Munise Nilay KAHYAOĞLU / www.farawayfromthehome.com
"Hayatımı değiştiren seyahat: Kenya"
Herkesin hem kendisiyle, hem çevresiyle problemler yaşadığı zamanlardan geçiyoruz. Herkesten ve herşeyden kaçmak istiyoruz. Tatiller yetmiyor, geri dönünce öncekinden ağır depresyonlar geçiriyoruz. Aklımız, kalbimiz hep başka bir yerlerde. Herkesin kafasında daha iyi yerlere gitmek, daha iyi gelecekler yaratmak var. Ben, yine bulunduğum yeri sorguladığım günlerden birinde çözümü bulunduğum yerden daha kötü durumda olan bir yere, Afrika’da Kenya'ya giderek buluyorum.
Yardıma ihtiyacı olanlarla, bir yerlerde gönüllü olup, yardım ederken seyahatini deneyime çevirmek isteyenleri buluşturmak için kurulmuş bir siteye kaydımı yaptırdıktan ve gitmek istediğim yeri bulduktan sonra her şey çok kolay gelişiyor. Birkaç ay sonunda kendimi Kenya'nın başkenti Nairobi uçağında buluyorum. Hava alanından çıkar çıkmaz yoğun sıcak aniden çarpıyor. Kimsesiz çocuklara yardım edeceğim okulun sahibi beni hava alanından almaya geleceği için çevreme bakınırken, örgü saçları, bembeyaz dişleri, sıcacık gülüşüyle Alice beni kucaklıyor.
Araç içinde giderken ilk 10 dakika içinde insanların doğayı nasıl çirkinleştirdiğini hemen farkediyorum. Ülkede ciddi şekilde temiz su ve çöp sorunu yaşanıyor. Çöp bidonları yok. Çöpler yerlerde, çok birikirse yakılıyor. Musluk suyunu içmek, hatta bu suyla ağız çalkalamak bile tehlikeli. Kenya’da kaldığım bir ay boyunca dişlerimi fırçalarken, meyve sebzeyi yıkarken, çay yaparken hep kapalı su kullanıyorum. Afrika öncesi gittiğim seyahat sağlığı doktorunun yapmam gerekenler konusundaki uyarılarını hatırlayıp gülüyorum.
Kenya, içinde bulunduğu politik çalkantılar yüzünden inanılmaz bir güvenlik sorunu yaşıyor. Devlet neredeyse iflas etmiş bir halde. Yolda başınıza bir şey gelse gidebileceğiniz bir polis yok. Okula gitmeyen ve çalmayı tercih eden azınlık, tüm ülkenin geleceğini tehlikeye sokuyor. Kenya’nın başkenti Nairobi gibi tüm büyük şehir merkezlerinde hırsızlık çok olağan. Ben de bundan nasibimi alıyorum. Yolda yürürken biri kolyemi çekip kaçıyor. O günden sonra, sokaktaki herkese potansiyel tehlike olarak bakıyorum. Lamu adası gibi bazı kesimler ise terör saldırılarıyla adını kötüye çıkarmış.
Kenyalılar güvensiz yaşamaya alışıklar Nairobi dışında yollarda trafik polisi vızır vızır çalışıyor. Hemen hemen hepsini arabalardan rüşvet alırken görüyorum. Kenyalılar güvensiz yaşamaya alışmış. Çoğunun yirmili yaşlara gelene kadar başından çok sayıda soygun geçmiş. İnsanlara güvenmiyorlar. Trafik kazası yaşandığında bile yardım eder gibi gözüken insanların çoğunun amacının soygun olduğunu biliyorlar.
Evlerin duvarlarında büyük tel çitler var. Mağazaların önünde ve hatta akşam otobüse binerken dedektörle üstünüz aranıyor. Yürürken biri sizi uzun süredir takip ediyor mu kontrol etmek zorundasınız. Güven neydi, güvensiz nasıl yaşanırdı öğreniyorum.
Kenya’da belirgin bir yoksulluk söz konusu olmasına rağmen çoğu Kenyalı mutlu ve içten. Ne kadar içten olurlarsa olsunlar, her Kenyalının hayatta kalma mücadelesi ile oluşmuş bir ticaret yetisi bulunmakta. Bazı gönüllülük işlerinin çoktan ticarethaneye döndüğünü görünce üzülüyorum. Okula gideceğim ilk günümde çok heyecanlıyım. Okul, Nairobi'nin kenar mahallelerinin birinde olduğu için yol boyunca çamurlu yollardan, birikmiş çöplerin yanından geçiyorum.
Okula ilk vardığımda gördüğüm manzara içimi acıtıyor. Çünkü hemen hemen tüm çocukların giysileri yırtık. Sonra sonra alışıyorum. Anlıyorum ki, okulun üniforması olmadığı için herkes yıllardır aynı kıyafetleri giyiyor. Fotokopi lüks! Çocuklar her bilgiyi defterlerine yazmak zorunda kalıyor. Eğitime başlamak bazen saatler alabiliyor. Ders arasında kiminin yanında yemek olduğu, kiminin olmadığı dikkat çekiyor.
Herkes herşeyi paylaşıyor. Derste matematik, ingilizce, bilim, swahili ve din gösteriliyor. Çocuklar inatla din dersi ödevlerini bana göstermeye çalışıyor! Çocuklara bakmak hiç kolay değil.. Bir o kadar da değişik. Bir kaçını çantama koyup götürmek istiyorum. Kenya’da evlilik dışı çocuk çok normal. Ya da üç ila beş adet çocuğa sahip olmak. Mesela evinde kaldığım, okulun sahibi olan süper kadın, Alice; kendi çocukları yanında, evsiz kalmış üç erkek kardeşe de bakıyor.
Okula giderken bazı günler yağmurdan kapanmış yollar yüzünden sıkıntı çekiyorum. Yine de yaşadığım her şey, onlara verdiğim boya kalemleri ya da öğrettiğim yeni oyun için yaşadıkları sevinci görmeye değiyor.
Haftasonları Nairobi’den kaçıp, çevreyi tanımak ve görmek istiyorum. Şehir merkezi ve çevresi birbirinden çok farklı. İstanbul trafiğine şükrettirecek trafiği, sokak ortasındaki satıcıları, yerlerdeki çöpleri, hareketliliği ile sizi bıktıran şehir merkezinden, dışarıya doğru yol aldıkça benzersiz doğası, Avrupalı ve Amerikalıların yaşadığı villaları ile tam bir zaman yolculuğu yapıyorsunuz.
Kenya’nın doğal güzelliği daha önce hayal edemeyeceğim kadar büyülü. Gidilebilecek, görülebilecek yüzlerce alternatif bulunuyor. Fakat milli parklara giriş, ülkeye giriş fiyatından daha pahalı. Üstelik yasal belli bir artış limiti olmadan bu fiyatlar her yıl %100 zamlanıyor. Devlet, uzun vadede turistleri kaçıracağını düşünmeden böyle bir karar almış. Denetim yok. Tur şirketleri sahipleri, turizmin çoktan öldüğünü belirtiyor.
Kenya’nın doğasıyla ilk tanışmam Masai Mara ile oluyor. Şayet Afrika seyahatime başka bir ülkeden değil de Kenya’dan başlamamın tek sebebi uygun mevsimi olduğu için safariye çıkmak. Safari yapmak için Afrika’da çeşitli alternatifler var. Kenya’daki 1,500 kilometrekarelik Masai Mara, Tanzanya’daki 15,000 kilometrekarelik Serengeti ise bunu yapabileceğiniz en iyi yerler. Aslında bu, aynı milli parkı kullanan iki ülkenin turizm yarışından ibaret. Her yıl, milyonlarca hayvanın hayatta kalabilmek için yaptığı büyük göç, bu topraklarda yaşanıyor. Su bulabilmek için, Serengeti’deki Grumeti Nehri’ni ve Kenya’daki Mara Nehri’ni geçmek isteyen pek çok hayvan, nehirlerde onları yemek için bekleyen timsahlara yem oluyor.
Kenya’da safari yapmak Serengeti’ye göre daha ucuz ve büyük beş’i görmek neredeyse garanti. Buraya kadar gelmişken Masai Mara Milli Parkı dışında yaşayan kabileleri ziyaret etmezsem olmaz. Toprak evlerde yaşayan bu kabiler erkek egemen bir kültüre sahip. En yükseğe tırmanan erkek, köyün en güzel kızı ile evlenebiliyor. Artık yapılmasa da eskiden erkekler erkekliklerini kanıtlamak için aslan avlamak zorunda imiş. Okula giden Masailer beş dile yakın dil öğreniyor. Kulaklarına yaptıkları kültürel süsler ve delikler, yapımı çok uzun sürdüğü için sadece okula gitmeyen Masailer bunu yaptırabiliyor. Bu kabilede kadınlar sünnet oluyor.
Kenya’da gördüğüm bir diğer güzellik, Naivasha Gölü oluyor. Başka bir haftasonu, Hell’s Gate National Park ve Küçük Göl’e saatlerce bisiklet sürüyorum. Bir milli parkın içinde, yanımdan zebralar, geyikler geçerken bisiklete binmek harika bir deneyim. Nairobi içinde de gitmeden görmek istediğim iki yer; Zürafa Koruma Merkezi, Fil ve Gergedan Yetimhanesi. Bu iki yer de hayvanları iyileştirip ya da nesillerini devam ettirip, doğaya salan kuruluşlar.
Zürafalarla kahvaltı yapılan ünlü Giraff Manor Otel de burada bulunuyor. Buradan Kenya’nın yerel danslarını izlediğim Bomas of Kenya’ya geçiyorum.Kenya’da Afrika’nın genelinde olduğu gibi en çok ‘Chipsi Kuku’ denen patates kızartması ve kızartılmış tavuk yeniyor. Pişmiş etin parçalanması ise ‘nyama choma’ diye geçiyor ve her köşe başında bulunabiliyor. Evde de bol bol pilav, yeşil mercimek, kuru fasulye pişiriliyor ve hemen hemen her yemeğe zencefil konuyor. Değişiklik olsun diye evdeki çocuklara makarna pişiriyorum ama pilavın yerini tutmuyor. Kenya, kalabalığı ve pisliği ile beni bir ayda çok yoruyor.