Siz yanmasanız, biz yanmasak da şu karanlıklar bir aydınlığa çıksa?

Bizde tabii orman bol, denizdi, ummandı, gani gani...

Soran olursa nehir mehir de, dere mere de tıpışlar tıpışlar, çağlar çağlar, yakar makar, veririz; nedir ki?

İkram ederiz: Çakıl makıl yani... Deniz Minareleri, boldur bizde ve biste yaaani... Kimeyse o artık'lardan çıkan o üç bacaklı pantolon artık?

‘‘Bendensin yani...’’ Kovboy şapkalı ve dahi göbekli...

Eskiden Metin Akpınar rolünü kesmişti, hani kabare dönemleriydi, hatırlayanlar hatırlamayanlara anlatsın: Kabare'ydi, devekuşu taklidi yapardı Devekuşu Kabare Tiyatrosu idi. Amin'di: ‘‘Bütün buralaa', şuralaa', oralaa', bizim oluyo; biliin mi sen?’’

Haldun Taner temelini atmış, Kandemir Konuk yazar bábında bayrak devralmış, Timur Selçuk müzik ‘‘filan’’ bestelemiş, koreografi ‘‘olaylarına girilmiş’’, Zeki Alasya ile Metin Akpınar -ki o dönem ‘‘Zeki'yle Metin’’ diye anılırlardı halk lisánında, sormayın, araya para kahpesi girmeden evvelki demler- kardaş ötesi, KARINDAŞ yazılmış, özelden öte işte buluşmuş, insan güldürmeye ÇALIŞIRLAR...

DI!

Di'liden öte, MİŞ'li geçmiş zamanlar tabii, hatırlayamıyorum ama: Öyle sormuşlardı: Uzaylılara ve turist güzellerine: ‘‘Bütün buralar, şuralar, bizim oluyor, biliyon siz?’’

Biz var ya siz (!); siz var ya biz (?) çıraları yakar, yudumları da içeriz evelallah, tuzlu tuzlu, hem balık kokusu da sinmiştir; n'olucak ki di mi?

Canımız çok çekerse, İstanbul'u da, İzmir'i de, Sakız'dı-Girit'ti, Ege ve Türk ve Yunan Adaları'ydı; káinattı, evrendi, evrimdi mevrimdi; uzaylılar gelmişti hani, Maya Kültürü'ydü, Mısır kumlarında abdest ederlerdi: Ramsesler'di, Sfenksler (Mfenksler'di); hattá Roma'ydı: İcabında, YAKARIZ!

Bulutlardan fal tutar, Tabiat Ana'dan toprak biçer; ona da kahve telvesi muamelesi çekeriz.

Şimdi, 13 katlı (+ bir de bodrum katı) bir medya binasında, üstünde ve altında kat be kat kablo döşeli, bilgisayar monitörüne bakmaktan şizoizm boyutlarında gezinen, üstelik onun da tepesinden vızır vızır geçen uçakları izleyen bir metal yorgunu olarak, üstelik 13 senedir günde birkaç paket sigara tüketen bir kendini bilmez yinesi olarak, şuursuzca sormak isterim: Bir orman, iki orman, üç orman, dört orman, 14 orman, nasıl böyle hiç acımadan, kıyım kıyım, cayır cayır yakılır?

İşi gücü, çoluğu çocuğu ihmal ederek, memleket topraklarını korumayı iş edinmiş TEMA Vakfı Kurucusu Hayrettin Karaca'ya hiç utanmadan Erozyon Dede ismi takılır?

Ar Damarı -ki kendi içinde tekildir- kaç yerinden ve kaç defa çatlatılır?

Ya bir gün alacak nefes, oksijen, hidrojen, hattá içecek iki damla H2O kalmazsa ne yaparız diye nasıl tefekküre dalınmaz? Galapagos Adası sizin de mi yakıyorsunuz efen'im?

Bütün kaynaklar tükenir, bütün tersaneler istilá altında kalırsa?

‘‘Yandım Allah!’’ nidalarıyla kafamızdan aşağı bir bidon benzin döküp kendimizi yakmaya niyetlendiğimizde, ortada kibrit üretecek iki sütun ağaç kalmadığını görürsek?

O zaman, işte o zaman ne yaparız, hiç korkmaz mıyız?

Köpekleri Hayırsız Ada'da inim inim inletip öldürerek; kedileri otobanlarda Trafik Canavarı kılığında tebdil-i mekán ezerek ve o canavar hep başkasıymış gibi poz çekerek...

Tamam yani, o konak monak yakan çakıcılar bizim de atalarımızdı. Ama itfaiyeciler de hani, tulumbacılar yani, komşuların filan ceddi değildi; yanılır mıyız?

17 Temmuz 2003 tarihli Milliyet'te Çetin Altan lütfetmiş de uzun uzadıya yazmış, okumaz mıyız? Okuduğumuzdan bir şey anlamaz mıyız?

Haberini de geçiyorlar takır takır takır; okuma yazma bilmez, üstüne de görmez -TV de icat edileli çok oluyor hani? Türkiye'ye 70'lerin başlarında geldiydi. Diziler, magazin gıcırtıları ve dandik klipler ve of course ki şimdi de reklamlar haricinde izlemez miyiz?- şuursuzlar mıyız?

‘‘Türk'e Türk'ten başka dost yokmuş,’’ öyle buyurmuş, kimse artık o birileri? Aynı şahıs olsa gerek: ‘‘Düşün düşün, yok mu başka haltın ve işin?’’ diye soran? Dünya, káinat, sebil olmuş üstümüze üstümüze yağıyor. Dünya bize köpek olmuş, biz elimizde bir meçhul tasma; hálá büyük biraderden meál gelecek diye kulak kabartıyor, üstüne üstlük, kalmışsa birkaç, bakiye orman yakmaktayız.

Hiç utanmaz mıyız?


İtinayla ceset çiğnenir


Hollywood'dan gelmiş geçmiş en ağır abilerden Spencer Tracy demiş ki: ‘‘Do right and fear no man, don't write and fear no woman.’’ Yani neymiş?: ‘‘Doğru davran ki hiçbir adamdan korkma, mektup yazma ki hiçbir kadından korkma.’’ Acaba müteveffa Tracy, James Hewitt denilen bir kekeme gevezenin getirdiği gevişe şahit olsaydı, o cümleyi bir kez daha kurma ihtiyacını duyar mıydı? Prenses Diana o meş'um kazada öleli tastamam altı yıl olmuş. Onun altı yıl boyunca korumalığını üstlenen ve aynı dönemde sevgilisi olan bu subay eskisi, hálá kadının ekmeğini yiyor. Channel 4 için hazırlanan Diana belgeselinde yine dile gelmiş vır vır da vır vır anlatıyor: Diana yatakta mükemmelmiş, eğer 10 milyon sterlin veren çıkarsa Prenses'in vaktiyle kendisine yolladığı mektupları da satarmış... İngiliz dilindeki tabiriyle ‘‘sleeping with the enemy / yatağımdaki düşman’’ bu adamcık olsa gerek...


Bak şu konuşan zıpkına


Cumartesi gecelerini tutuşturan, Ucuz Roman'lar canlandıran, saçının yağından Grease gibi müzikal klásikleri çıkaran, attığı adımlar tez konusu olan John Travolta ulaşan haberlere bakacak olursak hálá çakı gibiymiş. 15 kilo verdikten sonra kendisini tekrar seksi hissetmeye başladığını beyan eden Travolta, en güzeli de şu ki, tahmin ettiğimiz kadar hovarda gönüllü bir insanmış. Alman Bunte dergisine verdiği röportajda diyormuş ki: ‘‘İnsanın yemekte ve sekste kendisini kısıtlamaması gerektiğine kániyim. Kilodur, birikti mi verilir... Jimnastik salonu diye bir şey de var.’’ İşte size güzel insan. Bir lezzet ki tadından yenmez yani... Bir yürek ki üzerine havaalanı inşa edilir; alır mı alır... Bu beyanat bir bildirgeye dönüştürülsün, altına imza atalım isteriz...


Ayraniç’in güğümleri


Bir yurdum insanı eksik olmasın, geçenlerde cümlemizi zihinsel dumura davet etti. Artık o nasıl vazifeşinas, nasıl işgüzar, nasıl hasarlı bir mentaliteyse sahip olduğu, bey ya da hanımefendi, yememiş içmemiş ‘‘178 ALO-RTÜK’’ hattına bir şikáyette bulunmuş. Sebebi málûm, okumuşsunuzdur: Efendim, bir süt ürünleri markasının reklam kahramanı olan, animasyon inek Ayraniç'in reklamda gol atarken memeleri görünüyormuş. Allah muhafaza, çoluk çocuğun libidinal dengesi bozulurmuş. Brreh breh breh ve pesss! Yani, el insaf, hayattan ürküntünün boyutu buralara nasıl vardırılır? Herhalde kaldırımda yürürken şuurunu cebinden düşürmüş olmalı. Yazık, herhálde küçükken anne sütü emmemiş, inek gördü mü Pamela Anderson'la karıştırıyor. Ya da neyse ne... Affedersiniz, hafiften ezber dağıldı. Sessizce dağılalım yani...


Yazıktır, çok genç öldü


Şimdi nispet yapmak gibi olacak ama bundan üç yıl önce, Compay Segundo'nun hem Buena Vista Social Club ile hem de solo konser verdiği 7. İstanbul Caz Festivali'nde, kanadım kolum bir camkuşumla kulise girmeye muvaffak olmuş, hiç utanmadan Compay Segundo'ya bakmış, bakmış, bakmıştık. Biz de biliyoruz, ayıptır yani, insana yemek yerken öyle bakılmaz ama Compay Segundo'ya nasıl olur da bakakalınmaz? Önce çorba içmişti, sonra özel bir et yemeği, yanında salata, arkasından tatlı... Bu arada yanıbaşındaşındaki kültablasında baca misali tüten, katiyetle sönmeyen en Cohiba'sından bir puro... Ve çatık kaşları bir tek Compay ile konuşurken kalkan, kocasıyla flört ederken gülüm gülüm gülümseyen fındık kurdu gibi bir kadın... Zaten az önce onu sahnede akustik gitarıyla sevişirken izlemiş, gitarını öperken çıkardığı o ‘‘öpücccük!’’ sesiyle efsunlanmışız. Otomobil farına yakalanmış tavşan gibi bakakaldık tabii háliyle... Compay Segundo, o sırada 94 yaşındaydı. Geçen hafta, Benny Carter'ın ve Celia Cruz'un da elinden tutup, caz ilahlarının arasına göçtü málûm. İbrahim Ferrer, onu İstanbul'da verdikleri konserden uğurlarken dans edip gülüyordu. Buena Vista Social Club üyeleri, konserden sonra, Beyoğlu'ndaki Cambaz'a biraz daha eğlenmeye geldi. O sırada biz yine bakakalmakta, şaşakalmaktaydık. İnsanlar Küba'da çim gibi topraktan bitiyor olmalı...
Yazarın Tüm Yazıları