Anadolu Ajansı
Nişantaşı'ndan Bilecik'e... Köye yerleşti keçi güdüyor
İstanbul'da, Nişantaşı semtinde büyüyen ve 2 yıl önce Bilecik'e yerleşen Elif Sarıkaya, 70 keçiyle başladığı küçükbaş hayvancılıkta, sürüsündeki hayvan sayısını 225'e çıkardı.
Çocukluğu Nişantaşı'nda geçen, İtalyan Lisesinde okuyan ve gördüğü eğitim sayesinde İtalyanca ve İngilizce bilen 41 yaşındaki girişimci Sarıkaya, Galata semtinde uzun yıllar pastane işletti.
Bilecik'te 70 hayvanla başladığı işini, aradan geçen 2 yıllık süreçte büyüten, sürüsünü koyunlarla zenginleştirerek hayvan sayısını 225'e kadar çıkaran Sarıkaya, köye 1 kilometre uzaklıkta 11 dönüm alanda tesis kurarak bölgeye katma değer sağlamayı sürdürüyor.
Mutlu bir yaşam sürdüğünü vurgulayan Sarıkaya, "Adapazarı'ndan birisi, 'Tavuk çiftliğim var, ne yapayım?' diye sordu. 'Ankara'dan geliyoruz, sizi çok merak ettik' diyenler oldu. Çok tatlı insanlardı. Bu benim sosyal sorumluluğum. Onların alacağı hayvan için hangisine daha doğruyu anlatabilirsem o kadar iyiyim." dedi. Sarıkaya, keçi ve koyunlarıyla farklı bir sevgi içinde olduklarını dile getirdi.
"Hayvan sayımız bir hayli arttı, şu an 225 nüfus olduk. Koyun ekledik, az miktarda peynir üretimim var. Hayvanlarımla yine aşırı samimiyim. Koyunla biraz değişik ama kuzuyu şöyle göbeğine dayıyorsun, çok güzel oluyor. Kendime ve hayvanlarıma uygun bir nokta tespit ettim. 3 sene bekledim ve köy yakınında bir yer aldım. Günde 16 saat çalışıyorum, özellikle koyunlar çok gezmek istiyor.
Doğa ile ilgili meseleler oluyor. Ben korkmayı doğada öğrendim. 'Doğada bir yerlerde durmak istiyorum, bu süreçte de kendime yeten bir sistem kurmak istiyorum' diyorlarsa olur. Ben şehirde kalsam çok daha zengin biri olabilirdim ama burada bulunmak istiyorum."
Elif Sarıkaya gibi her şeyi geride bırakıp yeni bir hayat kuran isim de Tunç Demirkaya... Lise eğitimini 1996'da tamamlayarak Çukurova Üniversitesinde İşletme ve İstanbul Üniversitesinde sosyoloji eğitimi almasının ardından yaklaşık 5 yıl İstanbul ve yine 10 yıl kaldığı Almanya'daki iş hayatını bırakarak köyüne dönen 42 yaşındaki Demirkaya, salgın sürecinden en az etkilenen kişiler arasında yer alıyor.
Dağda, tarlada keçilerinin peşindeyken elinden düşürmediği kitaplarıyla vakit geçiren, ilçede yaşayanların bir filmden esinlenerek "mandıra filozofu" benzetmesi yaptığı Tunç Demirkaya, salgın sürecinde köyünde olmanın huzurunu yaşıyor. İlçeye bağlı Küllü köyü Hacı Mahallesi'nde yaşayan Demirkaya, AA muhabirine yaptığı açıklamada, üniversite öğrenimini tamamlamasının ardından İstanbul ve Almanya'daki iş yaşamında bir tıkanıklık hissettiğini ve "Bizim yerimiz, yurdumuz, toprağımız var. Neden kendimizi sıkıyoruz, zorluyoruz?" diyerek, yaklaşık 15 yıllık çalışma hayatının ardından 3 yıl önce doğduğu topraklara döndüğünü söyledi.
İnsanların illa bir ofiste veya metropol kentte şirketlerde çalışmak zorunda olmadığını ve kendisinin de bu düşünceyle köyüne gelerek elini, yüzünü toprağa sürdüğünü anlatan Tunç Demirkaya, şöyle devam etti: "Köyüme, dede toprağına dönmem hayatıma huzur getirdi. Kafamızdaki birçok sorunun yanıtını buldum ve birçok şeyi sorgulamamaya başladım. İnsana dair hesaplar yapmak yerine köyümde açan yaprakları, çiçekleri, böcekleri izlemek, kuş sesleriyle uyanmaya başladım.
Huzur bulmak için geldiğim köyümde ilk etapta tavuk ve kaz beslemeye başladım. Sonra keçi, yüzlerce tavuk, kaz ve bıldırcın besliyorum. Şu anda 85-90 keçiye ulaştık. Yine sokakta bulduğum yaralı köpekleri de tedavi ettirerek bu hayatıma dahil ediyorum. Aslında birçoğumuzun geçmişinde ama kısa ama uzun bir köy hayatı var. Köy hayatı yaşamak çok daha farklı bir duygu, çünkü burada ekmeğini, suyunu topraktan kazanıyorsun."
"Kendimi büyük bir lüksün içinde buldum"
Kovid-19 salgınıyla ülkenin ve dünyanın 5-6 aydır ilginç bir süreç yaşadığını, insanların evlerine, hatta aynı ev içinde odalarına kapanmak zorunda kaldığını ifade eden Demirkaya, özellikle bu süreçte herkesin bir mağduriyet, kısıtlama içindeyken, kendisinin bu durumun ayrıcalığını ve avantajını yaşadığını dile getirdi.
Tunç Demirkaya, şunları kaydetti:
"Pandemi sürecinde toprakla uğraşan, hayvancılık yapanlar sokağa çıkma yasağından muaftı. Bu ayrıcalıktan ziyade sokakta olmak, daha doğrusu tarlada, bağda, bahçede, dağda olmak bizim için bir zorunluluktu ama bu insanlığın geneline bakınca da bir lüks oldu. Ben pandemi sürecinde ister istemez kendimi büyük bir lüksün içinde buldum. Bütün dünya evlerine hapsolmuş durumdayken, biz sabah kalkıp keçilerimizi sağdık, elimize kitabımızı, bastonumuzu alıp, elimizde kitap ve çayla dağlara gittik. Bu, bizim için bulunmaz bir lüks. Ağaç yapraklarının hışırtısını dinledim, dağda keçi doğurttum. Ben insanlara, eğer imkanınız varsa bir arada olmak, tıkış tıkış olmak zorunda değilsiniz. Korkmayın, küçük bir adım atın, köyünüze, toprağınıza dönün. Ben bu işleri parayla değil, azimle, inanarak yaptım. Tabii zorlukları yok değil ama huzur veriyor."
Salgın sürecinde dünyada mutlu olan, mutlu olmayı başarabilen ender insanlardan birinin de kendisi olduğunu, dört duvar arasına hapsolmadığını belirten Demirkaya, kimseyle temas kurmadığını, normal hayatına devam ettiğini ve bu hayatın büyük bir farklılık olduğunu, ayrıcalık olduğunu fark ettiğini vurguladı.
"İmkanı olanlar düşünmesin, köyüne, toprağına dönsün"
Tunç Demirkaya, salgın sürecinde çok empati yapma fırsatı bulduğunu ve hayatını gözden geçirdiğini de aktardı. Köyüne dönme, hayvanlarla iç içe olma kararının hayatında aldığı en doğru karar olduğunu söyleyen Demirkaya, "İmkanı olanlar hiç beklemesin, düşünmesin, köyüne, toprağına dönsün. Zorluklardan da korkmasınlar, bir adım atsınlar." dedi. Köy yaşamında kendisini, bağını, bahçesini insanlardan izole ettiğini aktaran Tunç Demirkaya, "İnsanlar evlerinde sıkıldılar ve çiftliğime gelmek isteyenler oldu ama onlara tedbir ve yasakları anlattım. Yine onlara benim baktığım 200-250 hayvanımın benim sorumluluğumda ve bana ihtiyaçları olduğunu söyledim. 'Benim hastalığa yakalanmamam lazım. Lütfen beni çok rahatsız etmeyin, en azından hayvanlar için bunu yapın. Tehlike ortadan kalkınca gelirsiniz, birlikte kahvaltı yaparız, hayvanları seversiniz' dedim ve dikkate aldılar. 30 yıllık arkadaşımı dahi çiftliğe almadım." ifadelerini kullandı.
Büyük şehrin gürültü ve stresinden uzaklaşmak için Nevşehir'de satın aldıkları arazide kendilerine yeni bir hayat kuran Dinler çiftinin hikayeleri de ilgi çekici... İstanbul'da reklam yazarlığı yaparken şehrin gürültüsü ve stresinden uzaklaşmak için sanat yönetmeni eşiyle Nevşehir'de doğayla baş başa bir hayatı tercih eden Gökhan Dinler, her şeyden uzak ahşap evinin bulunduğu arazide kendilerine yeten ve izole bir hayat yaşıyorlar.
Tavuk, kaz, ördek, tavus kuşu, deve kuşu ve köpeklerden oluşan onlarca hayvanla bir arada yaşayan Dinler çifti, bahçelerinde yetiştirdikleri doğal ürünlerle de yiyecek ihtiyaçlarının bir kısmını karşılıyor. Gökhan Dinler, AA muhabirine, birçok insanın arzuladığı ortamı yorucu çalışmaların ardından oluşturduklarını, bundan sonraki hayatlarını doğayla iç içe sürdürebilmek için de araştırıp öğrenmeye devam ettiklerini belirtti.
Geleneksel yöntemlerle uyguladıkları tarımsal çalışmada kimyasal ilaç kullanmadıklarını, kaybolan üretim kültürünü yeniden canlandırmak için gayret ettiklerini anlatan Gökhan Dinler, şöyle konuştu: "Burada tarım ve hayvancılıkla uğraşıyoruz. Amacımız her şeyden uzak, kendimize yeten sürdürülebilir ekolojik bir ortam oluşturmak. Bizim için bu süreç öğrenme süreci. Kendimizi keşfetmek için attığımız bir adımdı bu. Yaşama dair beklentilerimizle alakalı bir durum. Doğanın içinde hayatta kalma mücadelesi vermek istiyoruz."
Doğada yaşama fikrini yakınlarıyla paylaştıklarında annesi dışında çevresinden destek gördüğünü aktaran Gökhan Dinler, sosyal medyada zaman zaman paylaştığı görüntüleri izleyen arkadaşlarının misafir olmak için farklı şehirlerden geldiğini söyledi. Gün doğumundan gün batımına kadar işleri tamamlayabilmek için bahçede çalışıp, hayvanlarla ilgilendiklerini dile getiren Gökhan Dinler, şunları kaydetti:
"Çokça insanın yapmak istediği bir şeyi hayata geçirme cesareti gösterdik. Kolay da değil, çok zorlandık. Buradaki hayatı sosyal medyada paylaştığımız zaman çok renkli bir dünyaymış gibi görünüyor. Tavuklarla birlikte fotoğraf çektirdiğimizde çok tatlı diyorlar ama kümesi temizlerken kimse yanımda olmadığı için o işin ne kadar kokulu olduğunun farkında olmayabiliyor.
Benzer hayatı yaşamak isteyen arkadaşlarımızdan çokça ziyaretçimiz olmaya başladı. Zaman zaman buraya gelen arkadaşlarımızı misafir edip bu duyguyu tatmalarına yardımcı oluyoruz. Bizden ilham alanlar sorduklarında tecrübelerimizi paylaşıyoruz. Mümkün olduğunca yapabildiğimiz her şeyi kendimiz üretmeye çalışıyoruz. Tereyağı, peynir, salça, pekmezi kendimiz yapıyoruz. Pirinç gibi burada üretemediklerimizi de ilçeye gidip alıyoruz."
İstanbul'da yaşadığı sırada fikir ortaya çıktığında, ekolojik yaşam konusunda atölye çalışmalarına katıldığını dile getiren Gözde Dinler de bazı konularda sorun yaşadıklarında bölge sakinleriyle görüşerek deneyimlerini dinlediklerini belirtti. Kapadokya'ya özgü kaya oluşumların sunduğu manzaranın kendisini sahip olduğu her şeyden daha çok mutlu ettiğini anlatan Gözde Dinler, sirke ve limon kullanmadan turşu, ev ortamında ekmek mayası yapmayı öğrendiğini, gün geçtikçe sürdürülebilirlik konusunda öz güveninin arttığını söyledi. Doğada kendi kendine yeten bir hayat kurmanın zorluklarının kendilerini yıldırmadığını anlatan Gözde Dinler, "Dışarı çıktığımda veya pencereden baktığımda buranın renklerini görmek beni çok mutlu ediyor. İşleri güneş batıncaya kadar tamamlamamız gerekiyor. Çünkü eskisi gibi saatimiz güneş. Hayvanlarla ilgilenmek keyifli, tavukların altından yumurtaları almak bile ayrı bir keyif. Daha da çok bilmediğimiz şeyler var öğrenmeye devam ediyoruz." şeklinde konuştu.