Terörist öldürülünce, vücut ısısı düştüğü için ışıklı görüntü de kayboluyor.
O güne kadar ölümün bu kadar çarpıcı bir sembolizmini görmemiştim.
Yazılmamak kaydıyla sohbet etmiştik.
Siyasi konulara hiç girmemişti.
Genelkurmay bildirileri ile ilgili bir soru sorduğumuzda, "O Genekurmay’ın konusu. Oraya sorun" demişti.
Sohbetimizin sonunda ise, "Hep siz sordunuz. Ben de size bir soru sorayım" diyerek şöyle devam etmişti:
"Sizce Türkiye’de burjuvazi, kültürel değerlerine sahip çıkıyor mu?"
Türkiye’de varlıklı kesimlerin kültürel olaylara sahip çıkıp çıkmadığını soruyor zannettim.
"Evet son yıllarda şirketler ve işadamları kültüre çok para yatırmaya başladılar. Sponsorluklar çok iyi gidiyor. Özel müzeler açılmaya başladı. İstanbul, ciddi bir uluslararası konser merkezi oldu" demiştim.
Ancak konuyu biraz açınca, asıl sormak istediği şeyin farklı olduğunu anlamıştım.
Genelkurmay Başkanı, bir toplumun başarısının sadece ekonomik gelişmeyle ölçülemeyeceğini, kendi değerlerine de sahip çıkması ve geliştirmesi gerektiğine inanıyordu.
Konuşmasından sanki, biraz medyaya, daha açıkçası bana üstü örtülü bir eleştiri yaptığı izlenimi çıkarmıştım.
Bizlerin hükümetleri değerlendirirken sadece ekonomik performansına bakmamızı eleştiriyor gibi gelmişti.
* * *
İlker Paşa, çok konuşan bir komutan değil.
Ama çok okuyan bir komutan olduğunu biliyorum.
Görevi sırasında çok fazla konuşacağını sanmıyorum.
Devir teslim törenlerinden çıkardığım bazı sonuçlar var.
Bir kere askerlerin, hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan’la daha dikkatli bir ilişki içinde olduğunu gözlüyorum.
Aynı dikkati Cumhurbaşkanlığı ve Hükümet kanadında da gözlüyorum.
Harp Okulu’nda bu defa "Cumhurbaşkanım" denmesi bunun önemli işaretlerinden biri.
Hem Hava Harp Okulu’nda, hem Deniz Harp Okulu’ndaki diploma törenleri de güzel geçti.
Cumhurbaşkanı ile Başbakan törenlere birlikte katıldı.
Öğrencilerle fotoğraflar çektirdiler.
* * *
Son günlerdeki bu gelişmelere, medyada sorumluluk sahibi insanların yazılarına baktığım zaman şu duyguya kapılıyorum.
Mesela Yeni Şafak Gazetesi’nin salı günkü manşeti de dikkatimi çekti.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nun, ramazanda oruç tutmayanlara baskı yapılmasının yanlış olduğunu anlatan sözlerini manşet yapmışlar.
Acaba, ülkemizi barış içinde yaşatacak bir "toplumsal uzlaşma" iklimi için güzel bir mevsime mi giriyoruz?
Bunu söylemek için çok erken olabilir.
Ama hislerim yanıltmıyorsa, toplumun her kesiminde umutlu olmamızı haklı çıkaracak dikkatli bir bekleyiş var.
Umarım, bu defa da rövanşistlerin, kin ve öfke rantiyelerinin, demokrasiyi sadece kendilerinin tarif edeceğine inanan sözde demokrat azınlıkların oyununa gelmez, o provokasyonlara karşı da aynı dikkatli direnişi gösterebiliriz.
Bunu başarabilirsek, belki artık bilgisayar ekranlarında da hiçbir ışık sönmez...
Manşet değiştirten tarihi karar
Dün akşam Moskova’daydım.Moskova’nın efsane haline gelmiş restoranlarından "Turandot"daydım.
Newsweek Dergisi’nin yazdığına göre; bu restoran, Hermitage Müzesi’nin uzmanları tarafından restore edilmiş ve 50 milyon dolara malolmuş.
Yemek sırasında İstanbul’daki arkadaşlar, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ervian’a gitmeye karar verdiğini bildirdiler.
Hürriyet’in manşetinde üç günden beri sürdürdüğümüz Deniz Feneri haberi vardı.
Çok önemli bir haberdi.
Ama Cumhurbaşkanının kararı açıklanınca yeni bir değerlendirme yaptık.
Hangisi Türkiye açısından çok daha önemliydi.
Benim oyum Cumhurbaşkanının aldığı kararın manşete çıkartılması yönündeydi.
Arkadaşlarımız da katılınca manşet değişti.
Çok açık ve net bir ifadeyle söylüyorum, Cumhurbaşkanı Gül’ü bütün kalbimle kutluyorum.
Cesur ve tarihi bir karar almıştır. Türkiye, hayatını karartan bu olayla böyle cesur kararlar alarak yüzleşmeyi bilebilmelidir.
Ping pong Amerika ile Çin arasındaki duvarları yıkmıştı.
İnanıyorum ki; futbol Türkiye ile Ermenistan arasındaki buz duvarlarını yıkacaktır.
Cumartesi günkü maçın galibi şimdiden bellidir. Bu maçın galibi Türk halkı ve Ermeni halkı olacaktır.