Venedik’in arka sokaklarında çocuksuz üç gün
Bu yazı San Marco Meydanı, Rialto, Ahlar köprüsü ve müzeler ile ilgili değil. Daha çok şehrin kendisi, sokakları ve orada yaşayan yerel insanların hayatı ile ilgili. Öte yandan şehrin kendisi zaten bir açık hava müzesi
1,5 yaşındaki ikiz kızlarımızı anneannelerine emanet edip 3 geceliğine gittik âşıklar şehri Venedik’e. Şehre ilk adım attığımızda kesinlikle çocuksuz gitmenin doğru bir karar olduğunu gördük çünkü Venedik çocuk dostu bir şehir değil. Tabi ki bunun şehir insanı ya da yaşantısı ile bir ilgisi yok. Sadece şehrin kendisi özellikle küçük çocukla vakit geçirmek için çok doğru bir yer değil. Küçük köprülerin hemen hepsinde rampa yok, bu yüzden bebek arabası ile dolaşmak isteyenlerin işi çok zor. Çocukları sürekli kucakta taşımayı tercih edenler olabilir ama bizimkiler gibi koşturmak isteyen çocukları olan aileler için imkânsız çünkü malum Venedik kanallar ve su şehri.
Piazzale Roma meydanında otobüsten indikten sonra (havaalanından şehre direkt giden deniz otobüsünü tercih etmedik çünkü uzun sürüyor) otele gitmek için bizce en iyi yol yürümekti. Çünkü bir şehirde en merak ettiğimiz yer şehrin sokakları. Sokakları görmek, ertesi gün gideceğimiz bazı dükkânları belirlemek, kafe ve restoran seçenekleri belirlemek ve şehrin ilk kokusunu içinize çekmek için yaklaşık yarım saatlik bir akşam gezintisi. Yarım saatlik diyorum çünkü adanın bir ucundan diğer ucu yaklaşık yarım saat. Yürüyemem diyenler için ada içerisindeki en büyük kanal olan grand kanaldan veya adanın etrafından giden vaporettolar (küçük deniz otobüsleri) var. Tek gidiş 7 Euro olduğu için 20 Euro’ya bir günlük bilet alıp, süresi dolmadan Murano ve Burano adalarına da gitmek ekonomik ve mantıklı bir seçenek.
VENEDİK'TE ESNAF LOKANTALARI
Daha önce belirttiğim gibi Venedik bir açık hava müzesi. Sokaklarında dolaşmak, beğendiğiniz küçük bir meydanı seyrederek ya da kanal kenarındaki bir kafede kanaldan geçen gondolları seyrederek vakit geçirmek harika. Venedik’te yeme-içme kültürü San Marco meydanından uzaklaştıkça yerelleşiyor ve ucuzluyor. Rialto köprüsü çevresindeki mekânlar da oldukça turistik. Biz bir mekânın kapısında ‘Ristorante’ yazıyorsa oradan uzak durduk. Ristorantelerde her ülke mutfağından örnekler bulabiliyorsunuz, menüler İngilizce ve yemekleri tanımıyorsanız riski az, ama fazlasıyla turistik.
Trattoria ve osterialar ristorantelere göre daha az turistik mekânlar. Trattorialar daha ara sokaklarda, daha mütevazı, çeşit daha az ve daha çok yerel tatlara yer veriliyor. İyi bir makarna yemek için kesinlikle ristorantelerden daha doğru bir tercih. Taptaze günlük makarnalarını kendileri üreten Antica Carbonera, Trattoria da Fiore ve Trattoria alla Madonna iyi seçenekler.
Osterialar ise trattorialar gibi fiyat açısından en uygun aile lokantaları. Tabi bu mekânların öğle servisinden sonra akşam servisine kadar yüksek ihtimalle kapalı olacağını da hesaba katmak lazım. ‘Osteria Paradiso Perduto’, ‘Osteria Oliva Nera’, ‘Osteria Al Mascaron’ bizim deneyip de çok memnun kaldıklarımız. En güzel trattoria ve osteriaları Venedik’in kuzey bölgesi olan Canneregio ve doğu bölgesi olan Castello civarında bulabilirsiniz. Tabi Trattoria ve Osteria’larda İngilizce menü bulamama olasılığınız yüksek. Bu yüzden gitmeden önce bazı yemekleri internetten araştırıp İtalyanca isimlerini öğrenip not almakta fayda var. Örneğin Sarde in Saor (Venedik usulü sardalya), Bigoli in salsa (sardalya sosunda makarna), Seppie al nero (Mürekkep balıklı makarna) oldukça lezzetli.
YOKTAN VAR EDİLMİŞ 'GÖKKUŞAĞI KÖYÜ'
Karnımızı da doyurup aynı biletle rengârenk evleriyle bir gökkuşağı köyü olan Burano adasına geçtik. Burası “Bu adanın bir özelliği yok, ne yapalım da milyonları buraya çekelim” sorusunun dünyadaki en güzel karşılıklarından birisi. Ama gerçekten doğru bir karşılık bulmuşlar zira Burano fotoğraf meraklıları için bir cennet. Adadaki evlerin gece eve sarhoş ya da karanlıkta dönen balıkçıların evlerini rahat bulabilmesi için farklı renklere boyandığı söyleniyor olsa da, turizme çok büyük katkısı olduğu için belediye bunu bir zorunluluk haline getirmiş ve adanın sakinleri evlerini hangi renge boyayacaklarına karar veremiyor, belediyenin sunduğu seçenekler arasından tercih yapıyorlar.
Ancak Burano adası görülmezse Venedik gezinizin kesinlikle eksik kalacağını söyleyebilirim. Her şeye rağmen ada sizi umursamadan kendi hayatını yaşıyor. Çocuklar evlerinin önünde bisiklete biniyor ve yaşlı teyzeler dantel örüyorlar.
Her gittiğiniz gezide mutlaka bir yerinde “Ah keşke buraya yerleşsem” dersiniz ya, işte Burano tüm Venedik gezimiz boyunca yerleşmek isteyebileceğimiz tek yer oldu. Burano insanoğlunun isterse yaşadığı yeri ne kadar güzelleştirebileceğinin dünyadaki en güzel örneklerinden birisi.
Özetle Venedik 3 günlük tatil için ideal, imkânı olan herkesin mutlaka 1 kere görmesi gereken, taş binaları denizin içinden yükselen doğal bir film platosu. Ancak birkaç günden sonra sadece su ve taşın içinde olmak insanı bunaltmaya başlıyor ve saksıdaki toprağı bile öpüp alnınıza koyacak kıvama geliyorsunuz. Venedik’ten dönünce kesin olarak emin olduk ki, deniz olmayan bir yerde belki yaşayabiliriz ama toprak olmayan bir yerde yaşamamız mümkün değil.