Kerem KULELİ / Instagram: @mototrio
Dünyanın sonuna gittiler!
Kerem, Fırat ve Özkan... Motosikletleriyle çıktıları dünya turuna kaldıkları yerden devam ediyorlar. Bu sefer yeşil ve mavinin birbirine gülümsediği Güney Şili’deler. Carretera Austral’ın zorlu yollarından geçerek dünyanın sonuna doğru yol alıyor. Ufak tefek kazalar atlatsalar da, gördükleri manzaralar oldukça büyüleyici… İşte gezginlerimizin Şili’de yaşadıkları maceralar…
Fırat’ın iyileşme sürecinden sonra Şili’de buluşan triomuz için tekrar birlikte yola koyulma zamanı geliyor. Kendimizi Carretera Austral’in kimi zaman zorlu arazi sürüşüne vurmadan önce Chiloe Adası’nda birkaç gün geçiriyor, motorlarımızın rutin bakımını yapıyoruz.
İki gün konakladığımız Ancud’da ağır yükümüzü hostelde bırakıp yerel balıkçı köylerini ve yaz mevsiminin ortası olmasına rağmen güneş yüzü göremeyen plajlara bakan tepeleri gezdiğimiz, turistik sezona inat sakin göl kenarlarında kahve içerken birbirimize yerel halkın kış mevsimini nasıl olup da birbirlerinden sıkılmadan atlattığını sorduğumuz güzel bir gün geçiriyoruz. Büyük şehirlerde yaşamaya alışkınız, dünyanın diğer ucundaki küçük kasabalarda sürüp giden kendi halinde hayatları ilk bakışta kavrayamıyoruz belki de.
Kuzeyden güneye 200 kilometrelik Chiloe Adası’nın en güneyindeki Quellon kentinden beş saatlik bir feribot yolculuğuyla anakaraya dönüyor ve güney Patagonya’ya doğru yola koyuluyoruz. Yol boyu pek çok motorlu, bisikletli ve sırt çantalı gezginle farklı kasabalarda tekrar tekrar karşılaşarak Carretera Austral’de yol alıyoruz. Yolun büyük kısmı toz, toprak ve çakıllı.
Asfalt olan kısımlar da var ancak doğa o kadar etkileyici ki gaz açmak içimizden gelmiyor; fırsat buldukça etrafı izleyerek, sık sık mola vererek ilerliyoruz. Yolun bozuk olduğu kısımlarda yüklü motorlarımızdan gelen takırtılara endişeyle kulak kabartıyor, bizden çok daha zor bir işe soyunmuş olan bisikletçileri fazla toz içinde bırakmadan yanlarından yavaşça geçmeye gayret ediyoruz.
Bazı dört tekerlek sürücüleri de bize aynı inceliği gösteriyor ancak yine de bir iki gün içinde sürüş kıyafetlerimizin tamamı ve motorlarımız boz bir renge bürünüyor. Toz kokuyoruz ama keyfimiz yerinde. Hava oldukça değişken, bazen gün boyu yağan yağmur bizi çadıra hapsediyor, bazen yakıcı güneş terletiyor. Nehirler, göller, ormanlar ve yavaştan tepelerinde buzullar görmeye başladığımız dağlar boyunca eğlenceli olduğu kadar zorlu bir sürüşle kendimizi sınıyor, her vardığımız yerin bir öncekinden daha güzel olmasına şaşıyoruz.
Dağların doğusundaki kurak iklime henüz dönmek istemediğimizden yola devam ediyor, onlarcasına denk geldiğimiz asfalt çalışmaları tamamlanıp erişim kolaylaştıkça bölgenin güzelliği bozulur mu diye düşünmeden edemiyoruz.
Turkuvaz rengine ilk görüşte hayran kaldığımız General Carrera Gölü’ne vardığımızda yol ayrımında doğru karar verdiğimize emin oluyoruz.
Rehberimiz bir 450 milyon yıl daha geçtiğinde bu kireçtaşı kayaların Türkiye ve İtalya’dakine benzer mermerlere dönüşeceğini söylüyor. İnsanoğlunun dünyada o kadar zamanı kaldı mı bilmiyoruz ama Şili halkının doğaya gösterdiği özene bakınca rehberin haklı çıkacağına inanası geliyor insanın. Biz yine kısa vadeli planlarımıza dönüyor, iki gün sonra yakalamamız gereken feribota doğru yola devam ediyoruz zira feribotu kaçırırsak hem bir hafta kaybedecek, hem de telefonda bir buçuk gün boyunca dil döküp motorlarımız için yer olduğunu öğrendiğimiz an ücretini peşin ödediğimiz biletlerimizi yakacağız.
Güneye indikçe seyrekleşen yerleşim yerlerinin yan etkisi kalabalıklaşan kamp alanları oluyor. Artık yerlisi ve dişli gezginlerin dışında pek kimsenin uğramadığı kasabalardayız. Toplu taşıma ve otostop imkânı azaldığı için sırt çantalı gezginlerin sayısı da oldukça azalıyor; son kamp alanımızda gitgide çetinleşen yol koşullarına rağmen yılmayan bisikletçiler ağır basıyor.
Bazılarıyla sohbet ediyor, hafif bir gıda zehirlenmesi geçiren ABD’li genç bir kadın bisikletçiye yanımızda taşıdığımız uygun ilaçlardan veriyoruz. Biliyoruz ki, yeri geldiğinde başka bir gezgin bize yardımcı olmak için elindekileri esirgemeyecek. Yolu paylaştığımız insanlarla hikâyemizi, yemeğimizi, ilacımızı ve kahkahamızı da paylaşıyoruz. Hepsi daha önce tanışmadığımız yakınlarımız gibi, “merhaba” dedikten hemen sonra uzun sohbetlere dalabiliyoruz.
Feribot günü geldiğinde son güne bıraktığımız sürüşün Carretera Austral’in belki de en zorlu kısmı olduğunu duyumsayarak Yungay Limanı’na varıyoruz. Artık fyordların içindeyiz ve yol burada bitiyor. İleride başka bir feribot ve yüz kilometrelik sürüşle ulaşılan son bir kasaba daha var ancak bineceğimiz feribotun biletlerini ayarlamak için bir gün kaybettiğimizden bizim vaktimiz yok.
O’Higgins’de ‘Carretera Austral’in sonu’ tabelasını görmek için bizi Ushuaia’daki ‘Dünya’nın sonu’ tabelasına 700 kilometre daha yakınlaştıracak feribotu kaçırmayı riske etmiyoruz. Halihazırda dünyadaki diğer tüm kara parçalarının güneyindeyiz ama gidecek yolumuz bitmedi. Limanda karşılaştığımız Şilili motorcularla sohbet ediyor, motorlarımızı iki sıra halinde feribota diziyoruz.
Fyordların arasında genelde kapalı, bazen yağmurlu, bol huzurlu bir havada yol alıyoruz. İki kıyının arası bazı kesimlerde oldukça daralıyor, tepelerdeki her yarıktan sular denize çağlıyor, ağaçlar adeta kayalardan fışkırıyor. Balina görebilmek için yanlış mevsimdeyiz ama teselli ikramiyesi niyetine yunuslar bazen hemen yanımızda yüzüyor. Ara sıra güverteye çıkarak tam anlamıyla el değmemiş doğayı seyre dalıyoruz.
Carretera Austral’deki günlerimizi gözden geçirmek için de iyi bir ortam sağlıyor feribot. Hem güzel hem de zorlu kısımları birbirimize hatırlatıp gülümsüyoruz. Maceramızın devamında belki daha zorlu yollarla karşılaşabiliriz ancak Arjantin’in göller bölgesinden beri içinde süregeldiğimiz, yeşilin ve mavinin bunca iç içe geçtiği bir coğrafyaya denk gelmemiz zor olabilir.