Türk basınının en eski ve ünlü isimlerinden, 58 yıllık gazeci-yazar Yılmaz Çetiner, anılarını topladığı "Nefes Nefese Bir Ömür" adlı kitabını Yener Süsoy’a anlattı. Yakın tarihimizdeki siyasi çalkantıların, askeri darbelerin, politik oluşumların hiç bilinmeyen yanları, Türk basınına damgasını vurmuş ünlü isimlerin ilginç öyküleri ve dünyanın dört bir yanından derlenmiş anılar...
- Ahmet Emin Yalman’ın vurulmasından sonraki günlerdi. Vatan Gazetesi’ndeydim. Yıllardır Saidi Nursi’nin adı biliniyordu ama, kimse gidip onunla görüşemiyordu. On binlerce taraftarı, müridi vardı, sayıları gün geçtikçe de artıyordu. "Hiç uğraşma, konuşmaz" dediler. Ama ben kafama koymuştum; ne yapıp edecek, çıkacaktım karşısına. Bu bir gazetecilik başarısı olacaktı, Öyle de oldu. Bediüzzaman ile 1953 yılı ocak ayı sonlarında, Eskişehir’de görüştüm. Sözde ben nur talebesiydim, onun müridiydim, hatta Eskişehir’de polis beni yakalamıştı. Saidi Nursi’nin Emirdağ’da yaşadığını öğrendim. Hemen o adrese gittim, Nurcu kıyafetleri içinde. Harap bir ahşap evin küçük bir odasındaki kerevette yatıyordu. Sol tarafta içinde kavanozlar ve teneke kutular olan bir tel dolap vardı. Ortada duran soba gürül gürül yanıyordu. Yerdeki kilimin üzerine gelişigüzel dört minder atılmıştı.
Saidi Nursi başına yeşilli sarılı bir atkı dolamış, üzerine iki kalın, beyaz yün fanila giymişti. Ayak ucunda bir leğen ile ibrik duruyordu. Beni görünce yattığı yerden doğruldu, "Hoş geldin evlat" dedi. Elini üç defa öpüp başıma götürdüm, "İstanbul’dan gelmişsin, oradaki talebelerim nasıllar" dedi. "Hepsi ellerinizden öperler" dedim. Bilmediğim isimler sordu. "Onları nasıl kabul ediyorsam, seni de öyle kabul ediyorum. Bol bol Risale-i Nur oku ve başkalarına da okut. Belki anlamak güçtür, ama zararı yok" dedi. Saidi Nursi beni üç defa okuyup üfledikten sonra, hastalığından, kendisine zulüm edildiğinden bahsetti. "83 yaşındayım. Son yirmi yılda 17 defa zehirleyip öldürmek istediler beni, fakat başaramadılar" dedi. Kitaplarından birini bana uzattı. "Artık sen Nurcusun. Ben ne kimseye hediye veririm, ne hediye alırım. İlk defa sana bir başlangıç kitabı hediye ediyorum" dedi.
Yüksel Menderes’i kavgadan Kamran İnan kurtardı
- Yüksel Menderes, yetenekli, bilgili, okuduklarını hazmetmiş, kimseye zararı olmayan, babasının gücünden asla yararlanmayan bir evlattı. Ancak güçlü değildi, bazı ruhsal sorunları vardı. Ankara’da Sakarya Çarşısı’nın içindeki bir apartmanın çatı katında "Derya" adında bir gece kulübü açılmıştı. Yeni bir yer olduğu için herkes oraya üşüşmüştü. Bir akşam Yüksel Menderes yanında Kamran İnan’la birlikte geldi Derya’ya. Kamran İnan’nın babası Bitlis Milletvekili Selahattin İnan çok dürüst, namuslu bir siyasetçiydi. Yüksel Menderes ile Kamran İnan, İsviçre’deki hukuk fakültesinden arkadaştılar. Her yerde beraber gorürdük onları. İşte o akşam ne oldu, nasıl olduysa, başbakanın oğlu Yüksel Menderes’e, Derya’nın müşterilerinden biri küfür etti. Hatta vurmaya kalktı. Yüksel pavyonların, kavgaların adamı değildi. Fevkalade mütevazı, duygulu, nazik, beyefendi bir genç diplomattı. O gece Kamran İnan arkadaşını koruyup saldırganları sakinleştirdi. Daha sonra iki arkadaş sessizce gece kulübünden ayrıldılar.