Sözler kalbe gider

DİDO Sotiriyu’yu Türk-Yunan kadın barış girişimi grubu olarak evinde ziyaret ettiğimizde, ‘Tekrarlamaktan korkmayın, sevgiden, dostluktan, kardeşlikten söz edin çünkü sözler kalbe gider’ demişti.

Söz önemli. Aykırı sözler ne kadar etkiliyse, yapıcı sözler de o kadar güçlü.

Aralarındaki tek fark. Aykırılık kolay, yapıcılık zor bir şey.

* * *

BUGÜN Cumhuriyet Bayramı. Benim en sevdiğim bayram. Babamın doğum ve vefat günü olmasının da bir başka anlamı var benim için ama her 29 Ekim’de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak dünyaya gelmiş olmaktan, ilk Müslüman toplumun demokrasiye kararlı yürüyüşünün başladığı bu topraklara ait olmaktan sevinç duyarım.

İnsanlık tarihinin en ilginç deneyimlerinden biridir çünkü Türkiye Cumhuriyeti. Dünü, bugünü ve yarını ile.

Res Pubblica, Latince halka ait olanlar demektir. Halkın Yönetimi anlamında.

Cumhuriyet de cumhura ait olan.

Dün sabah Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne baktım, cumhuriyeti şöyle tanımlıyor:

‘Milletin egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığı ile kullandığı devlet biçimi.

Ben bu bayramı işte bu yüzden seviyorum. Milletin kendi egemenliğini kullanmak için geliştirdiği araçların kutsal olmadığını anımsattığı için.

Kendi kaderimizin kendi elimizde olduğunu bize yeniden fark ettirdiği için, dayatmacılığa karşı gönüllülük esasına işaret ettiği için seviyorum.

Ve bu gün, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun hazırladığı rapor çevresindeki tartışmaların daha da anlam kazandığını düşünüyorum.

* * *

HELSİNKİ Zirvesi’nde Türkiye’ye AB adaylık statüsü verilir verilmez, uyum çalışmalarına başlamak üzere Brüksel ile Ankara birlikte Katılım Ortaklığı Belgesi’ni hazırlamışlardı. Kopenhag kriterlerine uymak için yapılması gereken değişiklikler tek tek yer alıyordu bu belgede. Hemen iki yıl içinde yapılacak olanlar ve orta vadeli adımlar olarak da takvime bağlandı. Biz de neyi nasıl yapacağımızı gösteren Ulusal Programımızı hazırlayacaktık.

Dışişleri Bakanlığı’ndan bazı diplomatlar bu işle görevlendirildi. Ve Türkiye’nin Ulusal Programı hazırlandı.

Biraz hafızanızı zorlarsanız hatırlayacaksınız. Nasıl bir gürültü kopmuştu. Kürtçe eğitim hakkının tanınmasından söz ettiler diye diplomatlar neredeyse vatan haini ilan ediliyorladı.

O Program derhal çöpe atıldı ve yenisi yazıldı. Komisyon bir şey demedi aldı programı. Ama bir yıl sonra İlerleme Raporu hazırlanırken, ‘Olmamış’ dediler ve ulusal program revize edildi bu kez kimsenin sesi çıkmadı.

İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun raporu da böyle. Bu kurul, Türkiye’de insan haklarının Avrupa Birliği’ndeki insan hakları değerlerine uygun hale getirilmesi çalışmaları çerçevesinde Başbakanlık tarafından oluşturuldu.

Tabii ki rapor hazırlayacaklar. Tabii ki, ‘Benim sorunum var. Sıkıntım var’ diyenleri sesine kulak vererek çözüm önerecekler. Biz reformları kendimiz için yapıyoruz demedik mi? Müzakerelerden önce kendi sorunlarımızın ortak çözümünü bulsak fena mı? İlle reçete mi beklemeliyiz? Bu öneriler tartışılacak.

Ama uygarca. Çünkü, Dido Sotiriyu’nun dediği gibi ‘Sözler yüreğe gider.

AKP Malatya milletvekili Süleyman Sarıbaş, kendi düşüncesini kutsal kabul edip, karşı olanı küfür addedenlerden. ‘Azınlık arayanlar analarına babalarını sorsunlar’ diyor Meclis’te. Sarıbaş, Cumhur’un yani benim egemenliğimi teslim ettiğim bir görevli. Ama, benim kürsümden çıkmış küfür ediyor.

Bu ülkede, herkes biraz azınlık ama hepimiz çoğunluğuz. Ve hepimiz, bu ülkenin bütün vatandaşları, kendi kimliğimizi sadece yaşamak değil geliştirmekle de yükümlü değil miyiz? Küfürleşerek bir yere varamayız. İyi sözler kadar kötü sözler de yüreğe gider ve çoğalırlar.

Cumhuriyet, çoğunluğun dayattığı imtiyazlılar rejimi değildir. Cumhuriyet, dışlayarak değil kucaklayarak güçlenir.

İşte bu yüzden ben en çok bu bayramı seviyorum. Bu yüzden bu ülkenin yarınına umut ve iyimserlikle bakıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları