Paylaş
Belediyelerden başlayarak, devletin tüm ihalelerinde dönen oyunların temelinde bu yatar.
Verilen imar izinleriyle, ihaleleri kimin almasına izin verileceğine ilişkin “işaretlerle” sağlanmaya çalışılan şey, siyaseti finanse etmektir.
Her iktidar döneminin kendi zenginlerini yaratmasının altında bu vardır.
Kendi zenginini yaratasın ki, yüksek harcamalar gerektiren kampanyalar döneminde ya da parti çalışmaları için işinden gücünden olanları besleyebilmek için yeterli kaynağa ulaşabilesin.
Bir müteahhide, imar değişikliği ile bir milyar dolar kazandırırsan bilirsin ki “acil ihtiyaç” ortaya çıktığında elini içine sokabileceğin bir cüzdan vardır.
Bir devlet ihalesinde “Sen bu işe girme, onu filancaya söz verdik” dersen bilirsin ki filanca bey bunu karşılıksız bırakmaz.
“Sen bu işe girme” dediğin de bilir ki bir başka işi de sana verecekler, sesini çıkarmadan beklersen ödülünü alırsın, eh o ödülden bir parçasını da bu düzenin sürüp gitmesini sağlamak için siyasetçiye teslim etmeyeceksin de kime edeceksin?
Düzen böyle kurulur.
Kimse yola “İktidar olayım, cebimi doldurayım” diye çıkmaz, hep yüksek bir ideal vardır.
Sonra iktidar süresi uzar, bozulma aşağılara doğru yayılmaya başlar.
Tepedeki karar vericiye ulaşmanın maliyeti vardır ve bu maliyet, o aracıların gelir hanelerine yazılır.
Para tatlıdır, büyük Allah’ım da verdikçe, verir!
Siyasetin, partilerin hesapları, siyasetçilerin gelirleri şeffaf olmadığı, bağımsız bir organ bunu denetleyemediği sürece de bu böyle sürer gider.
Bir bakarsın seçimlerden önce bir bakan özel bir uçağa atlamış, İsviçre’de bavula doldurduğu dolarlar ile geri dönmüş.
Eh bal tutan da arada parmağını yalıyor tabii.
Daha önce hangi ülkede yaşıyordunuz?
AKP hükümeti ile Fethullah Gülen cemaati arasındaki iktidar mücadelesinde söylenen sözlere bakıyorum da “Bu arkadaşlar bugüne kadar nerede yaşıyorlardı acaba” diye düşünmeden edemiyorum!
Hükümet tarafı “emniyette ve yargıda devlete paralel bir örgütlenmenin varlığından, cemaat cuntalarından” söz ediyor.
Belli ki bugüne kadar uyumuşlar! Ya da uyumamışlar ama o günlerde işlerine öyle geldiği için başlarını çevirmişler, görmezden gelmişler.
Bununla da kalmıyorlar, emniyette telefon konuşmalarına eklemeler yapıldığından, sahte delillerden söz ediyorlar.
Daha önce bu endişeleri dile getirenlere “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diye yanıt veriyorlardı oysa. O vakitler “kurunun yanında yaş da yanabilirdi”, “büyük fotoğrafa bakmak gerekiyordu”.
Dün Sabah gazetesinde “İşte cemaatin emniyet imamı” diye birisini afişe ediyorlar.
Askerler “Cemaatin orduda imamları var, albaylar astsubaylardan emir alıyor” diye yakındığında “Kimseyi fişlemeyin” diyorlardı oysa.
Cemaat feryat ediyor “Yürütme yargıya müdahale ediyor, soruşturmaları engelliyor” diye.
Deniz Feneri soyguncularını soruşturan savcıların görevden alınmakla kalmayıp bir de mahkemede yargılandıklarını, yeni savcıların suç vasfını değiştirerek sanıkları korumaya çalıştığını hiç duymamışlar belli ki!
Savcı İlhan Cihaner, makam odasından yaka paça çıkarılırken de herhalde bu dünyada yaşamıyorlardı.
Başbakan “Ben bu davanın savcısıyım” dediğinde de yüzlerinden gülücükler saçılıyordu!
İki tarafın durumu da bana meşhur fıkrayı hatırlatıyor.
Yeniçerinin biri bir Yahudi’yi tekme-tokat dövünce kadının karşısına çıkarılmış. Kadı sormuş: “Neden dövdün bu garibi?”
Yeniçeri yanıtlamış: “Bunlar İsa efendimizi çarmıha gerdiler.”
Kadı sinirlenmiş: “Oğlum bu olay yüzlerce yıl önce oldu.”
Yeniçeri omuz silkmiş: “Ben yeni duydum!”
Tekrarda yarar var
DENİZ Feneri yolsuzluğunu soruştururken kendisini mahkemede bulan savcılardan Abdülvahap Yaren’in Yargıtay’dan aldığı beraat kararından sonra söylediği sözleri sizlere daha önce bu köşede aktarmıştım.
Hazır “yargı bağımsızlığı-soruşturmaların engellenmesi” meselesi bir kez daha gündeme gelmişken tekrarda yarar vardır diyorum. Savcı Yaren Afrika’daki aç çocuk fotoğraflarını göstererek şöyle konuşmuştu:
“Yardım paralarının buralara gitmesi gerekiyordu. Peki, nereye gitti? Evli kadın, evli adamlar, metreslerini elinde tutmak için zekât paralarını bu şirketlere hisse payı olarak aktarmışlar. Niye? Cinsel istismara, şantaja devam etmek için. İşte bunun için mala el koyduk. Zekât hırsızlarını koruma altına alan bir güç var. Ben bu güce hırsızların imparatoru diyorum. Bu imparator hem altında yer alan figüranları koruyor, hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor. Hem de zekât hırsızlarını masum maskesi ile kamuoyuna pompalıyor. Hırsızlar imparatorunun kim olduğu apaçık belli. Halk arasında bir tabir vardır, arife tarif gerekmez anlamına gelen, damda gezer miyav der diye, isme gerek var mı?”
Paylaş