Paylaş
Patlaması, yırtılması çok konuşulsa da bu efsaneler silikon protezlerin önünü pek kesmiş değil. Tahminlere göre Türkiye’de bugüne kadar 100 bin kişi silikon meme taktırdı. Sanovis Sağlık Hizmetleri Şirketi’nin Genel Koordinatörü Orkan Güngör, “Silikon zannedildiğinin aksine kolay kolay patlamaz, yırtılmaz. Bunun için trafik kazası gibi şiddetli travmalar ya da delici, kesici aletlerin saplanması gerekir. Asıl sorun vücudun silikonu yabancı olarak görüp, etrafına sardığı dokuyla sıkıştırması olabilir. Ama biz buna karşı da garanti veriyor ve implantı bedelsiz değiştiriyoruz” diyor. Firma silikonunu tercih edenlere bir sigorta da öneriyor. 150 Euro’luk ekstra ödeme yapanlara sadece silikonlarını yeniden yapmakla yetinmiyor, bin dolarlık tazminat da ödüyorlar. Ki hastane ve doktor masraflarına katkıda bulunsun.
Plastik ve estetik cerrahi uzmanı Dr. Naci Çelik, silikon meme taktıranların yıllar içinde sorduğu soruların değiştiğini anlatıyor: “Hasta bilerek geliyor. Beş sene önce ‘Memelerimi büyütmek istiyorum. Kaç cc protez önerirsiniz?’ diye sorarlardı. Şimdi ‘Hangi protezi, nereden ve hangi seviyeye koyuyorsunuz’ diye soruluyor. Takılacak silikonun sertifikası ve garanti belgelerini veriyoruz. Eskiden anatomik, bilinen adıyla damla protezler yoktu. Günümüzde daha doğal göründüğü için damla protezlere ilgi büyük. Bizim hocalarımız daha büyük protezler koyardı. Artık daha küçük protezler tercih ediliyor.”
KALÇALAR BÜYÜDÜ MEMELER KÜÇÜK KALDI
Dr. Çelik, sağlıksız beslenme, haraketsiz yaşam gibi faktörlerin de etkisiyle vücuttaki orantının bozulduğunu belirtiyor: “Genel olarak Türk kadınlarının memeleri zaten küçük. Bel ve kalçalar genişleyince memeyle alt bölge arasındaki orantı hepten bozuldu. 17-30 yaşın arasındaki kadınların vücudu üçgen gibi. Halbuki annelerinin memesi daha büyük, daha orantılı.”
Halen piyasada yaklaşık 10 firma silikon pazarlıyor. Silikon meme taktıracaklara önerim, ürünün detaylarını öğrenmeleri ve hangi firmanın ürünü olduğuna dikkat etmeleri. Doktorunuzdan mutlaka bir sertifika, evrak talep edin. İsimsiz, markasız ürünlerin takılmasına izin vermeyin. Her şeyin olduğu gibi silikonun da Çin malı var. Dr. Çelik, “Bazen hastalar silikonlarını değiştirmek için geliyor. Bakıyorum protez hiçbir şeye benzemiyor. Silikonu çıkarınca görüyoruz ki ne adı var, ne de kaç cc olduğu. İmplantın içine koydukları bile silikon değil, silikonun yağı. Bilmeyen birinin dışarıdan bakınca ayırt etmesi zor” diyor.
Klinik araştırma olmadan, ilaç bulunamaz
İlaç araştırmaları gündeme gelince hep aynı kaygı dillenir: “Biz kobay mıyız?”. Oysa gönüllü hastalarla yapılan klinik araştırmalar bilimin gelişmesi açısından şart. Üstelik araştırmayı yürüten klinikler hem bilim hem de olanaklar açısından ihya oluyor
Novartis’in Kavacık’daki merkezinde Berkman’ın yanısıra firmanın önceki yıllarda yöneticiliğini yapan Edgar Poffet, Erman Atasoy, Ayet Üsküdarlı ile biraraya geldik. İlaç sektörüyle ilgili geçmişten günümüze birçok konuyu masaya yatırdık. Ancak bugün sizinle ilaç araştırmalarıyla ilgili konuştuklarımızı paylaşmak istiyorum.
Erman Atasoy, 1960’lı yılların başında Türkiye’de ilaçların faz 3 (hastalar üzerinde etkinliğinin ve yan etkilerinin gösterilmesi) aşamasında klinik çalışmalar yaptığını hatırlatıyor. Başka bir deyişle Türkiye dünyada ruhsat alacak ilaçlarda söz sahibiydi. Ancak yıllar içinde Türkiye bu araştırmaların dışında kaldı. Halen bir türlü istenen düzeye ulaşamıyor. Atasoy, “Hem yeni ilaç istiyoruz hem de ilacın test edilmesine karşı çıkıyoruz. İlaç araştırmalarını gelişmemiş ülkeler yapamaz. Hastaların takibi için laboratuvar, personel gibi olanakların iyi olması gerekir” diyor.
YÜZDE 95’İNİ GELİŞMİŞ ÜLKELER ALIYOR, BİZ KOBAY MIYIZ DİYE DİRENİYORUZ
Güldem Berkman, çok merkezli bilimsel araştırmaların aynı zamanda başlaması gerektiğini söylüyor: “Ancak etik kurul onayları dünyada ortalama iki ayda çıkarken bizde altı ayı buluyor. Hastalar deneyler sırasında büyük riskler yaşamıyor çünkü her biri titizlikle izleniyor. Amerika’da hastalar önceden sıraya girerek araştırmaya dahil oluyor. Yıllık 90 milyar dolarlık ilaç araştırma-geliştirme pastasının yüzde 95’ini gelişmiş ülkeler alıyor. Türkiye’nin bu pastadan aldığıysa 30 milyon dolar. Halbuki nüfusumuz ve pazarımız gözönüne alındığında Türkiye’nin yılda en az 1 milyar dolar pay alması lazım. Ayrıca unutmamak lazım ki bu araştırmalardan gelen parayla klinikler kalkınıyor, bilimsel yayınlar çıkıyor. Bunun için sadece ilaç firmasının hadi demesi yetmez. Devlet, üniversite ve ilaç firmaları üçlü sac ayağı olarak işbirliği yapmalı.”
Zenginler kolon, fakirler mide kanseri
Yakın zamana kadar Türkiye’de mide kanseri sıklığı, kolon (kalın bağırsak) kanserinden fazlaydı. Son yıllarda ise kolon kanseri sıklığında artış gözleniyor. İlginç tarafı, bir ülkede mide kanseri artarsa, kolon kanseri azalıyor. Ya da tam tersi kolon kanseri artarsa, mide kanseri azalıyor. Çünkü mide ve bağırsak, sindirim sisteminin aktörleri. Dolasıyla her iki kanserin beslenmeyle ilişkisi büyük. Ülkede besinleri saklama koşulları kötüyse, buzdolabı yerine tuzlama, salamura, tütsüleme gibi yöntemlerle korunmaya çalışılıyorsa mide kanseri sıklığı yükseliyor. ABD’de bu konuda yapılan klinik gözlemler bunu doğruluyor. Buzdolaplarının evlere girmesiyle mide kanseri azalmış. Buna karşılık sosyo-ekonomik düzey yükseldikçe kolon kanseri sıklığı artıyor. Çünkü kentleşmeyle birlikte beslenme alışkanlıkları değişiyor. Daha kolay hazırlanan ve tüketilen, lif oranı düşük, işlenmiş, yağdan zengin yiyecekler kolon kanserini provoke ediyor. Kısacası ne kadar doğaldan uzaklaşırsanız, gıdalarınız ne kadar çok işlenirse ve bağırsakta ne kadar uzun süre kalıyorsa kolon kanseri riski artıyor.
Gayrettepe Florence Nightingale Hastanesi Tıbbi Onkoloji ve İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Demir, “Türkiye’de şimdiye kadar mide kanserleri daha fazlaydı. Kentleşmeyle beraber beslenme tarzlarının değişmesi özellikle kentlerde kolon bağırsak kanserleri arttı” diyor.
10 YIL ERKEN YAKALAMAK MÜMKÜN
Prof. Dr. Demir, Türkiye’de kolon kanseri sıklığında artış gözlediklerini söylüyor. Üstelik giderek daha genç yaşta ve daha ileri evrede: “İnsan vücudunda, farklı dokularda 100’e yakın kanser oluşuyor. Sadece birkaçının gelişimi uzun yıllar alıyor. Bu da erken tanı ve tam tedavisinin mümkün olduğu anlamına geliyor. Bunlardan biri de kolon kanseri. Bağırsaktaki basit bir polipten, kanserin gelişmesi için geçen süre yaklaşık on yıl. Hastalık polip döneminde yakalanırsa önlenmesi mümkün. Çoğu kere sadece poliplerin alınmasıyla bile kurtulmak mümkün.”
Kolon kanseri onkoloji biliminin üzerinde en çok çalıştığı kanserden biri. Tümör hücresinin moleküler yapısı ve genetik şifreleri çözülüp, daha fazla bilgi edindikçe akıllı moleküller geliştirildi. Akıllı moleküllerle ‘hedefli tedaviler’ bulundu. Bu gelişme kişiye özel kanser tedavisi dönemini de başlattı. Prof. Dr. Demir, “20 yıl önce kolon kanserli hasta ileri evredeyse tedavi yapalım mı, yoksa sadece destek mi verelim diye tartışılırdı. Hastaları maalesef altı ayın ötesine taşımak mümkün olmazdı. Hedefli, kişiselleştirilmiş tedavilerle en ileri evredeki kanserlerde bile hastalara 2-3 yıl zaman kazandırabiliyoruz. Bir anlamda hastağı kronik hale getirip, kontrol altında tutuyoruz” diyor.
Önce by-pass, sonra akupunktur
TAMAMLAYICI TIP
Akupunktur binlerce yıllık geleneksel tıp uygulaması. Açık kalp ameliyatlarıysa akupunktura göre çok genç ve komplike operasyonlar. Günümüzde ikisini buluşturansa ortak hedefleri: Hastaların daha fazla yarar görmesi.
By-pass gibi açık kalp ameliyatı geçiren hastalara özellikle sigarayı bıraktırmak, ağrılarının kontrolü için ilaç tedavisinin yanısıra akupunktur uygulanabiliyor. Medikal Park Göztepe Hastanesi kalp ve damar cerrahı Dr. Orhan Coşkun, sadece cerrahi yapmakla kalmıyor, ameliyat sonrası gerekli görülen vakalarda akupunkturu bizzat kendi yapıyor. “En ileri modern tedavilerin yanında, tamamlayıcı tıbbın değişik yöntemleriyle de hastalarımızı destekliyoruz” diyen Coşkun, hastaların koroner by-pass operasyonlarından sonra sigaraya tekrar başlamasını önlemek amacıyla sigarayı bıraktırmaya yönelik akupunktur yapıyor. Ayrıca ameliyat sonrasında hastalarda görülen ve ilaçlara yanıtsız ağrılar, kabızlık, iştahsızlık, uykusuzluk gibi sorunlarda da zaman zaman akupunktur uyguladı ve olumlu yanıt aldı. Yaklaşık 12 yıldır tamamlayıcı tıpla ilgilenen Dr. Coşkun, “Hasta onaylıyorsa akupunkturu uyguluyorum. Ayrıca bu destek tedavisi ilaçlara alınan yanıtı da arttırıyor” diyor.
Tuna Kiremitçi (37-yazar)
SAĞLIĞIM İÇİN
MuUTLAKA YAPARIM: Doğal vitaminler alıyorum, ev egzersizleri ve yürüyüşler yapıyorum.
ASLA YAPMAM: Alkol tüketiminde aşırıya kaçmamaya dikkat ediyorum.
MUTLAKA YAPACAĞIM: Ailede kalp ve damar hastalığı genetik. Check-up yaptırmayı düşünüyorum.
UZUN LAFIN KISASI
YANLIŞ: Çocuk tuvalet eğitimi ne kadar erken alırsa o kadar iyi! Bir an önce bezden kurtulsun ki biz de rahat edelim, o da. Yürüyen, konuşabilen çocuğun tuvaletini söylememesi için hiçbir neden yok. Hem erken tuvalet alışkanlığı kazanmak zeka göstergesi...
DOĞRU: Tuvalet eğitimini erken başlatmak kabızlığa yol açabilir. Tuvalet eğitimi için ideal zaman 24’üncü ay. Üç ay öncesi veya üç ay sonrası da normal sınırlarda. Eğitimden 15 gün içinde yanıt alınmıyorsa, çocuğu zorlamayın. En az bir ay yanında bu konuyu konuşmayın.
Hangi kansere hangi bitki
ŞİFA KÜTÜPHANESİ
Bitkilerle ilgili o kadar çok kişi konuşuyor ki... Bazen hangisine güvenelim, inanalım şaşırıyoruz. Ancak hangi kansere, hangi bitkinin iyi geldiği sorusunu yanıtlayan Ege Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Canfeza Sezgin olunca bize düşen güvenmek. Doç. Dr. Sezgin en güncel bilimsel literatürden elde edilmiş, en yeni bilgileri içeren kapsamlı çalışmasını kitaplaştırdı. Hayykitap bastı. Hangi bitki, hangi kanserden koruyor, hangisini tedavi ediyor, kanser hücrelerini öldüren 79 bitki hangileri, bitkilerin içinde gizlenen kanser düşmanı etken maddeler, vitamin, mineral ve hormon takviyeleri ve daha birçok sorunun yanıtı bu kitapta. 17 lira.
Paylaş