Reşad Ekrem ‘cemal áşığı’ idi ama intihalci değildi!
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Niyetim, ‘‘Orhan Pamuk'un Türk Edebiyatı'ndaki yerini tartışmak’’ değil.
Ama Orhan Pamuk'un sadece beni değil, benim gibi onbinlerce kişiyi tarihe aşık eden Reşad Ekrem Koçu'yu, yani İstanbul'un yetiştirdiği büyük bir ismi karalamasını hazmedemediğim için yazıyorum: Birileri, artık hayatta olmayan önemli isimleri töhmet altında bırakmadan önce kendi yazdıklarının ve geçmişteki intihallerinin değerlendirmesini yapmak zorundadırlar!
Orhan Pamuk, gündemde kalmayı gene başardı: Bu defa Reşad Ekrem Koçu'yuvasıta yaptı, ‘‘National Geographic-Türkiye’’ dergisinde çıkan ‘‘Şehrin Ruhu’’, başlıklı yazısında Koçu'nun sefahate düşkün bir eşcinsel olduğunu, yayınladığı İstanbul Ansiklopedisi'nin bu yüzden yarım kaldığını ve İstanbul'a ait bilgileri daha da karıştırdığını söyledi.
İstanbul gibi rengárenk bir şehir, bence Pamuk'un yazısından daha ruhsuz bir üslupla ve daha soğuk bir şekilde anlatılamazdı. Ama sayfaların arasına neyse ki Ara Güler'in fotoğrafları serpiştirilmişti de, sözü edilen şehrin İstanbul olduğunu anlayabiliyordunuz.
Bu işin bir tarafı. Diğer yanda ise, Pamuk'un Reşad Ekrem hakkında kullandığı sözler var: Reşad Ekrem'in eşcinselliği, ‘‘içki masası dostlukları’’ ve yine Pamuk'un tabiriyle ‘‘çıplak ayaklı güzel oğlanlara’’ olan tutkuları...
Saklamaya gerek yok: Reşad Ekrem eşcinseldi; eskilerin ‘‘cemál áşığı’’ dedikleri ve yakışıklı delikanlıları ‘‘seyretmekten’’ haz duyan gruba mensuptu. Bunu, Reşad Ekrem'i tanımış olan herkes bilir.
Benim anlamadığım, Reşad Ekrem'in bu tercihiyle yazdıkları arasında bağlantı kurulması...
Reşad Ekrem'in eserleri, iki gruptur: Bilimsel kitapları ve halk için yazdıkları. Meselá 1931'deki üniversite mezuniyet tezi olan 229 sayfalık ‘‘Girit'in Fethi’’ ile ‘‘Kapitülasyonlar’’ ilk gruba girer, maalesef tamamlayamadığı ‘‘İstanbul Ansiklopedisi’’ ile 50 civarındaki diğer yayını ise, ikincisine. İlk gruptakiler konularında hálá tek kaynaktır, ötekiler ise halka tarihi sevdirmiş, son derece canlı bir dil ile yazıldıkları için çok satmış, baskı üstüne baskı yapmış ve hálá da basılan kitaplardır. Her bahis mutlaka eski bir tarih yazmasının tozlu sayfasında gözden kaçmış olan bir nottur ve özetle, Koçu'nun yazdıkları doğrudur!
Reşad Ekrem'in eserlerinde geçen ve Pamuk'un garipsediği delikanlı tasvirleri, bizde eskiden kaleme alınmış birçok eserde klişeleşmiş motiftir, zira bu işler o zamanın toplumunda ‘‘ayıp’’ değil olağandır! ‘‘Sakiname’’ler, ‘‘Şehrengiz’’ler ve hatta birçok resmi tarih kitabı, bunlarla doludur. Reşad Ekrem o iklimin ve o devrin insanıdır, popüler eserlerinde bazı bahisleri tercihini gizlemeden, dürüstçe ve geleneğe riayet ederek kaleme almış ama bu işi şehvet buhranı halinde değil, bir ‘‘vak'anüvis’’ üslubuyla yapmış, ‘‘özendirici’’ değil, ‘‘nakledici’’ olmuştur. Pamuk'un ‘‘kargaşa’’ dediği ama Türkiye'de türünün ilk ve tek örneği olan İstanbul Ansiklopedisi'ndeki bazı maddeler de böyledir. Unutmayalım: Sadece bir ‘‘akşamcı’’ olan Reşad Ekrem'ineserini tamamlamamasına içki merakı ile ‘‘güzel oğlanlar’’ değil, maddi imkánsızlıklar ve yaşı mani oldu: Koçu, 1975'in Temmuz'unda hayata veda ettiğinde 70 yaşındaydı ve bu muazzam eseri için yeni bir finansör aramadaydı!
REŞAD EKREM, REKLAMCI DEĞİLDİ
Bunları, Reşad Ekrem'i savunmak gibisinden bir gereksiz işe kalkışmak niyetiyle yazmadım. Hemen bütün eserleri kaynak olan rahmetlinin, buna zaten ihtiyacı bulunmamaktadır ama bazı kişilerin, Türkiye'ye tarihi sevdiren bu ismi basit birkaç cümleyle karalamaya da hakları yoktur, zira:
Reşad Ekrem hiçbir bir kitabını, yayınından aylar önce reklam etmedi. ‘‘Çıktı, çıkıyor, yarın saat bilmem kaçta piyasada’’ gibisinden işlere kalkışmadı, daha tamamlamadığı eserlerine medhiyeler yazdırmadı. Reklam değil, okuyucusuna birşeyler verebilmenin kaygusundaydı. Hayatı boyunca yazdı ve ‘‘reklamsız’’ eserlerinin geliriyle de kıt-kanaat geçindi.
Reşad Ekrem, gündemde kalabilmek için hayatta bulunmayan önemli isimlerin eşcinselliğini yahut bilmemneciliğini tartışıp eserlerini bir kalemde silip atmayı aklının köşesinden bile geçirmedi. Tam tersine, kendisinden önceki kalem erbábını her zaman yüceltti.
Reşad Ekrem, yeni bir kitap çıkartmadan önce yanına fotoğrafçı Febus'ü yahut Abdullah Biraderler'den birini alıp hamamda, berber koltuklarında yahut puslu İstanbul sabahlarında fotoğraf çektirerek bunları gazetelere dağıtmadı.
Ve, en önemlisi: Reşad Ekrem, hiçbir zaman intihalci olmadı. Başkalarının konularını yahut kahramanlarını, meselá Fuad Carım'ın ‘‘Kanuni Devrinde İstanbul’’ununbir bölümünü alıp kendi imzasıyla ve ‘‘Beyaz Kale’’ adıyla yayınlamadı.
Bu ‘‘intihal’’ meselesinin ayrıntılarını yandaki kutularda veriyorum ama zamáne yazarlarına da bir hususu hatırlatmadan edemeyeceğim:
Bundan böyle aşk, meşk ve gönül işlerini bırakın; meyhane ve içki muhabbetinden de el çekin ve sadece yazın! Hem de hiç durmamacasına... Zira Allah geçinden versin ama günün birinde size de emr-i hak váki olunca böyle birisi çıkıp ‘‘Bu adam içki içip şununla-bununla gönlünü eğlendirirdi, dolayısıyla yazdıkları beş para etmez’’ deyiverir, ona göre...
Ne kadar acı! Medeni toplumlar şehir tarihçilerinin heykellerini dikip çalışma mekánlarını müze yaparlarken, bizim edebiyatımızın şimdi dünya çapında olan bir ismi, bu işin bizdeki tek örneğini, Reşad Ekrem Koçu gibi İstanbul'un büyük bir evládını karalamakla meşgul.
Velhásıl, utanılacak bir haldir!
Buyurun, 'Benim Adım Kırmızı'yı tartışalım
Elimde, Amerika'nın önde gelen yazarlarından biri olan Norman Mailer'in bir romanı var: ‘‘Ancient Evenings’’. Eski Mısır'da başlayan bir öykü; cinayetlerle, didişmelerle, bir başka dünya tartışmalarıyla dolu gerilimli bir kitap.
Yorum yapmayacak ama kitapların yalnızca arka kapaklarını okumakla yetinen ve sadece kendi çevrelerinden olan yazarları göklere çıkartan edebiyat eleştirmenlerimizden ufak bir ricada bulunacağım:
Hiç olmazsa şimdi, oturup bir kitabın tamamını okuma zahmetine katlanın; ‘‘Ancient Evenings’’ibulup gözden geçirin, İngilizceniz yoksa birilerine en azından girişini tercüme ettirin ve Norman Mailer'in ‘‘Ancient Evenings’’i ile Orhan Pamuk'un ‘‘Benim Adım Kırmızı’’sı arasında bir benzerlik olup olmadığı konusunda bendenizi aydınlatıverin...
İşte, intihalin suçüstü belgesi
Aşağıdaki iki sütunda karşılıklı olarak yeralan cümleleri okuyup aralarındaki benzerliklerin, daha doğrusu 'aynıyetin' nasıl yorumlanması gerektiğine siz karar verin. Ben bu işe ‘‘intihal’’ diyorum, bakalım siz ne diyeceksiniz...
Bu intihal konusunu yazmamın sebebi, Orhan Pamuk'a karşı ‘‘Reşad Ekrem'in hatırasına saygısızlık ettin ama sen de başkasının eserini intihal etmiştin’’ gibisinden ucuz ve basit bir karalamaya girişmek değil. Sadece, birilerinin, şimdi hayatta olmayan önemli isimleri töhmet altında bırakmadan önce kendi yazdıklarının bir değerlendirmesini yapmalarını istiyorum, o kadar...
Sözü hiç uzatmadan, açıkça söyleyeyim: Orhan Pamuk, intihalcidir! Fuad Carım'ın ‘‘Kanuni Devrinde İstanbul’’ isimli eserinin birçok bölümünü intihal etmiş ve ‘‘Beyaz Kale’’ adındaki romanın temelini Carım'ın bu kitabı üzerine kurmuştur. Hem de bazı cümleleri neredeyse aynen alarak...
Fuat Carım, 1892 ile 1972 seneleri arasında yaşadı. Mülkiye'yi bitirdi, Kuvá-yı Milliye'ye katıldı, milletvekilliği, Dışişleri Genel Sekreterliği ve büyükelçilik yaptı. Son derece entellektüeldi, çok ilginç kitaplar yazdı ama bunları az sayıda bastırdı. ‘‘Kanuni Devrinde İstanbul’’, bunlardan biriydi.
Kitabın kahramanı 1550'lerde üç yıl boyunca esir olarak İstanbul'da yaşayıp hatıralarını kaleme alan Pedro de Urdemalas adında bir İspanyol'du ve Fuad Carım, tam dört asır sonra, 1964'te, metnin Türkçe'sini yayınlamıştı. Eser, daha sonra ‘‘1001 Temel Eser Serisi’’ndenbir başka isimle çıktı.
Bu intihal konusunu bundan birkaç sene önce de gündeme getirmiş ama ‘‘Modern edebiyatta böyle şeyler olur’’ gibisinden abuk subuk bir cevap almıştım. Üstelik, Beyaz Kale'nin sonundaki ‘‘kaynaklar’’ listesinde Carım'ın eseri yoktu ve Fuad Carım'ın adı ‘‘kaynaklar’’a ancak benim yazımdan sonra, kitabın sonraki baskılarında görünmüştü.
İşte, Pedro de Urdemalas'ın Beyaz Kale'ye küçük farklarla giren bazı cümleleri... Pedro'nun sözlerini Fuad Carım çevirisinin Güncel Yayıncılık'tan ‘‘Pedro'nun Zorunlu İstanbul Seyahati’’ adıyla çıkan ikinci, Orhan Pamuk'un cümlelerini de ‘‘Beyaz Kale’’nin 11. baskısından naklediyor ve sayfalarını da gösteriyorum...
Orijinali
‘‘Cenova'dan Napoli'ye giderken, hareketimizi haber alarak Ponz Adaları'nda bekleyen Türk donanmasının hücümuna uğradık’’ (Carım, 11)
İntihali
‘‘Venedik'ten Napoli'ye gidiyorduk, Türk gemileri yolumuzu kesti’’
(Pamuk, 11)
Orijinali
‘‘Gene esir düşebiliriz korkusuyla, kürekçileri sıkıştırmaktan vazgeçtiler. ...Esir düşerlerse şikáyet göreni feci şekilde cezalandırırlar, hatta yokederler’’ (Carım, 12)
İntihali
‘‘Esir düşerse cezalandırılmaktan korkan kaptanımız, kürek kölelerini şiddetle kırbaçlatmak için bir türlü emir veremiyordu’’ (Pamuk,11)
Orijinali
‘‘Rampacılar gemiye daldılar ve herkesi çırılçıplak ettiler. Beni tepeden tırnağa soymadılar, sırtımdakiler, onların hoşlanmadıkları ve beğenmedikleri şeylerdi’’ (Carım, 13)
İntihali
- ‘‘Rampacılar gemimize ayak basarlarken kitaplarımı sandığıma koyup dışarı çıktım. ...Dışarıda herkesi toplamışlar, çırılçıplak soyuyorlardı. ... Önce bana ilişmediler’’ (Pamuk, 14)
Orijinali
‘‘...Láfa, sözü geçen kaptanlardan Durmuş Reis karıştı. Cenevizli dönme Durmuş Reis, 'İdrar ve nabız hekimidir, cerrahtan daha faydalıdır' dedi. Kürekten, işte bu suretle kurtuldum’’ (Carım, 13)
İntihali
‘‘Reis sordu: İdrardan ve nabızdan anlıyor muydum hiç? Anladığımı söyleyince hem küreğe verilmekten kurtuldum, hem de bir iki kitabımı kurtarmış oldum’’ (Pamuk, 14)
Orijinali
‘‘En üste, Muhammed'in sancaklarını astılar; bunların altına bizden aldıkları bayrakları, haçları ve Meryem Anamız'ın tasvirlerini astılar. Külhanbeyler, başaşağı asılan bu haçlarla tasvirleri, bir ok yağmuruna tuttular’’ (Carım, 18)
İntihali
‘‘Bütün direklerin tepesine sancaklar çektiler, altlarına da bizim bayrakları. Meryem Ana tasvirlerini, haçlarını tersinden asıp külhanbeylerine aşağıdan oklattılar’’ (Pamuk, 15)
Orijinali
‘‘İşi çaktım ve bir kaşık isteyerek gözü önünde üç kere doldurup içtikten sonra ...beş hap gerekirken altı tane yaptım. Altısını da kendisine verdikten sonra, bir tanesini isteyip yuttum’’ (Carım, 22)
İntihali
‘‘Paşa zehirlenmekten korktuğu için göstererek şuruptan bir yudum içip haplardan bir tane yuttum’’ (Pamuk, 17)