Paylaş
Londra’nın köylerinin güzelliklerinde kaybolmadan önce kendi köylerimizin anılarına birkaç satırla ulaşmak istiyorum. Köy demek , benim için dut ağaçlarına tırmanmak , kuzuların peşinden koşmak, sıcacık nine masallarında kaybolmak demekti. Şehir hayatının kopardığı ellerimiz, bir dut ağacının altında üzerine dökülecek dutları kolayca toplamak için kocaman bir örtü etrafında birleşirdi.
Tüm anları unutup kafalarımıza düşen onlarca dutun yarattığı sevinçle kahkahalarımızı paylaşır, eğer soba yanıyorsa; çıtır çıtır kestane sesleriyle ruhumuz şenlenirdi. Sabahları köpeklerin, horozların, ineklerin, kuşların oluşturduğu çok sesli koro ile güne merhaba derdi nineler.Onları çocukları gibi severlerdi. Kendileri kahvaltı yapmadan hayvanlarını beslerlerdi. Bir ya da iki gün gidilen köy günlerine ömürler sığardı. Bir yanı köy görmüş, hayvana dokunmuş, masallar dinlemiş çocuklar , kalplerinin bir köşesinde kocaman bir gökkuşağı barındırır. O günlerin çocukları , şimdilerin yetişkinleri şehir koşuşturmasından her uzaklaştığında o gökkuşağı tüm renklerini belirgenleştirir. Hadi gelin bu sefer gökkuşağının izini Londra’nın köylerinde sürelim.
Cotswold; Londra’ya 2 saat yakınlarında birçok köyün birarada olduğu yemyeşil bir cennet. Araba kiralayarak gezmek bana ekstradan bir yorgunluk olarak geri döndüğünden Londra Victoria Coach Station’dan kalkan turlarla Cotswold’a gitmeyi tercih ettim. Yolculuk boyunca otobüs camından doğayı izlerken usulca cennetin kapıları aralanıyor. İlk durağımız; Cotswold’un kapısı olarak bilinen Burford.
Köy sizi upuzun bir yokuş ve onu etrafına sıralanmış sarımsı evlerle tam bir Ortaçağ kasabası olarak karşılıyor. Bu köy Sarmaşık kaplı evleri ve turistleri kadar, hafta sonunu doğada geçirmek isteyen Londra’nın yazarları, sanatçıları, antikacıları ile de ünlü.Zaten evlerin sahipleri de onlarmış. Bu evleri görünce neden İngilizler’in Fethiye’de Yeşilüzümlü köyünü çok sevdiklerini anladım. Taş evleri ile ünlü Yeşilüzümlü onlara bu köylerdeki atmasforü yaşatıyor.
Bol bol foto çektirdikten sonra dünyada mutlaka görülmesi köyler listesinde olan Bibury’e doğru yola koyuluyoruz. Ekin tarlasına yönelmiş mutlu çekirgeler gibi zıplıyarak rehberimizi takip ediyoruz. Bibury demek sıra evler demek. Sıra evleri ve hikayesini rehberimizden dinlerken bir ana takılıyorum. İlerlemiş yaşına ve yağmurlu havaya rağmen rağmen şemsiyesinin altında sanatını icra eden ressam ile bakışıyoruz. O mütevazi gülümsemisi ile hoşgeldin derken ben hayatı dolu dolu yaşayamanın önemini birkez daha anlıyorum. Yetmişinde bile resim yapıyordu. Zamam denilen hırsız hayatının enerjisini hala ondan çalamamıştı. O zaman Nazım’ın bize armağan ettiği şiirin birkaç satırını anımsayalım mı?
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın ,bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
Bibury adımlarken öğle yemeği vakti çokdan gelmişti. Dünyanın en şık butik otellerinden biri tercih edilmişti. “Swan Otel” romantizimin, şıklığı simgesi. Bir tur programında bu kadar şık bir otelde öğle yemeği hayal etmemiştim. Piyano sesleri eşliğinde şık bir salonda karşılıyorlar. Mumlar eşliğinde romantik bir öğle yemeği arasından sonra yeni köylere doğru yola çıktık. İçerdeki havayı eminim otelin dışardan çektiğim bu fotoğrafı özetliyordur. Eğer tur ile gelmeseydim bu otelde bir gece kalmak isterdim.
Gezimizin ikinci kısmına Bourton-on-the-Water ile başlıyoruz, Stow on the Wold ile sonlandırıyoruz.İlk köyümüz içerisinden geçen nehir ve taş köprüleri nedeniyle Cotswold’un Venedik’i olarak biliniyor. Alışveriş için birçok hediyelik dükkanı ve antikacıları bir arada görebilirsiniz. Antika severler için cennet bir köşe. Ama fiyatlar ne yazık ki pahalı. Stow on the Wold bizi kocaman bir meydan etrafında restoranlar ve şirin kafeler ile karşılıyor. Yolculuk sırasında rehberimiz bu köyde İngiltere’nin en eski oteli olduğunu söylüyor.
Varır varmaz vakit kaybetmeden oteli bulmaya koyuldum. İlk meydanı görünce bu köy diğerlerine göre daha büyük gelmişti ama panik yapmama gerek yokmuş beş dakikalık yolculuk sonrası oteli buldum. Oteli ararken ismini kaydetmediğim çok şirin kitap kafeye denk geldim. İçeriden yumuşacık müzik sesleri geliyordu. Seyahat ve gastronomi ağırlıklı kitapları incelerken İstanbul’da tadılması gereken sokak tadları adlı kitap raflar arasından göz kırpıyordu. Otelin tarihini inceledikten sonra yola çıkmadan akşam yemeği için hala vaktimiz vardı. Yemek eşliğinde derin bir sohbete başladık .Zihnimizin aslında bütün dünyayı bir yerden , bir yere taşıyabilecek kadar büyük olduğunu, sanatın, gezinin ve edebiyatın dünyada tüm sorulara cevap olduğunu , güzel şeylerin ancak yoldan çıktıktan sonra görülebileceğini konuşuyorduk. Yola çıkmak,yoldan çıkmak ne güzeldi, yaşamak ne güzeldi….
Fotoğraflar: Sermin KARATAŞ
Üç turistin çektiği Türkiye videosu izlenme rekorları kırdı
Skyscanner’ın aşağıdaki arama motorunu kullanarak istediğiniz yere en ucuz uçak biletini bulabilirsiniz. Hemen uçak bileti arayın!
Paylaş