Melih USLU
Ege ile Akdeniz’in arasında bir cennet: Datça
Bir koluna Ege Denizi’ni, diğerine Akdeniz’i takan Datça Yarımadası, yeşilin her tonunun yansıdığı sakin koyları, şairlere ilham veren sokakları, begonvillerle sarmalanan taş evleri ve Knidos antik kentiyle tam bir yaz rüyası. Datça’yı “Ne harika yer burası” diye tanımlayan Can Yücel’in ölüm yıl dönümü olan 12 Ağustos’ta çeşitli etkinlikler düzenlenecek. Datça’ya şu sıralar gitmek isteyenleri bir güzel sürpriz daha bekliyor; badem hasadının tam zamanı...
Büyük şehir insanı olarak nicedir hasret kaldığım doğayla doya doya baş başa kalabildiğim Datça Yarımadası’nın en önemli ayrıcalığı, hemen her yerinden denize girilebiliyor olması belki de. Ege’nin en iyileri arasında yer bulan Bencik, Çatı ve Çiftlik koyları, henüz Datça’nın merkezine varmadan önüme seriliyor.
“Datça’nın yolu bozuk” söylentilerinin gerçek olmadığını bir saatlik yolculukta anlıyorum. Aksine Dalaman Havalimanı’ndan Datça’ya uzanan güzergâhta Türkiye’nin seyir keyfi en yüksek yollarından birinin keyfini sürüyorum. Çam ormanlarıyla kaplı yamaçlar, her virajda bir görünüp kaybolan pırıl pırıl muhteşem deniz, dantel kıyılarda süzülen yelkenliler ve tek kişilik ıssız koylar...
Eğer istersem yol üzerindeki çadır ve karavan kamplarından birinde kalabilirim. Ama benim tercihim Datça’nın merkezine yakın olmak. Datça’nın dillere destan koylarına ve plajlarına uzanmak için ise yarımadanın uçlarına kadar sabretmem gerektiğini biliyorum.
Artık Datça ilçe merkezine sadece üç kilometre yolum kaldı. Biraz ileriden sağa ayrılan sapak, Eski Datça’yı işaret ediyor. Buraya kadar gelip Eski Datça’ya, ünlü şair Can Yücel’in hayatının son yıllarını geçirdiği yere uğramamak olmaz. Eski Datça, küçücük sevimli bir meydan ve çevresine yayılmış birkaç sokaktan ibaret büyüleyici bir Akdeniz köyünü andırıyor.
Kutu kutu evler, bal rengi kesme taştan yapılmış. Badem, zeytin ağaçları ve begonviller, beyaz badanalı bahçe duvarlarından dışarı taşmış. Sanat galerileri, kafeler ve butik oteller ise büyük şehirlerden gelip buraya yerleşen sanatçı ruhlu insanların eseri.
İstanbul’da başarılı bir finans uzmanıyken mesleğini bırakıp buraya yerleşen Müberra Poyrazoğlu, asırlık bir taş binayı el sanatları atölyesine dönüştürmüş. Bir başka Datça tutkunu olan Yaşar Aydoğan ise yörenin kaybolmakta olan geleneklerinden biri olan ipek dokumayı yeniden canlandırmak için yoğun çaba sarf ediyor.
Datça’nın antik dönemde önemli bir ipekçilik merkezi olduğunu anlatan Aydoğan, Caria Silk adı altında geleneksel üretim biçimlerini sürdürüyor. Bununla da kalmayıp civar köylerde Datçalı köy kadınlarına ipekböcekçiliği kursları veriyor. Gelelim Eski Datça’nın en ünlü simasına, yani Can Yücel’e...
Badem ağaçlarının sarmaladığı dünya güzeli daracık bir sokağın içinde ünlü şairin evi bulunuyor. Zaten evin bulunduğu yerin adı da Can Yücel Sokağı. Çok sevdiği Datça’yı “Ne harika yer burası” diye niteleyen şair, her yıl 12 Ağustos’taki ölüm yıldönümünde Can Şenliği adı verilen etkinliklerle anılıyor.
Eski Datça’daki son durağımız, Can Yücel’in de sağlığında oturmayı pek sevdiği ve burada kendisine ait bir köşe oluşturulan köy meydanındaki Orhan’ın Yeri. Bu bahçeli köy kahvesinde mola verdiğimde mekân sahibi soruyor: “Narpız, kekik, adaçayı, karabaş, garağan, sepsuyu, elmasçık, karpuz çayı...” Sahi siz hangisini alırdınız?
Bu kez Yeni Datça’ya doğru yol alıyorum. Birkaç kilometre ilerideki Kızlan Köyü girişindeki tarihi yeldeğirmenleri görüş sahama giriyor. Değirmenlerin içlerine girmeye karar veriyorum. Yaklaşık üç yüz yıldır Don Kişot’unu bekleyen altı değirmenden birine girmek, benim için sıradışı bir deneyim oluyor.
Ana yolun devamı birkaç dakikada ilçe merkezine çıkıyor. 20 bin nüfuslu Datça’nın merkezi, avuçiçi kadar yer. ‘3B’ yani bal, balık ve bademiyle ünlü ilçede bu üçlüyü satan dükkânlara rastlamak zor değil. Çok şanslıyım çünkü Datça’da bademin tam zamanı!.. Ak, kaba, diş, yazı ve tüylü gibi isimlerle anılan bademin tazesi çoktan çıkmış bile.
Üzerinde kültürel etkinliklerin yapıldığı bir amfi tiyatro bulunan palmiyeli ada, ince bir yolla limana bağlanmış. Kargı yolu üzerindeki Ilıca Gölü ise uzaktan bakıldığında insanda sanki denizle birleşecekmiş hissi uyandırıyor. Liman çevresindeki restoranlarda balık ve deniz ürünleri ağırlıkta. Restoran işletmecilerine balık tavsiyesi soruyorum. Şimdi Datça’da akya zamanı diyorlar. Ayrıca lagos ve sinarit ile deniz ıstakozunu öneriyorlar.
Knidos’a uzanan yol, ıssız ada tadında manzaralarla dolu. Mesudiye sapağının devamında Datça’nın en güzel koylarından Hayıtbükü ve Palamutbükü’ne ulaşıyorum. Sonrasında ise maviyle yeşilin kol kola girdiği koylar önümde peş peşe sıralanıyor. Muhteşem manzaralar otomobilimin penceresinden akıp giderken fırsat buldukça Nihat Akkaraca’nın ‘Datça’da Zaman’ isimli kitabına ve yerel rehberlere göz atıyorum.
Okuduklarımdan yarımadada Datçalıların ‘bük’ dediği tam 52 koy bulunduğunu öğreniyorum. Yolculuğum Datça Yarımadası’nın ucuna doğru sürüyor. Yazıköy’den sonra karşıma çıkan Afrodit’in kenti Knidos, beni geçmişe doğru bir seyahate çıkarırken, yemyeşil doğasını da önüme sermeyi ihmal etmiyor.