Başka Türlü Bir Şey / www.baskaturlubirsey.com / Instagram: @baska_turlu
Issızlığın Ortasında: Gobi Çölü
Başka Türlü Bir Şey, bu hafta dünya turunun en etkileyici ayaklarından biri olan Moğolistan’ı ve ülkenin başkenti Ulanbator’da yaşadıkları hırsızlık olayına rağmen, gündüz ve gece arasındaki sıcaklık farkının 40’a ulaştığı, kendi kalp atışını duyabileceğiniz kadar sessiz, gökyüzünde kayan onlarca yıldız görebileceğiniz dünyanın en büyük beşinci çölü Gobi’ye doğru masalsı yolculuğunu kaleme alıyor...
Ulanbator’dan yola çıkalı yaklaşık iki gün olmuştu. Kaşla göz arasında tüm nakit paramı ve pasaportumu çaldırdığım Moğolistan’ın huzursuz başkentinden hemen ayrılmaya karar vermiştik, zira hırsızlık sonrası başvurduğumuz Türk Konsolosluğu ve onların bizi yönlendirdiği Moğol polisi çalınan eşyalarımızın bulunabileceğine inanmıyordu. Yeni pasaport işlemleri de epey vakit alacaktı. Bu durumda yapacak en iyi şey parasız ve pasaportsuz da olsa çöle doğru yola koyulmaktı, huzuru yine doğada bulacaktık.
Çukurlarla dolu arazide saatler boyu durmadan ilerliyorduk. Güneş çoktan tepemizdeydi artık. Bir ara Rus yapımı, gri ve eski minibüsümüz durdu. Aşağı indik, etrafıma bakınmaya başladık. Ufukta bir dağ bile görünmüyordu. Ne bir rüzgar uğultusu ne de bir kuş cıvıltısı bile duyulmuyordu. Biraz ileriye doğru gidince adımlarımızın çıkardığı ses bu sessizliği bozan tek şey olmuştu. Sıcağı çoktan ensemizde hissetmeye başlamıştık. Birbirimize baktık, nihayet gelmiştik, ıssız Gobi çölünün tam ortasında duruyorduk.
Dünya turumuzun en etkileyici ancak en zor noktalarından biri kesinlikle Moğolistan’dı. Baykal Gölü’nün güneyindeki dikenli tellerle çevrili sınır kapısından ülkeye girdikten hemen sonra yönümüzü başkent Ulanbator'a çevirmiştik. Ancak burası Avrupa'nın vitrinlerle dolu ışıklı caddelerine hiç benzemiyordu.
At nüfusunun insan nüfusundan daha fazla olduğu bu ülkenin başkentinin en göz alıcı noktaları efsanevi Moğol lider Cengiz Han'ın devasa bir heykelinin bulunduğu Sukhbaatar meydanı ve Moğol budizminin en nadide eserlerinden biri olan Gandantegchinlen manastırıydı. Oysa bizim Moğolistan'da asıl görmek istediğimiz ise bozkır ve çöl hayatıydı.
Şehirdeki son günümüzü küçük bir restoranda çöl planları üzerine konuşarak geçirirken hemen yanıbaşımdaki çantamın ortadan kaybolduğunu farkettim, bir daha da bulamadım zaten. Bu noktadan sonraki anlatacaklarımız - olur da sizin de aynı şey başınıza gelebilir - bir nevi rehber olsun aynı zamanda. Hemen koşturarak yakınlardaki Türk konsolosluğuna gittik.
Bu tutanak hem biz ülkede bulunduğumuz süre içinde pasaportumuz yerine geçti hem de yeni pasaport işlemleri için bir açığı kapattı. Bu işlemin ardından elde iki opsiyon kalıyor; ya konsolosluk Türkiye’de basılan yeni pasaportun ulaştırılmasında yardımcı oluyor ve yola devam ediyorsunuz ya da size geçici bir seyahat belgesi veriliyor ve doğruca evinizin yolunu tutuyorsunuz. Biz neyseki şanslıydık, yeni pasaport elimize ulaşana kadar kendimizi Gobi Çölü'ne vurduk. Neyse ki İsmail yanımdaydı, para konusu da bir süre için çözülmüş oldu.
Sabahın erken saatlerinde yola çıkan aracımız güneye doğru gidip Gobi Çölü'ne ulaşacak, sonra batıya ve kuzeye doğru ilerleyip tekrar Ulan Bator'a geri dönecekti. Yol üzerinde sadece bir kaç kasaba vardı. Bu yüzden bir kaç günlük yiyeceğimizi Ulan Bator'dan temin ettik ve günlerce sürecek bu macera için şehirden ayrıldık.
Ulan Bator'dan çıkar çıkmaz kendimizi bozkırın çukurlarla dolu toprak yollarında bulduk. Yol diyoruz ama aslında bozkırdaki tekerlek izleri demek daha doğru olur. Bu izlerden birden fazla vardı ve herbiri başka yöne doğru gidiyordu. Tıpkı bir Moğol atasözünün dediği gibi; "Her Moğol'un bir yolu vardır". Bu topraklarda yaşam hiç değişmemiş sanki. Alabildiğine boşluk, bu boşlukta yer yer yurt adı verilen çadırlar, başıboş dolaşan at sürüleri ve atını dört nala koşturan Moğol çobanlar.
Yalnızca öğle yemeğinde mola verdik, bir de yol üzerindeki mavi bez bağlı taş yığınlarında. Önce ne olduğunu anlamadığımız bu yığınların sonradan Moğol kültürünün bir parçası ve kutsal yerler olduğunu öğrendik. Şoförümüz bu yığınlardan her geçişte ya inip etrafında üç kez dönüyor ya da arabanın kornasına üç kez basarak yanından geçip gidiyordu. Geceyi bozkırın ortasında bir yurt çadırında uyku tulumlarında geçirdik ve ertesi gün yine yol almaya devam ettik.
İlerledikçe bozkır yerini daha da çorak bir toprağa, atlarsa yerini develere bıraktı. Çünkü artık Gobi Çölü'nün sahasına girmiştik. Akşam üstü Beyaz Dağlar olarak anılan bölgeye geldik. Bu tepenin üzerinden Gobi'ye uzun uzun baktık. Meğer dünya ne kadar ıssız ne kadar boşmuş! Buradaki manzarayı seyredip Gobi Çölü'ndeki ilk geceyi geçirmek üzere bir ailenin çadırına misafir olduk.
Çölün ortasında yuvarlak bir çadırda develerin arasında bir yaşam sürdüren bu aile bize deve sütlü çay ve keçi peyniri ikram etti. Gobi'nin üzerinden gün ağır ağır battı. Gündüz çölün güzelliği büyüleyici olduğu gibi geceleri ise ayrı güzel. Uzun zamandır yıldızları bu kadar net görmemiştik.
Üçüncü gün hedefimizde çöldeki Dalanzadgad şehrine ulaşmak vardı. Yine sabahın erken saatlerinde çıktık yola. Uzun bir yolculuğun ardından çölün ortasındaki bu yaşam bölgesine vardık. Çoğunlukla çadırlardan oluşan bu yerleşim yeri bize çölde hayat olabileceğini kanıtladı adeta. Geniş, birbirine benzeyen tozlu sokaklarda ve çadırların arasında top koşturan çocuklar.
Meraklı gözlerle bizi izleyen insanlar burada bulunma ihtimalimizi sorguluyor gibiydi. Sokakların arasında dolaşmaya çıktığımızda bizi gören çocuklar utangaç edalarla ve üç beş kelime İngilizce'yle iletişim kurmaya çalıştılar. Vaktin nasıl geçtiğini anlayamadık, güneş batınca kaldığımız çadırı bulmak biraz zor oldu.
Çöl denilince insanın aklına hep kum tepeleri gelir. Gobi çölündeki bu tepeleri görmek için ertesi gün saatlerce yol aldık. Bu yolculuğun yorgunluğunu ise tepelerin üzerinde bir sağa bir sola koşturarak çıkardık. Üzerine basmaya kıyamadığımız bu kum tepelerinin üzerinden usulca gün batarken biz de çadırlarımıza doğru yol aldık. Yol arkadaşlarımızdan Şili'li çiftin birinci evlilik yıl dönümünü hep beraber kum tepelerinin yanında bir Moğol çadırında kutladık.
Bir sonraki hedefimiz ise Karakurum şehrine gitmekti. Bu yolculuk bir günden fazla sürecekti, bu yüzden yedi saatlik yolculukla önce Arvaikheer kasabasına geldik. Zamanımızı alışveriş yaparak ve dinlenerek geçirdik. Buradaki insanlar da yine meraklı gözlerle bizi izledi. Hatta yoldan geçen bazı arabalar durup, uzun uzun yüzümüze bakıp yollarına devam ettiler.
Önceden çoğunluğun Şamanizmi benimsediği Moğolistan da 16 yüzyıldan sonra Budizm hızla yayılmış. Bugün ülkenin büyük çoğunluğu Budistlerden oluşuyor. Erdene Zuu manastırını meraklı gözlerle adımladık. Etrafta turuncu kıyafetli keşişler, Buda heykelleri ve Budizme ait birçok tasvir bulunuyordu. Çadırımızda yanan sobanın çıkardığı sesin eşliğinde ve günün yorgunluğuyla derin bir uykuya daldık. Artık başkente dönme vakti gelmişti.