Selçuk’la Güresin’in tek sütunluk haber kavgası

Yılmaz Çetiner, Türk basınının son 58 yılına damgasını vurmuş, çok önemli gazeteci ve röportaj yazardır. Zigetvar Kalesi’nden Çin Seddi’ne, Saygon’dan Hayber Geçidi’ne, Afrika’dan Rusya’ya tehlikelerle dolu nice yolculuk...

Nurcular, El Fetih gerillaları, Rumeli Türkleri, Vietnam savaşçıları arasında yaşanan nice olay... Yeni Sabah’tan Vatan’a, Cumhuriyet’ten Hürriyet ve Milliyet’e uzanan muhabirlik, dizi röportaj yazarlığı yılları... Onlarca ödül, 3 kere de "Yılın Gazetecisi" seçilme onuru... "Şu Bizim Rumeli"den "Mao’ya Tapanlar"lara, "El Fetih"ten "Bilinmeyen Arnavutluk"a, "Son Padişah Vahdettin"e ve şimdi de "Nefes Nefese Bir Ömür"e uzanan unutulmaz eserler.

Yılmaz Çetiner’le hem Cumhuriyet’te, hem Milliyet’te, hem de Hürriyet’te kesişti yollarımız.

Her daim pırıl pırıldı, son derece şıktı ve güler yüzlüydü. Güzel hanımlara iltifat etmeye bayılırdı. Açık sözlüydü, genç gazetecilere nasihatler eder, onları yüreklendirirdi. Övgüde cömert, eleştiride cimriydi. Ünlü Sadıkoğlu ailesinin kızlarından olan sevgili eşi Esin (Eser) hanımefendinin üzerine titrerdi. Tıpkı biricik kızı Aslı’ya olduğu gibi. Bunlara son /images/100/0x0/55eade4ff018fbb8f89bd7f3yıllarda bir de torunu Leyla eklendi.

Yılmaz Çetiner "ustam"la Otağtepe’deki villasında yılların özlemini giderdik. Yorgun ciğerlerine meydan okurcasına saatlerce anlattı. Ben sordum o anlattı, o anlattı ben coştum. Sözü uzatmayayım boş yere; "Ustalar meclisinde çıraklar keser sesi" dememişler. İşte Yılmaz Çetiner ya da "Nefes Nefese Bir Ömür." Sen çok yaşa ustam. Daha senden öğreneceğimiz çok şey var...

Selçuk: Sen AP taraftarısın Güresin: Sen de komünistsin

- Biz Cumhuriyetçiler sık sık ev toplantıları yapardık. O pazar akşamı da Mehmet Barlas’ın Cihangir’deki evine davetliydik. Böyle geniş üst düzey yönetici kadro ilk kez bir araya geliyordu. Nadir Nadi, Berrin Nadi, Ecvet Güresin ve eşi, İlhan Selçuk, İsmail Cem ve eşi, Ali Ulvi ve eşi, ben ve eşim oradaydık. Yemeğe başlamadan gazeteden son haberleri öğrendik. Sağcılar, 6. Filo’nun gelişini protesto eden solculara sözde ders vermek için ellerinde sopalar, bıçaklarla Taksim’de toplanmaya başlamışlardı. Bu arada 3 kişi ölmüştü. Masada güncel politika tartışması devam ederken, söz dönüp dolaşıp Bülent Ecevit’e geldi. CHP Genel Sekreteri’nin konuşmalarına neden fazla yer verilmiyordu? Rahmetli Ali Ulvi, bir gün önce Cumhuriyet’te Bülent Ecevit’in çok önemli konuşmasının tek sütun çıktığını, oysa Milliyet’in bu konuşmaya geniş yer verdiğini, doğrusunun da bu olduğunu söyledi. Haberin nasıl verileceği konusundaki takdir, Genel Yayın Müdürü Ecvet Güresin’indi. Nasıl olduğunu hatırlamıyorum, Ecvet Güresin ile İlhan Selçuk tartışmaya başladı. Ali Ulvi de Ecvet Bey’i suçluyordu. İlhan Selçuk, sonunda "Sen bu işi kasıtlı yapıyorsun. Sen AP taraftarı sağcısın" dedi. Ecvet Bey de "Sen komünistsin" diye bağırdı.

POSTAL KOKUTMAYACAĞIM

Derken karşılıklı küfürler başladı. Görünüşe göre Berin Nadi, İlhan Selçuk’u tutuyordu. Nadir Nadi de genel yayın yönetmeninin itham edilmesine müdahale etmiyordu. General Cemal Madanoğlu ile birlikte hareket ettiği ima edilince Güresin, "Bu gazeteyi postal kokutmayacağım, komünist yapmayacağım" diye bağırdı. Olay yumruklaşmaya kadar vardı. Bir ara Ecvet Güresin fenalık geçirerek başka bir odaya alındı. Doktor eşi Nadire hanım, kocasına ilaç vererek, kolonyayla başını ovarak onu teskin etmeye çalışıyordu. Sonunda onlar evlerine döndü, biz biraz daha kaldık.

HABERİ BARLAS KOYMUŞ

Ecevit meselesi yeniden ortaya atıldı ve nihayet durum anlaşıldı. Bülent Ecevit’in konuşmasını tek sütun olarak 1. sayfaya koyan, Mehmet Barlas’tı. Mehmet, gazetecilik açısından çok önemli başka haberlerin olduğunu söylüyordu, kasıt yoktu. Ecvet Bey de böyle bir talimat vermiş değildi... "Kanlı Pazar"ın akşamı, Cumhuriyet için de galiba yeni bir dönemin başlangıcı olmuştu. Bir yıl geçmeden ben ayrıldım gazeteden. Benden birkaç ay sonra, Ecvet Güresin masasında görevine son verildiğine dair bir mektup buldu.

Ecevit’e komünist değilim dedirtemedim

- Nezih Demirkent’le Erol Simavi’nin odasına çıktık. Patron sigarasını içiyor, köpüklü kahvesi de yanında. Bülent Ecevit’i düşünmüş bütün gece. Halk bir "Karaoğlan" diye tutturmuş. "Umudumuz Ecevit" diyor, başka bir şey demiyor. Erol Simavi birden bana döndü; "Yılmaz, git Bülent Bey’e. Benim selam ve saygılarımı söyle. Bir demeç versin sana. ’Ben komünist, Marksist değilim’ diye açıklama yapsın. Ama net olarak söylesin bunları. Biz de onu sekiz sütun manşet yapalım, destek verelim." Hemen gittim Ankara’ya, ertesi gün Ecevit’le karşı karşıyayız evinde:

- Efendim, Erol Simavi sevgi ve saygılarını yolladı. Sizden bir ricamız var. Vatandaşın sizi tuttuğunu, Anadolu’nun sizi bağrına bastığını görüyoruz. Herkes ’Karaoğlan’ diyor. Biz de sizi destekleyeceğiz. Ancak, bir kısım çevrelerinde sizin aşırı solda olduğunuza dair endişeler var, Hatta komünist filan diyorlar."

- Ben bunlara evvelce cevap verdim sanıyorum.

- Efendim, toprak işleyenin, su kullananın demiştiniz. İşçilere çalıştığı fabrikaların ortakları olacağını söylüyorsunuz. İş alemi sizden ürküyor.

- Ben bunların hepsine gereken sözleri söyledim. Böyle konuşmaları başka nasıl susturabilirim?

- Efendim, net bir şekilde "Ben komünist, Marksist değilim" deseniz, bu demeciniz de Hürriyet’te en büyük puntolarla sürmanşet yayımlansa. Müthiş bir olay olur. Böylece size komünist, Marksist diyenlerin çanına ot tıkamış olursunuz.

Bülent beyin tikleri arttı, bir sigara daha yaktı. Öksürdü Ecevit:

- Böyle bir söze ne gerek var ki? Birdenbire ortaya çıkıp "Ben komünist değilim" diye ilan etmem yakışık almaz.

- Efendim, durup dururken söylemiyorsunuz, ben size "Komünist, Marksist misiniz" diye soruyorum. Siz de evet veya hayır diye cevap veriyorsunuz.

Ecevit uzun uzun sosyalizmi, ortanın solunu izah etmeye başladı. "Her solcu komünist değildir" dedi. Özerk kamu kuruluşlarına kadar uzadı konuşma ama, Erol Bey’in istediği cümle ağzından çıkmıyordu. Baktık konuşma uzuyor, ertesi gün parti merkezinde buluşmak üzere randevulaştık. Sabah erkenden CHP Genel Merkezi’ne gittiğimde Orhan Birgit, Turan Güneş oradaydı. Ecevit de az sonra elinde evrak çantasıyla geldi.

Daha sonra izin isteyip iki arkadaşıyla beraber yandaki odaya geçti. Bir saat kadar sonra çıktıklarında, bana daktiloyla yazılmış 10-15 satırlık bir kağıdı uzattılar. "Ben komünist değilim" sözüne yaklaşan herhangi bir cümle yoktu. Bakıştık. "Efendim, benden istenen bu değil. Yoksa ben Bülent Ecevit’e inanıyorum" dedim. Tekrar içeri girip yarım saat daha kaldılar. Dönüşlerinde resmi tebliğde yine bir şey çıkmadı, birkaç kelimenin yeri değişmişti o kadar.

Murat Sertoğlu’nun ’çapkın papazı’

- Ankara Palas’ta yabancı bir misafir için verilen resepsiyondan çıkıyorduk. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Samet Ağaoğlu TBMM’nin merdivenlerden iniyordu. Fatin Rüştü Bey birden bire durdu, bana dönüp bıyık altından muzip muzip güldü. "Merhaba gazeteci başı" dedi, bana hep öyle hitap ederdi. "Papaz yarın ne yapıyor?" Ben de "Vallahi efendim, ben de merak ediyorum, şimdi gider öğrenirim" dedim. Gülüşerek ayrıldık. Papazın günahları meselesi şuydu: Benim gazetecilik mesleğine başlamamı sağlayan Murat Sertoğlu, aynı anda dört-beş roman tefrikası yazar, bunları birbirine karıştırmazdı. Mesela "Pehlivan Kel Aliço"su 400 gün tefrika edilir, okuyucuyu heyecandan heyecana sürüklerdi. Murat hoca bir de "Papazın Günahları" diye tefrika hazırlamış, 15 gün sonra bitireceğini söylediğinde ödümüz patlamıştı. Cinsellik o devirde de tiraj yapıyordu. "Papazın Günahları" büyük ilgi gördü. Papaz kendisine günah çıkartmaya gelen kızları, kadınları baştan çıkarıyordu. Öyle sevişme sahneleri vardı ki... Basın Savcısı, birkaç kez bana haber gönderdi "Aman biraz örtün papazın üzerini" diye.

Kars’ı Ruslara verelim demişler, bu doğru mu

- 27 Mayıs sonrasında yapılan jurnaller, Abdülhamit devrinde bile yapılmamıştır. Kim kimi sevmiyorsa, ipe sapa gelmez, hayal ürünü birtakım suçlamalarla jurnalliyordu. Yok yere başı belaya girenlerin, aylarca tutuklu kalanların sayısı hiç de az değildi Bir gün Vedat Refiioğlu ile beni, MGK soruşturma kurullarından birine aldılar. Korkmadık desem yalan olur. Yanımızda bir onbaşı ile TBMM’de bir odaya girdik. Kimlik tespitinden sonra sorular başladı.

- Burhan Belge’nin evine çok gidiyormuşsunuz. Karısı Almanmış Belge’nin. Bir akşam evinde başka misafirler de varmış. Burhan bey, "Kars ve Ardahan’ı Ruslar’a verelim" demiş. Bunun için el altından Sovyet büyükelçisi ile görüşüyormuş. Doğru mu?

Ne kadar komik bir iddiaydı. Burhan beyin evine gelen dostlarının kimler olduğu malum. Hasan Ali Yücel, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Alaeddin Tiritoğlu, Vedat Nedim Tör. Hepsi de cumhuriyetin en aydın kişileri, vatansever insanlar. Karşımızdaki genç adli subay da böyle bir şeyin olamayacağını bildiği için fazla üzerinde durmadı. Bir ihbar yapıldığını, bunun gereğini yerine getirdiklerini söyledi.
Yazarın Tüm Yazıları