Sevda SERBEST / Instagram: @kesfettik | Fotoğraflar: Sevda Serbest, Alamy
Bir kış masalı... Adeta cennetten köşe
Uzun süre internet sitelerinin ‘dünyanın en güzel köyleri’ listelerindeki kapak fotoğrafına bakarak hayal ettim Hallstatt’a kavuşmayı. “Yolu çok çetrefilliymiş, acaba ona vakit ayırmasak mı?” gibi soruları geçtim… Bir akşam Viyana uçak biletlerini ve hemen ardından da Hallstatt tren biletlerini alıverdim. Bu hayalin gerçekleşmesi için daha fazla beklememeliydim. İşte size Hallstatt gezi rehberi…
Viyana’da ve Salzburg’da harika günler geçirdik. Müziğin başkenti Viyana’da, Mozart’ın memleketi Salzburg’ta müziğe doyduk. Her Avrupa ziyaretinde olduğu gibi “Burada yaşasak ya…” dilimizden hiç eksik olmadı. Derken Hallstatt günü yaklaştı. Hallstatt için Salzburg’tan gidebileceğiniz birkaç yol var.
İlki eğer hava elverişliyse araç kiralamak. Böylece istediğiniz manzarayla beş dakika dahi olsa baş başa kalabilir, belki yemyeşil ovalardaki yamaçlardaki tablodan çıkmışçasına ikonik duran o ineklere selam verebilirsiniz. Bir diğer seçenek direkt trene atlayıp gitmek bir diğeri de otobüs ve sonrasında tren yapmak… Biz bu üçüncü versiyonu seçtik.
Çünkü tren rotası efsane Van Gogh görüntüleriyle dolu. Salzburg'tan 150 numaralı otobüs ile Bad Ischl kasabasına gelip, birer Avusturya kahvesi yudumlayıp, nefis havayı içimize çektik. Buradan yolumuza o hiç bitmesin dediğimiz tren yoluyla devam… Diğer tren rotası da tercih edilebilir ama en iyisi bu rota diye yerelden tavsiyelerimizi almıştık.
Fuschlsee ve Wolfgansee göllerinin kıyısına kurulmuş yüzlerce Hallstatt var aslında bunu da yine yol üzerinde öğrendik. Dünyanın en güzel 10 köyünden biri olan Hallstatt’a yaklaştığınızı gözüme gelen karelerin şiddetli şekilde daha güzelleşiyor oluşundan anladım ve heyecandan yerimde duramaz olmuştum.
Fotoğraflasam mı, video mu çeksem, bu anı mı yaşasam, sosyal medyaya bir selfie mi göndersem bilemedim. Zamanı durdurmak isteyeceğim anlardaydım. Trenden Hallstatt durağında indik, minik minik yağmur atıştırıyor ve o kapak fotoğraflarında gördüğüm Hallstatt’ın üzerine hafif de bir sis çökmüş, çok daha çekici bir Hallstat ile kavuşmak üzereydim.
Hallstatt Gölü’nün karşı kıyısına bir botla geçecektik. Bota ilerlerken gördüğüm güzellik karşısında göz yaşlarıma hâkim olamadım. Dünya ne kadar da güzeldi böyle…
Bottan iner inmez tüm dünyanın gürültüsüne, kirliliğine ve estetikten yoksun yanına inat, minicik ama “Öyle kimseye benzemeyen bir köyüm ben, hoş geldiniz” diyordu Hallstatt. Ufacık patikalardan otelimize doğru ilerledik.
Bavulları odaya bırakıp vakit kaybetmeden kendimizi köyün sokaklarına attık. Hallstatt’a gelmek için en uygun zamanın her yerde olduğu gibi bahar ayları olduğunu düşünüyorum. Ancak kışın da güzel… Kar yağdığında ise burada oluşan manzaranın başka bir yerde görebileceklerimizden çok daha güzel olduğu kesin.
En az bir gece konaklamanızı öneririm. Örneğin gece ışıklar yok olduğunda, yıldızların altında bir göl, dolunay ve köy üçlüsüyle baş başa kalıyorsunuz. Bu kadar minik bir köyün kendi birasını da 5’te kapanan tüm dükkânlara rağmen bulup, denemeyi de ihmal etmemiş olduk böylece.
Hallstatt’a kadar gelmişken yapmadan dönmemeniz gerekenleri kısaca sıralayayım
Gölde kano ya da kayıklar ile mutlaka gezin. Hiç olmadı göl çevresinde yürümeyi ihmal etmeyin. 14. Yüzyıldan kalma mimarideki evleri ile Marktplatz’da biraz vakit geçirin. Kafelerinde, restoranlarında, banklarında biraz soluklanın.
Meydanın hemen aşağısındaki Hallstatt Kültür Mirası Müzesi’nde köyün 7 bin yıllık mazisine tanık olun. Dünyanın ilk tuz madenine finüküler ile çıkın. Hem manzaraya doyun hem de ilginç bir maden tarihinin içinden geçin. World Heritage View Poin bölgesinde Alper ve Hallstatt Gölü manzarasını görüp bu anı kucaklayıp götürmek isteyin.
Hemen yakınındaki 13. Yüzyıldan kalma bir savunma kulesi olan Rudolfsturm Tower’da Hallstatt’a tepeden bakan bir manzarada bir şeyler yiyip, içebilirsiniz. Kemik evi anlamına gelen Beinhaus’u görebilirsiniz. Eskiden sınırlı mezar alanı sebebiyle ölüler geçici olarak gömülürmüş. 10-15 yıl sonra kemikleri toplanıp güneşte beyazlamaları için bırakılmış. Hemen önünde deniz manzaralı bir de mezarlık var. Elbette Hallsstatt’ın her noktasından görünen 18. Yüzyıldan kalma Evangelist Kilisesi’nin içini gezebilir ya da kulesine çıkabilirsiniz.