Tamam geçti, sakin olun

Tamam arkadaşlar, dün gece geçti gitti sakin olun... Evet, ‘Aha bakınş jimdi... Pu tekilay şişeşini nası gördüğünüsle ilgili bütün mesele.

Yarısı boş da diyebilirjin, yarısı dolu da... Bakş hooop (Gulp!) Jimdi boj di mi? Yaktı tekilay, pi pira kaldı mı?’ şeklindeki son cümleyi kurmayacak ve o tekilayı fondiplemeyecektiniz...

Evet, kayınvalidenizi dans sırasında gaza gelerek çevirmeniz ve sonrasında nedense tutmayı akıl edememeniz hoş olmadı...

Evet, ekrandaki dansöze para yapıştırmak iyi bir fikir değildi ve yine evet, arkadaşınıza yeni bir televizyon almak zorundasınız. Hayır efendim o 20 milyon TL (Hem artık ona 20 YTL diyoruz) sizin değil artık!

*

Neyse ya! Ne olduysa oldu dün gece.

Umarım sevdiklerinizle güzel ve makul bir şekilde eğlenmiş, bu sabaha baş ağrısız, sağlam bir mideyle ve dinç bir şekilde uyanmışsınızdır.

Zaten aksi bir durum söz konusuysa şu anda ‘Ne yazmış bu ya, seçemiyorum’ filan diyorsunuzdur.

Eğer yılbaşı gecesi içkinin dibine vurduysanız, size sadece iyi bir lahana çorbası öneririm. Zaten gazetelerde de başka öneriler olacaktır.

Yok, eğer geceyi zaten efendi bir şekilde tamamlamış ve sabah da makul bir saatte uyanmışsanız, giyinin o zaman çünkü evden çıkıyoruz...

Programımız İstanbul’a uygun olacak, diğer illerdeki okurlara şimdiden kusura bakmayın demek boynumun borcudur...

Bulup bulabileceğiniz, görüp görebileceğiniz en güzel İstanbul sizi bekliyor şu anda...

*

İlk tavsiyem tabii ki Boğaz tarafı olacak. Böyle durumlarda favorim Emirgan veya Rumeli Hisarı’ndan başlayacak bir yürüyüştür.

Nasıl bir performans gösterirsiniz yürüyüş konusunda bilemeyeceğim. Fakat mesela Hisar’dan Emirgan’a yürüyüp kahvaltıyı Çınaraltı’nda yapmak süper olabilir.

Hisar’a otomobille gitmiş olduğunuzu varsayarak, sonra tekrar yürüyüşün başladığı noktaya dönüp, kahvenizi veya çayınızı da burada içebilirsiniz.

Bu arada balık tutma meraklıları için de ideal bir sabah olacaktır. Hoş balık tutanlar zaten takıntılı insanlar, onlar her ihtimalde yerlerini almış olacaktır. Ama muhakkak normalden daha sakin olur Boğaz hattı. Oltanızı alın ve bir kenarda takılın... Şahane olur. Şansa iyi bir şeyler tutarsanız, akşam yemeğini de balıkla hafif atlatmış olursunuz...

*

İkinci önerim Beyoğlu tarafı olur. Gece eğlencesinin ağırlığından sonra pek çok yerin açık olmayacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.

Her yer kapalı olsa bile oteller var. Ayrıca bazı kafelerin veya hiç olmadı Saray’ın filan açık olacağına eminim.

Belediye sabah erken saatlerde temizlemiş olacaktır İstiklal’i... Hiç olmadığı kadar boş ve hiç olmadığı kadar temiz halde bir Beyoğlu turu süper olur.

‘Nereden biliyorsun?’ diyeceksin. 1 Ocak’ta genelde size şu anda söylediğim şeyi yapıyor oluyorum çünkü.

Öğleden sonra, akşama doğru yine kalabalıklaşmaya başlayacaktır ortalık. Ama eğer saat 09.00 veya 10.00 gibi kapağı Beyoğlu’na atmışsanız, çok güzel birkaç saat geçirebilirsiniz.

*

Semt semt yazıp ‘Şuraya git, şu çeşmeden su iç, bu müzenin kapısını zorlayarak içeri gir’ gibi şeyler önermek gereksiz.

Çünkü her yer boş olacaktır. Fakat son tavsiyem de muhakkak Tarihi Yarımada olur.

Sultanahmet ve civarında gezmek, kadraja fes satan bir eleman girme riski yokken süper fotoğraflar çekmek mümkün.

Fotoğraf makineniz varsa, zaten nereye giderseniz gidin yanınıza almalısınız. Şansa ışık da güzel olursa, kartpostal gibi İstanbul fotoğrafları çekebilirsiniz. Çok beğendiklerinizden bana da yollayabilirsiniz bu arada.

*

Tabii evden çıkmamak da mümkün. Ben Beyoğlu turumu tamamladıktan sonra yekten eve dönüp, Premiership maçlarına gömüleceğim. Dünyanın her köşesinde futbol tatilde ama Büyük Britanya’da lig ne Noel takıyor ne de 1 Ocak...

Çatır çatır futbol oynanıyor.

Futbolsever kişiler için daha keyifli bir ilk gün düşünemiyorum.

Ancak dün gece kayınvalidesini çevirip sonra tutmayı unutan veya arkadaşının televizyonuna ‘Dansöz Banknotgülü’ muamelesi yapan arkadaşın böyle bir şansı olmayacak...

Bilmem hatırlatmama gerek var mıydı bunu?..


Penguen’den gelen

küçük oyuncaklar


2005 için aldığım en güzel hediye, hiç çalışmadığım yerden, Penguen ekibinden geldi. Geyiğe binmiş, Noel Baba kılıklı bir penguen kartı ve ‘Neşeli Yıllar...’ notuyla.

Her hafta sahaya Metin Üstündağ, Gani Müjde, Erdil Yaşaroğlu, Selçuk Erdem, Yiğit Özgür, Üstün Biraderler, Fatih Solmaz, Bahadır Baruter (Ya birini yazdın mı, hepsini yazmadıkça ayıp oluyor ama hangi birini yazayım... Bu kadar yeter herhalde, yazmadıklarımın hayata küseceğini sanmıyorum) kadrosuyla çıkan bu müthiş takıma teşekkür ederim öncelikle.

Hediye nedir peki; onu merak ediyorsunuz di mi?

Bazılarını Tahtakale gezilerim sırasında buldukça eşe dosta aldığım oyuncaklarla dolu bir file...

Bugünkü çocuklara verseniz hiçbir şey ifade etmeyecek; eski, küçük, maddi değeri olmasa da manevi değeri çok ama çok büyük oyuncaklar.

Benim gibi ‘Aman da benim çocukluğumda horoz şekerim vardı...’ türü cümleler kuranlara sadece ‘Evet, vardı...’ diyecek kadar uyuz bir insanı bile, koltuğundan kaldırıp, Şişli 19 Mayıs İlkokulu’nun önünde beslenme çantası bir yanda, önlüğün yakası bir yanda futbol oynarkenki günlerine götüren minik şeyler.

Dandik mızıka, şemsiye-emzik-horoz şeker üçlüsü, bir adet minik balon, şu fışkırtan plastik yüzük, Mabel sakız, topaç, plastik düdük, misket vesaire.

Vesaire dediğim de; adlarını bilmediğim, hatırlamadığım belki de adı hiç olmayan ‘güzel şeyler...’

Mesela katlanabilen su bardağı, mesela üfleyerek topu havada tutmaya çalıştığınız küçük boru ve pota gibi bir şeyden oluşan oyuncak... Topu düşürmeyeceğim diye o duvar senin, bu sütun benim çarpa çarpa gezerdim.

Penguen ekibine sağlam bir teşekkür borcum var.

Bir de topaç konusunda ilk denememde başarılı olmam sinirimi bozdu. Yıllarca uğraşmış, becerememiştim oysa küçükken. Şimdi gelen topaç çevirme yeteneğini ben ne yapayım? Ne yapacağım, bir daha topaç çevireyim... Vay be!


Gazete bayiinden

Peyami Safa almak



Ucuz kitap konusu enine boyuna tartışıldı, daha da tartışılır.

Geçen hafta sürekli gazete aldığım gazete bayiinde çizgi romanların yeni sayılarına bakarken gözüme Peyami Safa’nın ‘Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ takıldı.

Alkım Yayınları, 250 bin adet basmış ve 1 milyon 950 bin liradan (1,95 YTL) satışa sunmuş.

Aldım... ‘Genç kuşaklar dikkate alınarak’ hazırlandığına dair bir not var ilk sayfalarda. Önce ‘Haksızlık değil mi bu Peyami Safa’ya’ dedim, sonra da genç kuşakların anlamayacakları bir kitabı okumalarının mümkün olmadığını düşünüp bir yerde hak verdim.

Orhan Kemal’in, Peyami Safa’nın kitaplarını bu kadar ucuza satın alabilmek gerçekten büyük fırsat. Her ucuz kitaba sıcak bakacak, ‘Hepsini okuyun ucuzsa’ diyecek değilim.

Ama gazete bayiinde bu kadar ucuza Türk edebiyatı klasiği bulup almayan, alıp okumayan da -çok affedersiniz- en azından ayıp etmiş olur...
Yazarın Tüm Yazıları