Hürriyet Seyahat | Fotoğraflar: Alamy
Çölün altında Türk mucizesi... Neredeyse Çin Seddi kadar uzun!
Karız Kanalları, Orta Asya'da Turfan bölgesinde yapılmış yer altı su şebekesi sistemi. Dünya uygarlık tarihinin en önemli buluntularından biri… İşte 2 bin 200 yıl önce Türkler tarafından, çölün altına yapılan kanalla ilgili detaylar…
Onu ilginç kılansa yerin altında inşa edilmiş olmasına rağmen, Çin seddi kadar uzun olması… Deniz seviyesinin altında olan Turfan vilayetinin merkezi olan Turfan şehri, su kaynakları bulunmayan ve iklimi son derece kurak bir bölgede bulunuyor.
Karız Kanalları Tanrı Dağları’ndan topladığı suyu 60 km çölün altından geçirerek Turfan'daki yerleşim birimlerine götürüyor. Çinliler bu kanalları ülkelerindeki üç harikadan biri olarak gösteriyor.
Aralıklarla açılan kuyular yardımıyla tarım alanları sulanıyor. Tanrı Dağları ile Turfan arasındaki bölge çöl olduğundan suyun aşırı sıcaktan buharlaşmaması için Karız su kanalları yeraltında inşa ediliyor.
Koca şehri yuttu! Her yıl 5 metre büyüyor, bilim insanlarını da çok şaşırttı...
Fransa’nın Aquitaine Bölgesi’ndeki ‘Dune du Pyla’ diğer bir deyişle kum tepesi, Atlantik Okyanusu sahilinde yer alıyor ve her yıl beş metre büyüyor. Batı Fransa’daki Arachon Koyu, Avrupa’nın Büyük Sahra Çölü oldu. Atlantik kıyısındaki La Dune de Pyla, 17. yüzyılda başlayan gizemli doğa olayı yüzünden bugün tamamen kum altında kaldı.
Maksimum yüksekliği, deniz seviyesinin 117 metre üzerinde olan kum tepesi her yıl 5 metre yükseliyor. Üç kilometre uzunluğunda, 500 metre genişliğinde ve 100 metre yüksekliğindeki bu kum tepesi Sahra Çölü’nde değil, Avrupa’nın göbeğinde, Fransa’nın batı sahilinde yer alıyor. Batı Atlantik rüzgârlarının kıyıya halen kum yığmasıyla, yılda beş metre yol alıyor. Geçen yüzyıldan bu yana kum yığınının hacmini ikiye katladığı tahmin ediliyor.
Kumul her geçen gün ormanı da işgal etmeye devam ediyor. Bu olağandışı manzara, tabii ki burasını en çok ziyaret edilen mekanlardan biri haline getirmiş. Doğanın bir tuhaflığı olarak görülen Büyük Pyla Kumulu, Avrupa’nın en büyük kum tepesi. Atlas Okyanusu kıyısındaki La Teste-de-Buch’ta bulunan bu tepe aradan geçen yıllarda o kadar büyüdü ki şu an 60 milyon metreküp kumdan oluşuyor. Okyanustan esen rüzgarların etkisiyle kum tepesi her yıl beş metre kadar hareket ediyor.
Bu nedenle çevresindeki yollar ve evler kumlar altında kalıyor. Nazilerin İkinci Dünya Savaşı sırasında koruma amaçlı olarak diktirdiği ve “Atlantik Duvarı” denen ormanlar da bu olaydan büyük zarar görüyor. Mesela, 1928 yılında Bordeauxlu bir aile bu tepenin eteğine bir ev inşa etmeye karar vermiş, ancak iki yıl içinde kumlar evi istilaya başlamış. 1936’da ise bina tamamen ortadan kaybolmuş. Bu dev kumul çoğu çevreciler tarafından Avrupa’nın çöle döneceği tezine de konu edildi.
Hatta rüzgarla birlikte kumulun yavaş yavaş hareket ederek şehirleri bile yutacağı iddia edildi. Bilim insanları Pyla de Dune’nin nasıl oluştuğu konusunda tam bir açıklama yapamıyor. Bilim insanları burasının sürekli esen rüzgarla oluştuğunu savunsa da, bu kadar kumun nereden ve nasıl geldiğine bir açıklama getiremiyorlar. Bilim insanları tam olarak durumu açıklayamasa da burası Fransa turizmine önemli bir artı kazandırıyor. Çünkü turistler için bu bölge açıklanamayan bu oluşumundan dolayı en çok ziyaret edilen yerlerden biri haline geldi.
Dünyanın ulaşılması en zor yeri! İlk yerleşen bir Amerikalı ve sadece iki yıl dayanabildi…
Dünyada öyle bir yer var ki, ne savaşlar ne de ekonomik krizler orayı hiçbir zaman etkilemedi. Burası İngiliz Milletler Topluluğu'na bağlı Tristan da Cunha… 300 kişinin yaşadığı yeri özel kılan ise dünyanın ulaşılması en zor yeri olması… Portekizli kaşif Tristao da Cunha tarafından 1506 yılında Ümit Burnu’na düzenlediği bir gezi sırasında keşfedidi Tristan Da Cunha Adası… Atlantik Okyanusu'nun güneyinde yer alan ada kümesi Tristan da Cunha, İngiliz Milletler Topluluğu'na bağlı ve dünyanın ulaşılması en zor yeri olarak kabul ediliyor. Sadece 300 kişinin yaşadığı adaya en yakın yerleşim yeri ise 2800 kilometre uzaklıktaki Edinburgh of the Seven Seas…
Adaya ilk yerleşen 1810 yılında Amerikalı Jonathan Lambert olmuş ancak adada iki yıl yaşayabilmiş ve 1812’de boğulmuş. 1816’dan sonra ise adaya İngilizler yerleşmeye başlamışlar ve 1856’da ada nüfusu 71 kişi olmuş. Ancak bir sonraki yıl ada nüfusu açlıktan kaçanlar yüzünden 28’e düşmüş. 1961’de ise yanardağ etkinliğinden dolayı kurtarılan ada sakinleri daha sonra yeniden yerleştirilse de Birleşik Krallık’taki yaşama alışıp dönmeyenler olmuş.
Aralık 2015 verilerine göre ise Tristan da Cunha Adası’nda 300 kişilik soyutlanmış bir toplum yaşamını sürdürüyor. Şimdiler sadece adanın kuzeybatısındaki bir yaylada yerleşim var. Zaten halk da burada kümelenmiş… Adanın diğer bölümlerinde yaşayan bulunmuyor. Tristan da Cunha Adası’nda bir kafe, küçük bir market, yüzme havuzu, yerel bir radyo istasyonu (Haftada dört gün yayın yapıyor), bir okul, bir hastane, bir postane, ufak bir müze, iki kilise ve bir bar mevcut. Tristan da Cunha’daki tek liman ise Calshot Limanı…
Yalnız adalara herhangi bir hava ulaşımı söz konusu değil. Yılda bir kez uğrayan RMS St. Helena adlı tek yük gemisi posta, konserve gıda, videolar, kitaplar-dergiler, tıbbi ürünler ve ara sıra ziyaretçi getiriyor. Adaya girmek için İngiltere vizesi şart… Adanın tek olumsuz yanı halkın yarısından fazlasının astım hastası olması... Buraya turist olarak gelmek isterseniz bol bol balık tutabilir ve yüksek volkanik dağlarında rahatça kafa dinleyebilirsiniz. Unutmadan söyleyelim, adada pansiyon bulunmadığından çadıra veya bir tanıdığa ihtiyacınız olabilir.
Atlantik fırtına kuşunun tek üreme alanı burası
Uluslararası Kuş Yaşamı Derneğince, ‘Önemli Kuş Alanı’ olarak sayılan ada, 13 deniz ve iki kara kuşu türüne ev sahipliği yapıyor. Kuzey Rockhopper penguenleri, sarı burunlu Atlantik albatrosu, isli albatros, Atlantik fırtına kuşu, büyük kanatlı fırtına kuşu, yumuşak tüylü fırtına kuşu, geniş gagalı prion, gri fırtına kuşu, büyük yelkovan kuşu, isli yelkovan kuşu, Tristan yırtıcı martısı, Antarktika deniz kırlangıcı, kahverengi deniz kırlangıcı deniz kuşu türlerini oluşturuyor. Ayrıca burası Atlantik fırtına kuşu için yeryüzündeki tek üreme alanları olarak biliniyor.
Çirkinliğin başkenti ilan edildi! “Güzellik köleliktir, çirkinlik bir erdem”
İtalya’nın merkezinde Apennine Dağları ve Adriyatik Denizi arasında kalan vadide yer alan ‘Piobbico’, yemyeşil ormanları ve şehri çevreleyen taş binalarıyla ünlü bir ortaçağ kenti. 1879 yılında köyde yaşayan, bekar olmaktan ve kendilerini son derece çirkin olduğuna inanmış kadınların reklam vermeye başlamasıyla Club Dei Brutti (Çirkin Kulüp) kuruluyor. Uzun bir süre sonra tekrardan 1976 yılında köyde bulunan dükkân sahibi Lele Iacobelli eş bulamayan 100’den fazla kadınla birlikte projeyi tanışma ajansına çevirerek kulüp yeniden canlandırılıyor.
Üyeler topluma iç güzelliğin fiziksel görünümden daha önemli olduğunu vurgulayarak farklı bir misyon üstleniyorlar. Çirkin insanların sorunlarından halkı haberdar etmeyi, insanların fobilerinin üstesinden gelmelerini ve bazı durumlarda orta yol bulmalarına da yardımcı oluyorlar. Kulüp, bir gün güzelliğin yok olacağını ancak yaşanılanların asla değişmeyeceğini söylüyor. Slogan olarak da ‘Güzellik köleliktir, çirkinlik bir erdemdir’ mottosuyla topluma dünyaya bu mesajlarını iletmeye çalışıyorlar. Modern toplumdaki güzellik kültüyle mücadele etme amacında olan kulüp dünya çapında 25 ofis ve 30 binden fazla üyeye sahip küresel bir derneğe dönüşmüş durumda. Bugün bu kulübün bir parçası olmak oldukça kolay. Üyeler ‘belirtilmemiş’ten ‘olağanüstü çirkin’e kadar değişik rütbelerle sıralanıyorlar. Buna rağmen grubun üyelerinin mutlak çirkinlik özelliği taşıması gerekmiyor. Kulüp iç güzelliği kutlamaya ve başkalarının ne düşündüğü hakkında endişelenmemeyi aşılamaya çalışıyor.
Piobbico'nun merkezinde, kasabanın durumuna uygun, çirkin ve fotojenik olmayan bir heykel bile var. 2007 yılında kulüp tarafından çirkinlere adanmış en büyük hediye olarak gösterilen heykelde kendine aynada bakan bir adam temsili bulunuyor. Burada aslında gördüğü yüzünün çirkinliği değil, kişiliğinin güzelliği vurgusu yapılıyor. Ayrıca her yıl eylül ayının ilk pazar günü Piobbico, Çirkin Festivali’ne de ev sahipliği yapıyor. Kulüp üyeleri başkanlarını da festivalin son gününde belirliyorlar. Dünyanın her yerinden gelen ziyaretçilerle birlikte devasa bir şölene dönüşen festival büyük ilgi görüyor.
Aralarında tek fark Sar Agha Seyed’deki evler kerpiçten, Palangan’dakilerin de taştan olması. Bu masal gibi gözüken yerleşim yeri Tahran’ın 660 kilometre güneybatısında yer alan bir Kürt Köyü. Bir vadinin iki yakasına sıralanmış taş evlerden oluşan bu köyde evler meridyen gibi üst üste sıralanmış haldeler. Bir evin çatısı diğer evin bahçesi olan bir mimari düzen var bu köyde. Köyün hemen yanından da Şirvan Nehri’ne akan bir dere var.