Kerem KULELİ / Instagram: @mototrio
Motosikletli gezginler Patagonya'da!
Kerem, Özkan ve Fırat... Motosikletleriyle en son dünyanın sonu olarak adlandırılan Ushuaia’ya doğru sürüyorlardı. Sonunda meşhur ‘Dünyanın sonu’ tabelasını gördüler ve bu sefer Patagonya’da Perito Moreno Buzulu için yola koyuldular. İşte motosikletli gezginlerin Patagonya gezi rehberi…
Feribotla vardığımız Puerto Natales kasabasında gezgin profilinin değiştiğini hissediyoruz. Carretera Austral’deki mütevazi insanlar azalmış, Patagonya’nın en meşhur turistik mekânlarına nokta atışı yapmak isteyen vakti dar ama bütçesi görece geniş insanlar ve daha önce pek rastlamadığımız ‘Günlük tur’ tabelaları var sokaklarda… Bir de bu değişikliğin fiyatlara yansıması var elbet… Yapacak bir şey yok, Torres del Paine Milli Parkı’nı görmek istiyorsak bu ‘turistlere’ katlanacağız.
Daha gidecek çok yolumuz var, onlara kendimiz kadar iyi bakmamız gerek. Tazelenmiş motorlarımızı dünyanın en güneyine doğru sürüyoruz.
Kasklarımızı çekiştiriyor rüzgâr, kulak tıkaçlarımızı takmayı unutursak kafamızın içinde uğultular, ıslıklar, çığlıklar uçuşuyor. Karşı şeritten gelip geçen kamyon ve otobüslerin yarattığı anlık hava boşluğu zar zor kurduğumuz dengemizi bozuyor, bizi karşı şeride doğru çekiyor. Bir sonraki kamyondan önce çizgimize dönmek için çabalıyoruz.
Bundan sonra sürüş saatlerimizi rüzgâr durumu da belirliyor; bunun için de akıllı telefon uygulaması var ama bulunduğumuz yerde ne telefon çekiyor, ne de internet çalışıyor. Geniş düzlüklere yayılmış bir yoksunluğun içindeyiz, doğa ana karşısında elimizden bir şey gelmemesinin rahatlığına eriyoruz. Dünyadan pek haberimiz yok, dünyanın da bizden…
Olsun, pansiyon sahibesi sıcak çorba koyuyor önümüze, eşi de rüzgârın genelde sabahın erken saatlerinde daha sakin olduğunu söylüyor. Erkenden yatıyor, erkenden kalkıyoruz. Kaçırdığımız pek bir şey yok, zira yıldız görmemiz zor. Mevsim yaz, biz de o kadar güneydeyiz ki, geceler kısacık. Gece 11’de dahi hava tam kararmıyor, sabah 6’da kalktığımızda ortalık aydınlanmış oluyor.
Bambaşka bir coğrafya, bambaşka koşullar, bambaşka bir sürüş... Buna da alışıyoruz zira turun temel hedeflerinden Ushuaia’ya çok az yolumuz kaldı, motivasyonumuz üst seviyede.
El Calafate’ye varıp kamp kurduktan sonra güneşin açmasını bekliyoruz. Belgesellerde ve fotoğraflarda gördüğümüz güzelliği bulutlar yüzünden kaçırmak istemiyoruz. Ve güneş açtığında büyük hayallerle milli parka sürüyoruz.
Daha ilk görüşte hayallerimizi cüce bırakan devle karşılaşıyoruz. Ünlü buzulun bu kadar büyük, güzel ve etkileyici olabileceğini düşünememiştik. 1917’ye dek büyüyen ve son yüz yıldır boyutlarını koruyan, 23 kilometre uzunluğunda, 5 kilometre genişliğinde ve merkez hattında 700 metre derinliğinde olan bu devi saatlerce izliyor, içinden gelen çatırtı ve gürlemeleri dinliyor, şansımıza yirmi metrelik bir buz kütlesi gözümüzün önünde gölün buzlu sularını boylayınca hayretle birbirimize bakıyoruz.
Kasabaya yaklaşırken kilometreler öncesinden izlemeye başladığımız manzara bile o yolu yaptığımıza değiyor. Vardığımızda ‘Fitz Roy Dağı’nın başı bulutların arasında ama ne gam... Her hali ayrı güzel masif bir granit kütle nihayetinde, hava durumu bu gerçeği değiştiremiyor.