Munise Nilay KAHYAOĞLU / www.evdenuzakta.net
Gece seyahat etmenin yasak olduğu ülke: Tanzanya
Tanzanya doğal güzellikleri bencilce üzerinde toplamış, şımarık bir Afrika ülkesi gibi gülümseyerek karşılıyor beni. Kenya’nın kalabalığından ve tehlikesinden sonra, Tanzanya’da yavaş yavaş insanlara güvenmeye başlıyorum. Polis ve asker vızır vızır çalışıyor. İnsanlar güler yüzlü, iyi kalpli ve güvenilir. Yalnız uzun yolda otobüsün önünü kesip, yolcuları soymak çok olağan olduğu için devlet gece seyahati yasaklamış. Yine de hiç korkmadan yola koyuldum. Her şeye rağmen burası harika...
Bir ay kaldığım Kenya’dan ayrılma zamanı geldiğinde, Tanzanya’ya geçmek için Namanga sınır kapısına gidiyorum.
50 Dolar karşılığında vizemi aldıktan ve pasaportuma ülkeye giriş damgası basıldıktan sonra, Arusha'ya giden ilk dolmuşa atlıyorum. Sınırdan iki saat sonra Arusha Milli Parkı, Serengeti Milli Parkı veya Ngrongoro Milli Parkı'nda safari yapmak ya da Kilimanjaro dağına tırmanmak isteyen turistlerin gitmek zorunda olduğu yerleşim olan Arusha’ya varıyorum.
Burada halk turistlere çoktan alışmış. Tanzanya’da hemen hemen hiç kimse 'Hey Mzungu' (beyaz turist, söğüşlenecek adam) diye sokakta size bağırmıyor, fiyatları sırf sizin için arttırmıyor. Tanzanya, diğer Afrika ülkelerinden daha serbest, aradığınız her şeyi bulabiliyorsunuz.
Tanzanya, kan kırmızısı topraklarında istenilen her şeyin yetiştirildiği bir ülke. İçimi huzurla dolduran pirinç tarlalarından, yüzlerce çeşit meyve ağaçlarına kadar her yer yemyeşil. Dolayısıyla marketlerde satılan her şey taze ve ucuz. İnsanlar sokaklarda büyük leğenler içinde kilo kilo meyveleri 2-3 dolara satıyor. Kırmızı muzlar, karpuzlar, ananaslar, mangolar dururken Afrikalılar en çok et ve kızartma yiyor. Her sokak başında patates kızartması satılıyor.
Bazen üzerine de çırpılmış yumurta da ekleniyor. Bir çok Afrikalı arkadaşım, biz batılıların neden ot yemeyi sevdiğimizi anlamıyor. Şayet Afrika’da sadece hayvanlar ot yiyor. Restoran ya da barda yemek yemek biraz daha lükse kaçıyor. Oturur oturmaz, çalışanlardan biri su ve leğenle gelip ellerinizi yıkıyor.
Ben yine yerel minibüsleri kullanarak seyahat etmeye devam ediyorum. Kenya’daki minibüs anlamındaki matatuya burada 'Dala dala' deniyor. Diğer Afrika ülkelerinden farklı olarak , tuktuk yani tüplü motorsiklet-taksiler daha ucuz olmaları nedeniyle daha çok tercih ediliyor. Trafikte giderken, çok rahatsız edici bir şekilde durmadan kornaya basılıyor. Tanzanya'daki ilk günlerimde sürücülerin acemi olduğu için durmadan korna çaldığını zannetsem de, bunun bir kültür olduğunu sonradan öğreniyorum.
Seyahat ederken, yerellerin kanepesinde uyuyarak, konaklamayı ücretsiz hale getiren sistem olan couchsurfing'i kullanmaya ilk günden başlıyorum. Tanımadığım birinin evinde, hemde Afrika'da konaklamak başta beni biraz ürkütüyor. Fakat korkulacak bir şeyin olmadığını kanıtlamak istercesine sıcacık ve yardımsever insanlarla tanışıyorum. ‘Neden insanlar bir çıkarı olmadan yabancıları evinde ağırlar?’ sorusu Afrika’da yanıtını buluyor.
Arusha’da beni karşılayan ilk ev sahibim Brian, bana kendi yatağından çok fazlasını, arkadaşlığını, pişirdiği yemekleri de sunuyor. Kendi arabasıyla etrafı gösteriyor, arkadaşlarıyla tanıştırıyor. Arusha’da yapılacaklar arasında safari yapmak da bulunuyor. Ben, büyük safarimi Kenya Masai Mara’da yaptığım için Serengeti Milli Parkı’na bir daha gitmiyorum.
Şayet Tanzanya’da safari yapmak Kenya’ya göre çok daha pahalı. Milli Parkların civarında, Masai kabilesi insanlarının her yerde, biraz da asimile olmuş şekilde görüyorum. Kenya'da gördüğüm Masai kabilesi insanlarından çok farklı olarak, burada bazıları adidas ayakkabı giyiyor, toplu taşıma araçları kullanıyor, restoranlarda yemek yiyor.
Arusha sonrası minibüsle Moshi’ye geçiyorum. Moshi, hindu tapınağının, kilisenin ve caminin yan yana olduğu, pirinç tarlaları ile dolu huzurlu bir yer. Kilimanjaronun eteklerine kurulu olduğu için epey turistik. Yol boyunca tanıştığım birçok kişiden Afrika’nın en yüksek dağı olan, Kilimanjaro’ya tırmanmanın bambaşka bir deneyim olduğunu dinliyorum.
Bu miktar benim bir aylık bütçemi sarssa da asıl konu, yaklaşık 6000 metreye tırmanacak kadar da fit olmamam. Yolda bu dağa tırmanırken, basınçtan etkilenip ölen, yaralanan, tırmanamayıp geri dönen bir çok kişinin hikayesini duyuyorum.
Moshi’de yine couchsurfing yaparak ücretsiz konaklamaya devam ediyorum. Yeni tanıştığım ve evinde kaldığım Emenuel, bana ücretsiz pirinç tarlalarına bakan özel oda yanında, ailesinin pişirdiği bin bir çeşit yemeği de veriyor. Emenuel, turizm acentası sahibi, Tanzanya ortalamasının üstünde geliri olan biri. Afrika’da couchsurfing’i kullanıp, turistleri evine buyur eden insanların genelinde olduğu gibi onun da ilk hedefi bana tur satabilmek. Birkaç kez gidilebilecek yerlerin muhabbetini açmasına rağmen, ben her seferinde kibarca konuyu değiştiriyorum.
En sonunda dayanamayıp, turun benim bütçeme göre çok pahalı olduğunu belirttiğimde, para istemediğini ve beni kendi arkadaşlarıyla istediğim yere götürebileceğini belirtiyor. Sadece aracın benzinini karşılama karşılığında, beraber yolu bile olmayan, Kikuletwa Kaplıcaları’na gidiyoruz. Palmiye ağaçları ile çevrili, turkuaz sularda yüzerken, hiç kimsenin bilmediği, uğramadığı Dünya'nın bambaşka bir yerinde olduğumu hissediyorum.
Moshi sonrası, tekrar trekking yapmak için Lushoto’ya geçiyorum. Usambara Dağlarında iki gün boyunda yürüyüş yapıyorum. Yürüyüş öncesi, Irente Farm adında Alman bir ailenin çiftlik evini dönüştürdükleri kamp alanında konaklıyorum. Afrika’da bulabilmemin bir mucize olduğu havuç çorbasını ve sıcacık el yapımı ekmeği hiç unutamıyorum.
Lushoto sonrası gittiğim Dar Es Salaam, halk diliyle Dar; ülkenin ekonomik başkenti olarak geçiyor. Amerika ve Avrupa’dan öğrenci kabul eden tanınmış bir üniversiteye sahip. Dar Es Salam sonrası ise tropikal cennet olan Zanzibar'a yaklaşık bir ayımı geçirmek üzere geçiyorum. Zanzibar’dan zar zor ayrıldığımda ise kendimi mecburen tekrar Dar Es Salaam’da buluyorum. Dar Es Salaam; Tanzanya'nın diğer yerlerine kıyasla güvenliğin zayıf olduğu bir şehir.
Zanzibar’da tanışıp, yaklaşık 10 gün beraber vakit geçirdiğim 17 yaşındaki Hollandalı arkadaşım Lianne, eve giden uçağı için Dar Es Salaam’a dönünce hemen diğer arkadaşlarımın başına gelen bir olay hakkında mesaj atıyorum. ‘Lianne lütfen dikkatli ol, hosteldeki Alman grubun başına Dar’da çok kötü bir olay gelmiş. Bindikleri taksiye doluşan Afrikalılar, onları zorla atm’ye götürüp paralarını almış, üstelik kızlardan birinin yüzüne de yumruk atmış!’. Lianne de kafede tanıştığı birinin onu taksiyle havaalanına bırakmayı teklif ettiğini söyleyip fikrimi soruyor.
Ben de onun seyahat için yeterince deneyimleştiğini, sadece hislerine güvenmesi gerektiğini yazıyorum. İçimden taksinin plakasını fotoğrafını çekip atsa bari diye geçiriyorum ama yok böyle şeyler anca Türk filmlerinde olur. Israrla havaalanına sağ salim gidince yazmasını istiyorum, 2 gün hiçbir şekilde yanıt alamıyorum. Lianne iki gün sonra attığı mesajda, taksiye doluşan Afrikalıların onu zorla atm’ye götürüp ailesinin banka hesabından 3500 euro çektiğini, üstelik telefonunu ve çantasındaki değerli her şeyi de aldıklarını yazıyor.