Zafer ALGÖZ
Göremediğiniz her güne üzüleceğiniz aşkın kent hali: Barcelona
Bazı şehirler vardır, oraya her fırsatta gitmek istersiniz. Her gidişinizde daha çok seversiniz ve farklı bir güzelliğini yaşarsınız. En nihayetinde şehir, “Ben burada yaşayabilirim” dedirtir insana... İşte öyle bir kent Barselona... Üç yıl önce sevgili dostum ve arkadaşım Can Yılmaz ile Barselona maratonunda antrenörlük ve kameraman hizmeti vermek üzere gittim. Tarihi yerlerinde kayboldum, en güzel lezzetlerini tattım. Bir de Messi ve arkadaşlarını izledim ki, inanılmazdı. İnsan bir şehre âşık olur mu? Olur... Hem de bal gibi olur.
Barselona bize yakın sayılır. Üç buçuk saat sonra deniz üzerinden tık diye karaya iniyorsun. Havaalanıyla şehir arasındaki mesafe fazla değil, yaklaşık 30 dakika sonra şehrin merkezine geliyorsun.
Şehirde gidilmesi gereken, büyük ustaların sanat eserleriyle dolu müzeler elbette var. Ama Gaudi’nin La Sagrada Familia Kilisesi kesinlikle görülmesi gereken bir yer.
“Amann... Dışarıdan gördük tamam işte” deyip sakın geçiştirmeyin. İçerisi daha da etkileyici! Muhteşem bir yapı... Hala inşaatı bitmemiş ve yavaş yavaş devam ediyor. Biz oradayken dünyaca ünlü bir Japon mimarın ellerine teslim etmişlerdi. Kapıdan bilet alıp girmek çok zaman kaybettirse bile pes etmeyin ve görün derim.
Gaudi’nin yaptığı evler ve apartmanlar zaten inanılmaz yapılar. Adamların taşa, demire, trabzana yaptıkları işçiliği görünce; bizdeki apartmanları düşünüyorsunuz ve mecburen boynumuz bükük kalıyor tabii...
Acaba araba, bisiklet ya da bir moto kurye çarpar mı diye korkmanıza gerek yok. Çünkü herkesin yolu var. 90-100 yaşlarında insanların ‘walker’ ya da tekerlekli sandalyeyle bile güven içerisinde dolaşabilecekleri kadar huzurlu bir yer Barselona... Senenin 12 ayında bile sokakları dolu.
Orada yaz kış demeden gece gündüz denize giren insanlarla dolu. Kilometrelerce giden kumsala giriş ücreti falan yok. Kimse gelip “para para” diye gırtlağına basmıyor. Herkes şezlongunu havlusunu kendi getiriyor.
Elbette yeme içme konusunda Vedat Milor kadar bilgili değilim. Ama burada kimse aç kalmaz. Dünyanın birçok mutfağı var. Japon var, Hint var, Çin var... “Yok kardeşim ben illaki döner yiyeceğim, demli çay içeceğim” derseniz Anatolia diye bir yer de var.
Ha bu arada şunu da söyleyeyim; bazı restoranlar çok pahalı. Ama onun dışında her şey çok makul. Balık halinde tezgâhtan beğendiğini anında pişirip servis yapan yerlerde var. Hani ayaküstü seafood gibi...
Büyük küp kesilmiş ve taze yağda kızartılmış patatesler üzerine pesto sosla karışık portakal rendelenmiş başka bir karışımı koydular. Finalde üstüne fesleğeni de serptiler. İnanın lezzetinden geçici hafıza kaybına uğradım. Bir mönüde görürseniz affetmeyin...
Kıymetli Maratoncu dostum Can Yılmaz gerçi maratonu 24 km. de terk etti ve bitiremedi... Ama ben adamların nasıl organizasyon yaptıklarına tanık oldum. Galiba 28 bin insan koştu. Sağlık, güvenlik, tuvalet, yeme içme aklınıza gelebilecek her ayrıntı bile düşünülmüştü. Maraton güzergâhının olduğu her yerde eğlence ve aktivite vardı.
Latin perküsyon takımı da vardı, bebelerin mızıka gurubu da... Koca kent maratona destek verdi her koşanı bıkmadan usanmadan saatlerce alkışladı. Tabii ki yarışı kazanan Kenyalı iki saat 15 dakikada 150 bin euroyu alkışlarla indirdi.
Can hocam yarışı bitiremeyince biraz üzüldü ama çılgın Fenerli Yavuz güzel bir öneriyle geldi. “Abi bir gün daha kalalım hafta sonu Barca-Osasuna maçına gideriz…” “Nee! Böyle fırsat kaçar mı” dedikten sonra internetten maç biletleri alındı. (Tanesi 83 euro).
Uçak biletleri bir gün sonraya ertelendi tabii... Maç günü erkenden heyecan sardı içimizi. Rehberimiz Rudo,”Merak etmeyin 10 dakika kala gireriz” diyor ama nafile, “Daha erken gideceğiz” diye tutturduk. Maça bir saat kala efsane Nou Camp’a girdik. Stat çevresinde bizim gibi bağırtı çağırtı duyamadık.
Gerçekten yerimize 10 dakika içinde oturduk. Stat neredeyse bomboş... Maça 20 dakika kaldı. İki takımda ısınıyor ama kim görür Osasuna’yı? Karşımızda dünyanın en iyi takımı ısınıyor hep onlarda gözümüz; Messi, İniesta, Xavi... Bütün gladyatörler sahada... Maçın başlamasına 10 dakika kala stat ağzına kadar doldu.
Maçın başlamasına 10 dakika kala stat ağzına kadar doldu. Statta sigara ve puro yasak, bira satışı karton bardakta ve serbest... Ayağa çok kalkıp yaygara yapan olursa güvenlik gelip uyarıyor hemen; “Seyredenlere engel olma sakin ol” diyorlar kibarca... Sigara içmek isteyenlere özel bileklik takıyorlar kapıları açıp sokağa salıyorlar. İkinci yarıya girerken tek tek bileklikleri alıyorlar.
Maçın ilk 10 dakikasında Messi iki top ezdi, Can Hoca bana dönüp “Bizim şansımıza Messi bugün formda değil galiba” demek gafletinde bulundu. Maç 7-0 bitti. Messi üç gol attı. Yine herkesi büyüledi. Maçta izlerken şunu fark ettik, izleyenlerin tamamı profesyonel seyirci... Futboldan anlayanlar çok fazla. Güzel olan her şey alkış alıyor. Sadece kale arkasında 200 kişilik bir grup vardı onlar hiç maçı bile izlemeden devamlı Katalan şarkıları söylediler.
Stattan çıkınca çok büyük bir orkestrayı dinlemişsiniz gibi mutlu oluyorsunuz. Ve hep “”Ah! Biz niye böyle maç izleyemiyoruz?”diye hayıflandık tabii ki... Sonra Rudo, bize dedi ki; “Barcelona futbolcuları burada sokaklarda gezerler, yemek yerler, kafeye giderler. Kimse rahatsız etmez. Kim resim ve imza istiyorsa o zaten turist demektir”
Hâlâ Barselona’yı görmemiş ya da görmeye niyeti olanlar varsa son olarak şunu söyleyeyim: Geç kaldığınız her güne hayıflanacaksınız... İnsan üzerinde yarattığı pozitif enerji, muhteşem iklim, sanat, spor, tarih, eğlence ve gözünüze gönlünüze iyi gelecek şahane şehir Barselona... İnsan bir şehre âşık olur mu demeyin, ben oldum çünkü...