi. Patronunun bugün işini terkettiğini söylemesi son damla oldu. Geçen hafta eve geldin ve saçlarımı ve tırnaklarımı yaptırdığımı, en sevdiğin yemeğipişirdiğimi, yeni bir gecilik giydiğimi farketmedin bile. Eve geldin, iki dakikada yemeğini yedin, maçı seyrettikten hemen sonra uyudun. Bana artık sevdiğini söylemiyorsun, bana dokunmuyorsun. Ya beni aldatıyorsun, ya da beni artık sevmiyorsun.
Hamiş: Beni aramaya çalışma, KARDEŞİN ile birlikte Batın Virginia’ya taşınıyoruz.
Eski Karın
*
İkinci mektup ise, kaçan karısına yanıt veren kocaya ait:
Sevgili Eski Karım,
Beni mektubunu almak kadar hiçbirşey mutlu edemezdi. Yedi yıldır evli olduğumuz doğrudur amasana “iyi eş” zor denir. Senin dırdırını duymamak için spor seyrediyorum. Ne yazık ki faydası olmuyor. Saçlarını kestirdiğinin farkına vardım, aklıma ilk gelen “tıqkı erkeğe benziyor” oldu! Annem iyi birşey söylemeyeceksen, hiç söylemememi öğretti. En sevdiğim yemeği pişirdiğini söylediğin zamankadeşimle karıştırmış olmalısın çnükü yedi yıldır domuz eti yemiyorum.Yeni geceliğine gelince, üstünde hala etiketi vardı. Erkek kardeşim o sabah benden 50 dolar borçalması ile geceliğin fiytının 49.99 olmasının bir tesadüf olmasını ümid ettim. Bütün bunlara rağmen, seni yine sevdim ve evliliğimizi yürütebileceğimizi düşündüm. Bundan dolayı loto’da 10 milyon dolar kazanınca işi terkettim ve ikimize Jamaika’ya gitmek üzere bilet aldım. Eve geldiğimde yoktur.
Hayatta herşeyin bir nedeni vardır. İstediğin hayatı elde etmeni ümid ederim. Avukatım yazdığın o mektupla bendenbir kuruş alamaycağını söylüyor. Kendine iyi bak.
Hamiş: Sana söyleyip söylemediğimi hatırlamıyorum ama kardeşim Karl, Karla diye doğdu. İnşallah bir problem teşkil etmez.
İmza: Delice zengin ve Hür
Bu mektupları neden köşeme aldığını sormayın. Hafta sonu biraz gülelim, dedim...
O ZAMAN, TUVALET KAĞIDI DA YASAKLANSIN...
İzmir Konak kaymakamı Ali Muhsin Nakiboğlu hepimizi şaşırttı. Bazı okullardakimezuniyet ve kep giyme törenlerini önce yasakladı, sonra geri adım attı.
Gerekçelerden biri ilginç. Gazetelere yansıdığı kadarıyla bu törenlerin Türk örf ve adetleri arasında bulunmadığı, Amerikan ve Avrupa taklidiolduğu...
Demek ki, bizim geleneklerimizde olmayan dış kaynaklı buluşlardan kaçınmamız gerekiyor. O zaman, Çin’lilerin buluşu olan tuvalet kağıdını da kullanmayalım (!) Bizim geleneklerimizde yoktur. Sonradan ortaya çıktı. Aynı şekilde şemsiye de kullanmayalım...
Gelelim ikinci gerekçeye;
Çok pahalıya mal oluyormuş ve bir defalık kullanılıp atıldığı için, veliler istememişler.
Acaba bunun için yasaklama gerekir mi?
Kep törenlerinde, bir defa kullanma amacıyla bu giysiler kiralanır. Üstelik bu konularda kara vremek Kaymakamlığa mı, yoksaeğitim bakanlığı, hatta okullara mı düşer?
Nedir bu yasaklama hastalığı?
Nedir bu yabancı alerjisi?
Bu yasak geri alınmış olsa dahi, önemli bir kara değliği ortaya çıkraması açısından önemliydi.
MARİNALARDAKİ BÜYÜK SOYGUN
Dostlar kusura bakmasınlar ancak İstanbul’un iki marinasında (Ataköy ve Kalamış) insanlar resmen soyuluyorlar. Koskoca İstanbul sadece iki marinaya kalınca, “istersen başka yere git” yaklaşımıyla inanılmaz fiyatlar fatura ediliyor.
Ataköy marina yönetimi ne kadar sempatiyle, iyi niyetle yaklaşırsa yaklaşsın, soygun Deniz Ticaret odasından başlıyor. Zira Ataköy’ün sahibi onlar.
Şimdi rahatlıkla “kardeşim, tekne sahibi zengin adamdır. O da işin cezasını yüklensin”diyenleriniz olabilir. Ancak bu mantıkla bir yere varamayız. Deniz meraklısını kaza benzetenve nerede yakalasa yolmaya kalkan yaklaşımla bu ülkededenizciliği sevdiremeyiz. Gelişmesini sağlayamayız.
Göreceksiniz, bu kafayla ticaret yapan Ataköy ve Kalamış’ın sahipleri birgün müşterisiz kalacaklardır.
Neden Halil Bezmen?
Halil Bezmen bir dönemin çok konuşulan çok tartışılan ismi…Hem başarılarıyla hem de başarısızlıklarıyla… Her zaman gündemde olan bu sima, 1994 yılında kopan fırtınadan sonra yurt dışına kaçmaktan başka çıkar yol bulamamıştı. 2003’teTürkiye’ye dönebilen Bezmen, hakkında açılan davalardan beraat etmişti. Elimdeki kitap, işte tüm bu olayları ayrıntılarıyla anlatan bir otobiyografi… “Neden? Halil Bezmen” Literatür Yayıncılık tarafından ( 0 212 292 41 20 ) yayınlandı. Kitapta, Halil Bezmen, Amerika’da yaşadığı evin yatak odası dahil medyada didik didik edilen hayatını ilk kez kendisi anlatıyor. Kendi yaşamına paralel giden Türkiye’deki olayları ve süreçleri de kendi bakış açısından açık yüreklilikle değerlendiriyor.
Paylaş