Paylaş
Dünyanın en görülesi tren hattı iddiasını duyduğumda bu kuzeyin 2 muhteşem şehri arasında başka bir yolculuk şekli düşünmedim. Mevsimlerden yaz ve haliyle ülkemizdeki yüksek sezon dolasıyla tatil cennetleri aşırı kalabalık ve çok sıcak. Bu koşullarda sakinliğin ve doğanın kendini açıkça gösterdiği bir de nemsiz ılımlı bir atmosferin olduğu bir kuzey ülkesi benim gibi soğuk ve huzur arayan insanlara daha iyi bir tatil seçeneğidir.
Oslo merkez istasyonuna geldiğimde önceden rezerve ettiğim gibi yaklaşık 5-6 saat sürecek şehirler arası trenin kalkış yerini aramaya giriştim. Hayat bu gibi ülkelerde öyle kolay ki fazla bir gayret sarf etmeden aradığınızı buluyorsunuz. Her ayrıntı düşünüldüğünden insanlar rahat ve endişesiz. Organize bir dünyada yaşasaydık ne güzel olurmuş tıpkı burada olduğu gibi. Belki de farklılıklara tanık olup zevk almak gerekir. Neyse, trenin ayrılmış konforlu koltuklarına oturdum. Keyifli vakit geçmesi için gerekenlerin tümü mevcut. İnternet, priz, çalışma masası, koltuk cepleri, ayak koyma yeri, özel havalandırma, her daim yiyecek içecek ve hepsinden daha güzeli geniş ve temiz bir pencere. Trenleri çok severim ama şartlarım var. Dışarıyı net görebileceğim kadar büyük ve temiz bir pencere yanında bir de koltuklar yeterince geniş ve aralıklı olursa yolculuk daha da keyifli olacak. Tren tam saati olan sabah 11.00’de kalktı. Hadi bakalım, yol boyunca heyecanımın azalmamasını ümit ederek, bir yandan gözlük camlarımı silerken diğer yandan da fotoğraf makinemi hazır duruma getirdim.
Seyahat yazarlarının ağız birliği ettiği muhteşem manzaralarıyla dört mevsimi yaşatan yolculuk başlamış oldu. Oslo’dan çıkarken önce şehrin sokakları, düzenli temiz caddeleri gözünüze çarpıyor sonra tren hızlandıkça bunlar gözden kaybolurken başka görüntülerle yer değiştiriyor. İşte fiyort görüntüleri başladı penceremden hangisini fotoğraflayacağıma şaşırmış bir şekilde makineye durmadan basıyorum. Trenin sağında ve solunda yeşilin tüm tonlarıyla bütünleşmiş tahtadan yapılı üçgen çatısıyla tek katlı ahşap kuzey evleri karşımızda. Bunlar bizim Karadeniz evleri gibi aralarında çok mesafeyle yerleşmiş ve dağlar tepeler boyunca serpiştirilmiş gibi duruyor uzaktan. Tren yer yer minyatür gibi duran küçük ve şirin istasyonlarda yavaşça durduğunda ya tek kişi biniyor ya da iniyor kalabalık asla yok, gürültü ve çöp ise burada anlamsız bir şey. Doğaya saygılı olmaya karşı eğilerek ve minnetle gözlerimi daha da açıyorum zira bu coğrafyanın eşsiz görüntüleri kaçırılacak gibi değil.
Fyordlar çok enteresan bir doğa olayı. Denizin, buzul vadilerini basması sonucunda oluşan ve çoğunlukla iç kesimlere kadar sokulan; ince, uzun, genellikle çok derin ve kenarları çok dik körfez burası. Fyordlar; genellikle Norveç, Grönland, Alaska gibi kuzey ülkelerinde görülen ilginç bir kıyı tipi diyor Vikipedi. Bu doğa harikası coğrafya uçaktan da öyle güzel görünüyor ki aslında en güzel görsellik havadaki diye düşünmeden edemiyorum. Bu ince ve zarif kıvrımlar bölgeye harika bir tarz katmış, dünyada benzeri olmayan bir coğrafya yaratılmış. İşte bu nadide fyordlar bölgesinden aşağı yukarı kıvrılarak geçen bir trenin içerisinde olma fikrinin hele bu mevsimde ne kadar doğru bir fikir olduğuna inanarak resim çekmeye devam ediyorum.
Güneşin tam tepede olduğu bir kare yakalamışken birden makinemin ekranından ince ince yağmur damlaları görüyorum. Bir sonrasında ise hava soğuyor aniden üzerime yanımda getirdiğim hırkamı giyiyor kahvemi yudumluyorum. Üzerinde dumanı tüten sıcak kahve kokusu ile birleşen gri yeşil manzara ile kendimi kaybetmişken tren bir istasyonda yine nazikçe duruyor. Has doğa kokan mis gibi taze hava içeri giriyor. Bu kez hırkamı çıkarıyorum soğuk havanın verdiği dirilikten sonra şimdi de ılık bir meltem içimi ısıtıyor. İstasyon görevlileri yaşlı ve engellilere öncelik ve yardımlarını esirgemeden ve hiç aşırı olmayan bir gecikme ile devam düdüğünü çaldıklarında bizler de içinde bulunduğumuz dinginlikten biraz hareket haline geçiyoruz ve alıyoruz kameraları elimize tekrar! Bir yanda tepelerden derin bir coşkuyla akan fiyort suları ile birleşen küçük şelaleler diğer yanda deniz ve 14 derece sıcaklıkta denize giren insanlar, biraz güneş oldu mu hemen mayolarını giyip güneşlenen yerli halk ve tam bunları yaşayıp görüntü alırken aniden kameraya yapışan kar taneleri. Biraz daha yüksekte uzaktan alacalı bir hayvan derisini andıran buzul dağları ve karla bir nakış gibi süslenmiş kar tepeleri. Temmuz ayında bile kayak yapılacak derecede karlı olan tepeler sanırım sadece bu coğrafyalarda mümkün.
Çok uzaklardan tam bir sporcu sitiliyle kayan kayakçıların bıraktığı esinti trenin içindeki havaya bile enerji katıyor. Hem gözü hem ruhu doyuran bir rüzgâr gibi iz bırakarak… Bu arada dünyaca tanınmış istasyonlardan geçiyoruz. Myrdal ve Flam istasyonları. Bu hattan giderken trenin durduğu ve hatta buradan değişim yapabileceğiniz çeşitli fiyort ve doğa sporu turlarına geçebileceğiniz aktarma yerleri. Bu istasyonlarda tren biraz daha uzun bekliyor çünkü daha çok kişi sakin bir şekilde inip biniyor. Ne bir rahatsız edici kalabalık ne de panik olacak bir durum olmayınca yüzler hep gülümsüyor doğal olarak…
Betonun yer almadığı sadece ve sadece tahta evler, düzenli ve bakımlı bahçeleri olan küçük arazi ve mekânların olduğu buzul dağlarının tepelerinin aralarından yolculuğa devam. Bazen nehir kenarlarındaki bazen de şelalelerin sesleri doğanın gizemli ve derin müziğine farklı bir renk katıyor. Yaklaşık 6 saat süren bu enfes serüven boyunca kitabınız açık kalabilir ama ne kadar okursunuz bilinmez. Çünkü her an farklı bir iklimle karşı karşıya kalınabilir. Tam dingin bir ortamda tepelere yükselirken çılgın bir bisikletli grup ile yarışmak sizi şaşırtmasın. Oranın insanı için bisiklet son derece doğal bir ulaşım aracı ve herkes küçüklüğünden beri bisikletçi olarak yetişmiştir. Başında kaskları ve korumalı bisikletçi kıyafetiyle buzullar arasından pedal çevirerek geçerken çılgın ama ne kadar sağlıklı insanlar olduğunu görebilirsiniz. Onlar için spor olmazsa olmaz bir aktivite. Hele bisiklet ve dağcılık o kadar sıradan bir spor ki… Onları izlerken bir de bakmışınız 1200 metrelere kadar yükselmiş tren. Bir de kar ve gri manzaralı bahçelere geçiş olmuş. Olsun yeniden inecek ve tekrar ılık bir havaya dönüş yapacak. Ama havanın rengi ve kokusu hakkında bir garanti yok. Yukarıdan ne yağacağı da belli olmaz! Bekleyip izlemek lazım… Duru bir güzelliğin hakim olduğu tepelerden çıkarken kulakta hafif bir müzik bence en güzel bir terapi olacaktır bunu imkan varsa kendinizden esirgemeyin.
Dışarıda yaşanan dört mevsim her an değişirken konforlu bir ortamda elinizdeki sıcak kahvenizi yudumlayarak fyordlar arasından süzülürken tüm kaygılarınızı bir süreliğine unutun. Bu yolda süzülürken derin nefes alıp vererek, gözlerinizi mutlu ve içten bir gülümsemeyle kapatıp “ne kadar şanslı olduğunuzu” düşünmenizi dilerim. Ah! İşte Bergen tren istasyonu göründü bile. Keşke bu rüya çabuk bitmeseydi.
Fotoğraflar: Alamy
Paylaş