Paylaş
Rahat ve nispeten geniş bir yolda lüks bir 'Jeep' ile yol alıyoruz. Dışarısı alışagelmedik derecede soğuk ve rüzgarlı. Arada bir yüzünü gösteren güneş tanrısı 'Helios' olmasa kemiklerimize kadar titeyeceğiz. 'Dostlar acı söyler' deyimi arkasına sığınarak yazıma acı başlayayım: Yollar bakımlı ama cevresi fazla bakımdı değil. Çöpler yerlerde, plastik torbalar çalılara takılmış yılbaşı süsü gibi. Sırf betonarmesi tamamlanmış, büyük ihtimal yeterince satılmadan müteahhitin parası bitmiş ve hiç oturulmayan ve belki de hiç oturulamayacak hayalet 'site'ler. Deniz şeridine asker nizamı dizilmiş 'villa' lar. İşte bu çirkin resmi geçit ile başladık gezimize.
Beyefendi sağımda otoyu kullanıyor. Trafik soldan, otoların direksiyoları sağda. İngiltere gibi. Yüzyıllar boyu değişik medeniyetlere ev sahibi olmuş bu topraklarda, değişik ve bol baharatlı bir sebze çorbası bu “Kıprıs” (Kıbrıs bu şekilde telaffuz ediliyor). Çok sempatik bu lehçede sık sık Yunanca ve İngilizce kelimeler de duyuluyor. Soruyorum: “Sizce Rumlar ile anlaşma olmalı mı?” Direksiyonda oturan evin bey’i , “Hayır, çünkü Rum’a hiç güvenmem, tarih bunu bir çok kez isbat etti” diyor. Arka koltukta oturan, ama belli ki evde ön koltukta oturan evin hanımı ise, “Anlaşma olmalı, hem de bir an evvel sağlanmalı” diyor, ardından da hemen ilave ediyor, “ama kocamın fikirlerine de saygılıyım”. İşte tam böyle bir çıkmazda bu konu. Annan planları ile tam çözüme yaklaşılmış ve halk oylamasında Türk tarafı anlaşmayı yüzde 64.91 kabul etmiş iken, Rumlar’ın yüzde 75,38'i kabul planı etmemiş. Beyefendi son noktayı koyuyor. “Rumlar bizleri ikinci sınıf vatandaş olarak gördüğü müddetçe barış ve anlaşma sağlanması imkansız. Bizler artık Rum’la bereber oturamayık”
Kıbrıs’ın Lüks Otellerinde Uçak Biletleri Dâhil Full Paket Tatil fırsatları İçin Tıkla
'Yavru Vatan' bir üvey yavrumu acaba diye düşünüyorum. Bir düzensizlik ve bakımsızlık hemen göze çarpıyor. Mağusa’da (Magosa) kat sınırlaması yokmuş? Tozlu asfalt yollar, düzensiz ve kırık taşlı kaldırımlar, arka arkaya düzensiz dikilmiş rengarenk şekilsiz binalar, kırık dökük, harfleri düşmüş tabelalar, kaldırımlarda park etmiş tozlu otolar arasında, kirli vitrinli dükkanlar, ucuz oteller ile düzensiz ve bakımsız bir şehir olmuş güzelim tarihi şehir. Girne pek de geri kalmıyor. Şöminelik dediğim va hala nasıl su üstünde yüzdüğünü anlamadığım ve sanırım bu limanı hiç terk etmeyecek olan ahşap guletler, ucuz ve boş masalı pasaklı lokantalar ve bu lokantalarda çalışan kara derili, Afrikalı, Nepal’li garsonlar. Tüm bunlar tamir edebilir fakat tedavi edilemeyecek olan olan hastalık Türkiye’yi saran çarpık beton yapılaşma hastalığı ve tabi buna izin veren kanunlar ve müeyyideleri. Hangi mimarın kaleminden çıktığı belli olmayan bu yapılar her yeri kaplamış. Öbek öbek asker gibi dizilmiş bu yapıların insan ruhuna zararlı olduğunu hissediyorum. En azından benim ruhuma zararlı.
Tüm dünya Kuzey Kıbrıs’ı “işgal edilmiş topraklar” olarak görüyor ama olayları bizzat yaşayanlara soracak olursak durumun hiç te öyle olmadığı anlaşılıyor. “Türk askeri son dakikada müdahale etmeseydi Rumlar bizi kıtır kıtır kesecek idi” diyor Kıbrıslı bir beyefendi. Heşey planlanmış, silahlar getirilmiş, Rum halka dağıtılmış, amaç tek bir Türk kalmayacak şekilde adayı ele geçirmek imiş. Ama gel gör ki bizler bunu kimselere anlatamamışız.
Şimdi elimizde müthiş bir fırsat var veya var idi. Tüm Kuzey Kıbrıs’ı korumaya almak, pırıl pırıl ve düzenli bir ada haline getirmek: Heryerde görülen prototip çok katlı beton binalar yerine yerel mimari gustosu, çiçekleri, tek katlı, beyaz basit ruh dinlendiren yapılar yapmak. Bu güzelim tarihi adayı, yeraltı otoparkları, ilginç müzeleri (bilhassa sanat müzeleri), çağdaş, basit, temiz ve kullanışlı limanları, tek veya en fazla iki katlı, betonu, mermeri, graniti görülmeyen, doğal yerel taşlar ile yöresel tarz inşa edilmiş temiz otelleri ile bol müzik ve dans festivalli çağdaş ve mutlu bir “Akdeniz Adası” haline getirmek.
Kıprıs yemeklerine gelince. Lokantalarda yediğim o meşhur hellimleri fazla tuzlu
buldum. O fazla tuz insan damağınını uyuşturup tad almasını engelliyor bence. Izgaradan sonra hiç beklemeye gelmiyor hemen 2-3 dakika içinde taş oluyorlar. Lokantalarda tenbih edin, “Derhal getirecekseniz getirin yoksa hiç servis etmeyin”, bu uyarı bazen işe yarıyor. Ünlü şeftali kebabına gelince, açıkcası bana biraz ağır geldi. Sonradan yanlış yediğimi, dışa sarılmış yağlı kuzu gömleğini yememem lazım geldiğini oğrendim. Aslında henüz “aaa tamam işte” dediğim bir Peynir olmadı. Kıbrıslı güzel bir kız ile evlenip oraya yerleşen İzmir’li arkadaşım Yusuf Devidas, tam havaalanına girip ilk kontrol noktasından sonra hemen sağ köşedeki dükkandan pembe kağıtlı diyet “Koop” marka kooperatif peynirini tavsiye etti. Istanbulda evde kızarmış bir dilim ekmek üzerine kızgın yağsız tavada kızartılmış bir dilim “Koop Hellim” az tuzu ile hiç de fena gelmedi.
Minder Lokantası yaratıcısı, aşcısı ve sahibesi İnciaba (İnci Abla) ile
Kıbrıs’ta damağımda asılı kalan lezzetler; Mesela, “Hostez”. Yanlış anlamayın gittiğim havayollarındaki hostes değil. Kuzu eti ile pişmiş, tencere yemeği hostez. Hostez Kıbrıs’a ait dikenli bir ot. Diğer enteresan bir ot ise “Molehiyya”, bir nevi yabani ıspanak. Bol limonlu ve kuzu etli. Ben üstüne bir parça enfes Kıbrıs süzme yoğurdu da ilave ettim. “Airelli” ise yabani kuşkonmaz. Airelli az haşlanmış kıtır, çiğ zeytinyağlı yenebilir veya omleti tavsiye edilir. İnciaba’nın Enginar dolması ve yaprak sarması da şayanı tavsiye. Tüm bu lezzetleri tadmak için gideceğiniz lokanta Muğusa’da (Magosa) “Minder”: Bayraktar Yolu No:40 Magosa. (0392) 366 10 91.
“Kuzey Kıbrıs’ı Keşfet” organizasyonu ile Kıbrıs’a “Hürriyet” yazarları ile birlikte davet edildim. Bu güzel olayı Hürriyet gazetesi yanı sıra TÜRSAB ve KITSAB (Kıbrıs Türk Turizm ve Seyehat Acenteleri Birliği) ortak düzenlemiş. Kıbrıs’ta, başta yeni havalimanı olmak üzere değişik projelere yatırım yapan “Taşyapı” da sponsor olmuş.. Taşyapı patronu Emrullah Bey çok sempatik bir adam. Konuşmasında, “Keyfimden kelebekler gibi uçuyorum” dedi. Henüz nedenini araştırma olanağı bulamadığım bir neden ile KITSAB ortadan kayboldu, sanırım olayı protesto etti. KITSAP’tan çok sempatik bir genç Oğuz Akanay ve güzel nişanlısı ilk gece benimle tanışmaya gelmişler ve tüm gece yanımda oturup benim ile çok ilgilendiler. Ertesi gün ise bizi 3-4 gün hiç yalnız bırakmayan babaları Gökay Akançay, otelimiz “Elexus” kadar geldi ve bizlere Kıbrıs’ı yaşattı diyebilirim. Gökay Bey ile, ilk önce beni ısrarla davet eden, Doğu Akdeniz Üniversitesi Rektör’ü Prof. Necdet Osam da bir “Con” içtik. (nisbeten daha az kavrulmuş Türk Kahvesi). Dr. Osam yelkenci ve çok değişik bir rektor. Üniversiyeyi bir başka sefere gezmek için özel geleceğimin sözünü vererek ayrıldık.
Soldan: Yusuf Devidas, Taşyapı şoförü Hulüs,, Gökay Akançay. Oturanlar bendeniz ve Enişte (Şerifaba’nın kocası) ve siyah köpek Arap. Sandeleyelere Kıprıs usulü oturmaya dikkat…
İnciaba ve fırına hazır “dilifti”
Gökay Bey ile İstikamet Ergazi Köyü. Köy yemekleri çekimleri için Şerifaba (Şerif Abla) bir yandan “Dilifti” nin hamurunu açıyor bir yandan da 1974 savaşını anlatıyor. Dilifti bir nevi yabani ıspanaklı kol böreği, taş fırında pişiyor. Babası barış savaşında kaybolmuş bir daha evine hiç dönmemiş kimse nerde olduğunu bilmiyor. Kardeşi bir köprü üzerinde tam rum ve mücahit ateşi arasında vurulmuş. Tam bir hafta boyunca cesedi almaya gelen mücahit’e rumlar ateş açmışlar, ta ki ceset kokana kadar… Şerifaba’nın acılar yüreğinde düğümlenmiş Kıbrıs sorunu gibi çözülmüyor.
Paylaş