Süper misin derdin çok

İmajına yandığımın dünyası; ne bitmez senfoniymiş!..

Çocuklar Duymasın kadrosunun yaşadıklarının başlıbaşına bir pembe diziye dönüştüğünü iddia etmek herhalde abartıya girmez, öyle değil mi? Mevzu üzerine dönen geyik muhabbeti öylesine uzadı ki, bana üç ayrı TV kanalında, bilmem kaç sezon boyunca izlediğimiz dizinin kendisinden bile uzun sürmüş gibi geliyor.

KERİME NADİR TEFRİKASI

Her Allah'ın günü, Kerime Nadir romanı tefrikasıymışçasına, yayınlanan haberlerden izliyoruz işte... ‘‘N'olucak bu Pınar Altuğ'un 'mundar ettiği' süper-anne imajının akıbeti sorunsalı’’ haftalar boyu değişmez, harlı bir tartışma konusu olarak gündemdeki yerini korudu:

Pınar Altuğ askerdeki kocayı boşadı. Yoksa Pınar Altuğ'un bir sevgilisi mi var? Pınar Altuğ'un sevgilisinin şu, bu, o -sıralayıverin işte 10 küsur isim- olduğu konuşuluyor. Pınar Altuğ'un sevgilisinin adının Tony olduğu açıklık kazandı. Pınar Altuğ bu iddiayı şiddetle inkár etti ve; ‘‘Tony ile ben iki yakın dostuz, elbette sinemaya, yemeğe gideceğiz’’ dedi. Birol Güven; ‘‘Tony ile birlikte çekilmiş resimleri yayınlanırsa Pınar'ın diziyle ilişiğini keserim’’ buyurdu. Pınar Altuğ bir kez daha, bir kez daha Tony ile

-aynı arabada ya da elele ya da diz dize, ya da ne haltsa- fotoğrafçılara yakalandı. Birol Güven, bugün yine, dizinin imaj politikasıyla ilgili kendini eleştiren bir başka yazara cevap verdi. Pınar Altuğ; ‘‘Ben Meltem imajına aykırı bir şey yapmadım. Bir gün öyle bir durum olursa, diziden kendim ayrılırım’’ dedi. Pınar Altuğ ile Tony, bilmem ne kulübünde öpüşürken görüldü.

Ve dananın kuyruğu koptu. Pınar Altuğ diziden kovuldu. Birol Güven ve Pınar Altuğ, ayrılık kararının Pınar Altuğ'a ait olduğunu, konuşup anlaşarak ayrıldıklarını açıkladılar. Birol Güven; ‘‘Bu ahlák değil, imaj meselesidir. Mesela Süleyman'ın (Fıs-fıs İsmail) karısı türbanlı, ona da mankenlerle Laila'ya gidebileceğini ama ortalıkta karısıyla dolaşmaması gerektiğini söyledim’’ dedi. (Biz bu beyanat üzerine iyiden iyiye dumura uğradık!) Ve saire ve saire...

Zavallı sinirsel ve zihinsel sistemimizin link hattı yine çöktü tabii... Kim ne diyor; kim haklı, kim haksız? Ayşe'nin röportajını okuyoruz, eh, Birol Güven de kendi çapında bir yere kadar haklı... Kendimizden pay biçiyor, konuyu kadınlık açısından ele alıyoruz, e bir yere kadar Pınar Altuğ da haklı...

Diyeceksiniz ki; ‘‘Madem bu kadar gevişi getirilmiş bir konu, bari sen bir yerinden bulaşma...’’ Kusura bakmayın da; ‘‘Siz kayıtsız kalabiliyor musunuz?’’ diye sorarım karşılığında.

Bu yazı, konuyla vedalaşıp, ondan ilelebet kurtulmak adına kaleme alınmış, gayet bencil bir metindir, ey kari!

Kendi adıma pes ettim, tarafsızlığımı ilan ediyorum. Yalnız tek bir istirhamım var: Allah aşkına ‘‘imajdan sorumlu milli yapımcı’’ Birol Güven’in, bir sonraki projesinde nispeten daha az ‘‘süper’’ kahramanlar yaratmasını dileriz. Zira dağılmış zihnimizin ve kakofoniden yorgun düşmüş bünyemizin, uzun vadede bir ‘‘süper kahraman stepnesi aranıyor’’ kampanyasını daha kaldırabileceğinden emin değiliz.

TEFLON ANNE

Hatırlarsanız, dizinin ilk başladığı dönemde, seyirciden yöneltilen; ‘‘Havuç 'Kim o?' demeden kapıyı açıyor, çocuklara kötü örnek oluyor’’ nevi abartılı tenkitlerden yana, en çok Güven'in bizatihi kendisi dertliydi. ‘‘Bu ne de olsa bir dizidir. Beni bir senarist olarak mengeneye sokuyorlar, dizinin esprisi kaçacak,’’ diyordu. Peki sonra ne oldu?

Bana sorarsanız, Çocuklar Duymasın'daki ‘‘ideal anne figürü’’ Meltem (nam-ı diğer Bayan Doğru) Türk televizyon tarihinin en vejetaryen, en kolalı, en buruşmaz, en leke tutmaz, en teflon, en esprisiz ve en sıkıcı karakterlerinden biri(ydi). İzlerken insanı can sıkıntısından esneten bir ‘‘süper kahraman...’’ Akmaz kokmaz, yanlış yapmaz. Bir üzerinde M harfi yazılı lateksleriyle pelerini eksik!

Valla zaten imajın süperinin hayrını, bugüne bugün pek az yapımcı görmüştür. Bakınız, Superman'i yeniden çekmeye hazırlanan Warner Bros yapımcıları da yeni bir Clark Kent bulmak konusunda zorlanıyorlar. Christopher Reeve'in yerini doldurmanın mümkün olmadığını düşünen Jude Law ve Josh Hartnett, rolü reddettiler. Son olarak teklif götürülen Brendan Fraser'in ne cevap vereceği de henüz bilinmiyor.

Demek ki neymiş: Latekslerinle pelerinine, imajına mimajına öyle fazla güvenmeyecekmişsin... Zarf ile mazruf örtüşmeyince, bir kaşık suda kıyamet kopabiliyor. Her uçuşun bir yumuşak inişi olamayabiliyor.

Aşk bitti şimdi reklamlar

Sizi bilmem ama bu herhálde benim hayatımın en buruk bayramıydı. Peşpeşe yaşadığımız feláketlerden dolayı ruhumuzu basan kasvet bir yandan; şehri basan sis bir yandan, bünyeyi basan hasretlik ve gurbetlik duygusu bir yandan... Öyle ki, tek bir banka, sigorta şirketi, beyaz eşya, çay, şeker, çikolata reklamını gözlerimiz dolmadan izleyemez olduk. Bu durumun bir nebze cılkı mı çıktı, yoksa duyargalarım bu aralar biraz fazla hassas olduğu için bana mı öyle geliyor? Ne zaman bir reklam kuşağı başlasa, yüreğim kaldırmıyor diye kumandaya davranıp, kanallar arasında zaplar hále geldim. Reklamları geçip, şöyle en ağdalısından bir Türk filmi ya da münasip bir melodram buluyorum. Reklamlara kıyasla, aksiyon filmi ya da komedi skeci gibi geliyor yemin ederim. Eh, böyle ‘‘incelikli’’ tüketim politikalarının güdüldüğü yurdumuzda, aşkın düştüğü hállere ve Ben Evleniyorum gibi programların gördüğü ilgiye de şaşmamalı elbet. İnternet'te karşımıza çıkan bir habere göre, ‘‘günümüzde aşk, cep telefonlarından ve bilgisayarlardan gönderilen, kamyon kıçlarına yapıştırılan çıkartmaları andıran mesajlarla yaşanıyor’’muş. Haberde yer alan örneklerin birkaçı şöyle: ‘‘n Kız dediğin İstanbul gibi olmalı; fethi zor, fatihi bir tane... n Kalbimi verdim ona saklasın diye / Buzdolabına koymuş salak, kokmasın diye...

n Seni ben değil, gözlerim seçti / Onlar sevdi, onlar beğendi / Sen benim değil, onlarınsın / Gittiysen banane, onlar ağlasın...’’ Böyle başa böyle şimşir; böyle döneme böyle aşk; böyle aşka böyle program... Bilmem, neden en başından beri Ben Evleniyorum programıyla ilgili tek bir şey yazmadığımı soranları tatmin eden bir yanıt olmuş mudur?

Seni kim kurtarsın Baba!

‘‘Mutlaka bir şey yapmış olması lázım. Michael Jackson, politik açıdan ne hata işledi?’’ diye sordu geçenlerde bir arkadaş. İnanıyor ki, adam kesinlikle birilerinin tekerine çomak soktu. Yoksa, böyle durup dururken, bir anda üzerine gidilmezdi. Ne denir? Eski güvenlik şefi Robert Wagner'ın Neverland'de çocuk tacizinin onyıllardır sürdüğüne dair, İngiliz News of the World'e vermiş olduğu beyanatlara rağmen, hakikaten de elde henüz Jackson'ın yüzde 100 suçlu olduğunu gösteren bir delil yok. Fakat el insaf yani; Jackson'ın ‘durduk yerde ve bir anda’’ üzerine çullanıldığını söylemek de iyiniyetten öte, bir nevi safdilliğe girer. Jackson'ın yıllar boyu kendisine taciz uygulamakla suçladığı ebeveyninden tutun kız kardeşlerine, hatta yakın dostu Elizabeth Taylor'a kadar herkes aynı şeyi iddia ediyor: ‘‘Michael, ırkçılığın kurbanıdır. Bunlar başına siyahi olduğu için geliyor.’’ Şaka gibi... Bildiğimiz, Michael Jackson bu; hani burun deliklerinden içeri baktığınızda beyninin gri hücrelerini görebildiğiniz, yüzü avuç içlerinden, hatta dişlerinden bile beyaz olan şahsiyet... Onyıllardır her geçen gün, bütün dünyanın gözünün önünde, deliliğe bir adım daha yaklaşan zavallı figür, ağır patolojik vak'a... Artık göz kaçırmadan bakılabilir bir simaya sahip olmadığı için devamlı maskeyle geziyor olmasını şükran ve minnetle karşıladığımız kişi... Bu adam politik olarak ne yanlış yapmış olabilir Allah aşkına? Yıllardır, kamunun gözlerinin önünde, hayvanat bahçesindeki maymunlar ve yedi yaş altı insanlar haricinde herhangi biriyle konuştuğu bile görülmemiş bir zat. Arada bir ‘nur cemalini’ gösterdiğinde de ya yüzüne peçe taktığı, hatta neredeyse burkaya soktuğu çocuklarını yürüyüşe çıkarmış ya da el kadar bebeğini -ki onu, yani üçüncü çocuğunu nasıl edindiği bile başlıbaşına bir muamma- bileğinden tutmuş, otel penceresinden sarkıtıyor oluyor. Bu dava nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, çocuklarının akıbeti, ille ki sakatta yani...

Michael Jackson babalık yapabilecek nitelikte bir insansa, o zaman Eminem de ‘‘Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan’’ filan ilan edilsin bari.

Bayram bilançosu

Málûmunuz, geçtiğimiz hafta İstanbul'un üzerine bir kábus gibi çöken terör eylemlerinin neticesinde toplam 61 kayıp verdik. Bunun yanında, Bayram trafiğinde vuku bulan kazalarda ölenlerin sayısı cuma, öğle

saatleri itibarıyla 96 kişiyi buluyordu. İlkinde omurgamızdan sarsıldık, gelin görün ki, ikincisine ne hikmetse hiç şaşırmadık... Tüm bunların yanında, standart bir üçüncü sayfa haberine göre, polisten kaçarken, hırsızlık amacıyla girdiği Bakırköy'deki binanın çatısına çıkan Uğur Ercan'a, aşağıda toplanan ve yedi saatlik operasyonu çerez yiyerek seyreden kalabalık, ‘‘Atla! Atla!’’ şeklinde tezahürat etmiş. Siz de dehşete kapılmıyor musunuz Allah aşkına? Eskiden böyle zamanlarda insanları kan tutardı, şimdilerde vahşeti kanıksamış cinnet vatanımda, neredeyse kan tutan parmağını yalayacak.
Yazarın Tüm Yazıları