Alp MOR
Bilinen yerlerdeki bilinmeyen güzellikler
Herkes "huzur" arayışında, şehirlerin karmaşası ve stresinden kaçış planı peşinde, öyle uzun soluklusundan değil ama. Tatile çıkmak var, bir de yola düşmek. İster uzun, ister kısa… En güzeli ise bir sırt çantası ve çadırla doğada özgürce soluk almak… Üstelik düşük bütçelerle… Bütçeniz ne olursa olsun, şehirden çok kopmadan taş çatlasa bir hafta içinde huzur barınızı yeşillendirecek enfes bir rota ile tazelenmeniz, şehrin gürültüsünden mehtabın ışığına uzanmanız mümkün.
Uzun bir yolculuktan İstanbul'a yeni dönmüşken, motosikletime atladığım gibi rotamı yaylalara doğru çevirdim; çünkü hep derim yükseklerde olmak gibisi yok. İlk durağım sabahları inek çanlarıyla uyandığım, hazır telefon internet hiç çekmez iken kendime sınırsız zaman ayırdığım Pürenli Yaylası oldu.
Düzce'ye 28 kilometre mesafede, yeşilin tondan tona büründüğü bu yaylada -önümüz sonbahar, Pürenli sararmakta aman eller çabuk tutulsun- beni mest eden ve motosiklet tutkunu okurları da eminim ki etkileyecek olan, binlerce kilometre tepmeksizin Karadeniz havası soluyabilmekti. Sonuçta yeşil aynı yeşil, oksijen aynı oksijen...
Elbette Doğu Karadeniz'in büyüsüne diyecek yok ama amaç birkaç günlüğüne şehir gürültüsünden uzakta temiz hava solumaksa eğer, hiç öyle "ah bi Karadeniz turu yapsak" romantizmine girişmeye de gerek yok. Az sonra bahsi geçecek bu uzun tura zamanınız yoksa bile, cuma iş çıkışı yola düşüp Düzce ve Bolu yakınlarındaki diğer yaylalarda (Kardüz, Balıklı, Hira, Aladağ, Sarıalan...) kamp yaparak pazar gecesi aziz İstanbul'unuza kavuşmanız mümkün. Tabi güzelim Pürenli, "tası tarağı toplayıp dağa bayıra yerleşmek" fikrini aklınızda filizlendirmezse...
Pürenli'den hemen sonra rotamı Frig Vadisi'ne doğru çevirdim. Yaylalardan düze inmişken sürüş de haliyle iki kat keyif vermeye başladı. Açıkçası gözüm yeşile alışmışken buraya adapte olmak biraz zor oldu. Ama Kütahya, Afyon ve Eskişehir üçlüsünün arasında kalan bu vadi, mimarisiyle, mağaralarıyla ve diğer doğal yapılarıyla beni hep etkilemişti zaten.
Mağaralara da ezelden tutkunumdur; vaktiyle ev telefonumuzu cebime "mağara" diye kaydettiğimi anımsar gülerim bazen. Frig mağaralarını da görür görmez ev belledim; ağustos sıcağında bile serinliği muhafaza eden kovuklara sığındım. Sözün özü; Frigya medeniyetinin tüm izlerini taşıyan bu vadi, trekking, kamp ve motosiklet için enfes bir güzergah.
Benim için ilklerin yaşandığı bir yer oldu Isparta'nın Kuyucak köyü -selam olsun sana Sabahattin Ali- zira hemen her köyde beni karşılayan "malum" kesif kokudan ziyade, Kuyucak'ta mis kokulu lavantalar başımı döndürdü girer girmez.
Güller şehri diye bilinir Isparta ama turizme yakın zamanda kazandırılmış lavanta bahçeleri, kentin bu unvanını değiştirecek gibi görünüyor. Talihsizliğime denk geldi hasat zamanı oradaydım, o güzelim kokuları saçan lavantaları dallarında salınırken görmek kısmet olmadı. Benim de, ansızın bastıran baş ağrımı dindirecek bir çimdik lavanta yağımdan başka hiçbir şey kalmadı elimde.
Ve Salda'dayım! Beyaz ipeksi kumlarından dolayı "Türkiye'nin Maldivler'i" deniyor buraya ama benim için burası Mars. Mars, ne alaka? Salda'daki kaya yapısı ile Mars'ınki benzeşiyormuş çünkü. Yine de gönüllerde "Yerli Maldivler" diye taht kurmuş bir kere. Mavisi ve beyazı ile büyüleyici görüntüsü var Salda’nın… Gölün şifalı suyundan, derinlikte birinciliğinden uzun uzun bahsetmeye pek de lüzum yok esasında. İnternette ufak çaplı bir aramayla da bunlara kolayca erişebilirsiniz.
Kış bastırmadan gölün berrak sularına kendinizi bırakıp, o yumuşak kumlara ayak basmanız sizi Salda hakkında ziyadesiyle bilgi sahibi yapacaktır zaten. Salda'ya geldiğinizde, Burdur şiş yemeden dönmeyin derim. Neticede Burdur şiş Maldivler'de bulunmayan enfes bir tat. Ben Salda’ya 4 km uzaklıktaki Yeşilova’da yedim, bu ilçedeki mekanları tavsiye ederim…
Bir sonraki durak Ulubey Kanyonu; bölgede görülmeye değer muazzam yerlerden. Ulubey Çayı'nın beslediği bu devasa kanyon aslında birden çok kanyonun birleşmesiyle oluşuyor.
Son durağım Uludağ. Göller Bölgesi, artık eve dönüş vakti... Başladığım noktadan da yüksekte; 2330 metre rakımda bir yanım Kilimli Göl, öte yanım sarp, çıplak kayalıklar... Yani maalesef Pürenli'mizdeki o envai çeşit yeşili burada görmek mümkün değil . Kayakseverler bu bölgeyi kışın tercih edebilir ama, dondurucu soğuklar bastırmadan zirveye yürürken -hem de bulutların içinden geçerek- alınan haz da en az kayak yapmak kadar keyifliydi bana kalırsa.
Buzul Çağ'dan kalma göllerin serinliği, taşlar arasından iplik gibi sızan su, o suyun lezzeti... Uludağ beni büyüledi. Yükseklerin gizemine, haşmetine her zaman tutkundum zaten, ama bu kadarını beklemiyordum. Eve doğru sürerken kafa radyomda hüzünlü bir melodi çalmaya başlamıştı bile. Tek tesellim bu güzel diyarın İstanbul'a çok yakın olduğuydu.
Bu çetin yolu kolaylaştırıp güzelleştiren, sınıfına göre çok hafif olduğundan sürüş kolaylığı sağlayan; yaylalardan vadilere, kanyonlardan tepelere farklı yol şartlarına kolayca adapte olabilen ve düşük yakıt sarfiyatıyla cebimi de güldüren Tracer 700'ümle uzakları yakın etmeye devam edeceğim yine. "Tekerim düz bassın!"