Siyasi yargı siyasi çatışma

GİRİZGÂHI Mehmet Barlas’ın dünkü makalesinden başlık alıntılayarak yapacağım.

“Yargı ile siyaset mi yoksa siyasetle siyaset mi çatışıyor?”

Haberin Devamı

“Sabah” gazetesi başyazarı yukarıdaki soruyu sorduktan sonra önce, “bizim demokrasimizde seçmenin yükü (diğerlerinden) daha ağırdır” diyerek, hukuk sistemi gibi büyük uzmanlık gerektiren konularda dahi “taraf” olmamız istendiğini kaydediyordu.
Ardından da kendi sorusunu şöyle cevaplıyordu:
“Ortada çok açık bir iktidar kavgası ve siyasetle siyaset arasında çatışma vardır. Askeri darbelerdeki yargının destekleyici rolü de tarafların konumu ışık tutmaktadır”.
Evet öyledir ve bu sonsuz doğru tespit mevcut kaosu tümüyle özetlemeye yetmektedir.

BARLAS’in tespiti doğrudur, zira şüphesiz ki iktidar da sütten çıkmış ak kaşık değildir ve bir dizi büyük zevali vardır ama ağacın tekilliğine takılıp orman bütününe kör bakmayalım.
Çünkü şu an kopmakta olan çıngarın esas sorumlusu tabii ki Yüksek Yargıdır.
O Yüksek Yargı ki hanidir, evrensel demokrasilerdeki kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve adaletin tarafsızlığı düsturunun üzerine kibrit suyu dökmüştür. İkisini de ayağa düşürmüştür.
Kendisinin de iktidar odağı olduğu vehmiyle yaşamaktadır. Ve bunu dayatmaktadır!
Dolayısıyla da, asla öyle olamayacak olmasına rağmen siyasi aktör kimliği edinmiştir Üstelik de bunu i-de-o-lo-jik çehreyle donatmıştır ki bir, üç beş, hangi birini sayayım?
 
ÜNİFORMALI 28 Şubat generallerini ayakta alkışlayan cübbeli yargıçları mı?
Yoksa emekli olur olmaz “hepsini asacağız” narası atan Nazi dergilerde “yazar” olan Anayasa Mahkemesi başkanını mı? Daha yoksa, sivil seçmenin yarısından oy almış partiyi gazete kupürlerinden kesilmiş “iddianeme”yle kapatmaya kalkışan Yargıtay başsavcısını mı?
Üstelik, bırakın zırt pırt demeç vermeyi, makamları gereği çok ketum olmaları gereken Yüksek Yargıçlar her an polemiğe girerek hukuki ağırbaşlılığı da ayağa düşürmüyorlar mı?
Artı, tıpkı TSK gibi, bütün davranışlarını lonca ve kast dayanışması belirlemiyor mu?
Nitekim, yine ideolojik karar alarak yetkilerini aşan ve yeni sorgulayıcıların tepesine de Demokles kılıcı asan bir HSYK’yi Danıştay ve Yargıtay’ın anında sahiplenmesi nedir ki?
Tabii ki o kast ruhunun ve yukarıdaki “siyasetle siyaset çatışma” tespitinin delilidir

Haberin Devamı

ÖTE yandan başta belirttiğim gibi, haddini ve misyonunu aşmış bir Yüksek Yargı’nın aksine, bu defa siyasetin doğal ve meşru aktörü olsa bile AKP iktidarı da “masum” değildir.
Demokratikleşmede hayatiyet arzetse bile Ergenekon davasına yansıyan o gayet vahim usûl hukuku ve birey mahremiyeti ihlâlleleri; artı, bağımsızlığı göstermelik kalan bir adalet sistemine çok muhtemelen yapılmış olan bazı “telkinler” (!), yetip yutulacak şeyler değildir.
Fakat tamam, iktidarın ciddi bir “mazereti” olduğunu da kabullenmek gerekiyor.
Zira mevcut Anayasa bugünkü köhne ve ta-raf-gir hukuk sistemini statüko kılmıştır.
Evrilmesi ise yine bizzat o statükonun kurumsal zaptiye olarak atadığı Yüksek Yargı tarafından önlenmektedir. Yani mekanizma fasit bir dairede kendini tekrar tekrar üretmektedir
Ve, el ve kolunun bağlı olduğunu gören hükümet de engeli aşmek için, her iktidarın uygulamış olduğu “dolambaçlı yollara” başvurmaktır. Legalitenin sınırlarını zorlamaktadır.
Oysa yukarıdaki köhnelik ve ceberutluk aynı köhne ve ceberut yöntemlerle aşılamaz.
Tek çare, adalet ve hukuk aygıtını külliyen reforme etmekten geçmektedir.
Ancak bu sayededir ki, kendi kendine gelin güvey olup “iktidar odağı”na dönüşmek vehmine kapılan ve dolayısıyla da “siyasileşen” Yüksek Yargı asli vazifesine döndürülebilir.
Doğru, yargı asla “siyasi çatışma”nın tarafı olamaz ve her kurum haddini bilmelidir.
Ama siyaset de onu apolitik kılacak yeni yargı yasallığına cesaret etmesini bilmelidir!

Yazarın Tüm Yazıları