Rejimin canı cehenneme

Sinirim bozuldu. Demin yakın bir arkadaşım aradı, öfke krizi nedeniyle kızını doktora götürmüş, doktor da, "Bunlar, otizm belirtisi olabilir!" demiş, ilaçlı psikiyatrik tedavi önermiş.

"Allah korusun, Allah korusun, kötü düşünme, bir şey çıkmayacaktır merak etme" dedim, güya onu rahatlatmaya çalıştım. Ama telefonu kapatır kapatmaz ağzımdan şu üç kelime çıkıverdi: "Rejimin canı cehenneme!"

Seri katil gibi kararlı ve sessiz, mutfağa doğru yürüdüm. "Suç dolabı"nı açtım. Yüksek kalorili her şeyi -bisküvi, şekerleme, kek, tatlı, gofret, çikolata- bu suç dolabına saklıyorum. İyice arkasına itiyorum ki, tabure gibi yardımcı araçlar olmadan ulaşamayayım. Elde etmesi kolay olmasın ki, vazgeçebileyim. Ama vazgeçmedim. Tabureyi aldım. Dolabın önüne kadar taşıdım. Üşünmedim üzerine çıktım. Bundan bir süre önce, yine böyle bir krize yakalanmıştım. Taburenin üzerinde, sevgilim beni ağzımda bisküvilerle görmüştü. "Ne yapıyorsun?" demişti. "Hiiiiç" demiştim, "Sakinleşmeye çalışıyorum..."

Allah’tan bu sefer beni suç mahallinde görecek kimse yok. Alya ve Necla parka gitti. İnoka bahçede. Sevgilim de işte.

Burada marketlerde hazır "waffel"lar satılıyor, ekmek kızartma makinesine koyuyorsunuz, birkaç dakika sonra Bebek’teki Abbas’ınkiler gibi, misss gibi kokan, sıcak "waffel"larınız oluyor. Oldu. Çıkardım Nutella’yı. Bir güzel sürdüm üzerine. Bu izinleri kendime o kadar az veriyorum ki, "Dur, bal da dökeyim biraz" dedim. Nutella, bal, waffle... Şahane! Yemeğe başladım. Bitiverdi. Her güzey şey gibi. Bu sefer "tuzlum" geldi. Tatlıyı "bastırmak" için bir sandviç yaptım. En son ne zaman beyaz ekmek yediğimi hatırlamıyorum, "Sırasıdır" dedim, içine hindi salamı, marul, peynir ve Acısso koydum. Afiyetle yedim. Evet ama şimdi de tuzluyu bastırmam gerekirdi. E bari, dondurma var buzlukta, onu çıkardım, üstüne de frambuaz ve çilek serpiştirdim. Onu da yedim. Bitti mi? I-ıh. Bu sefer de gözüm buzluktaki mantı ve simide takıldı. Simidi boş verdim. Mantıyı yapıverdim.

Arkadaşımın kızına hálá üzülüyorum. Ama bu sefer sadece içim sıkılmıyor. Karnım da ağrıyor.

Bak şu konuşana

Söylediklerinin hiçbiri doğru değil.

Herkesin bana vereceği ahlak dersini dinlerim.

Ama Hülya Avşar’ınkini değil.

Bu topa girmemi beklemiyorsunuz değil mi?

Hülya Avşar’ı, kenar mahalle seviyesi tartışmalarıyla baş başa bırakıyorum.

Home office

Home office ha!

Hani pek çok insanın hayali. Özellikle kadınların. Evimde olurum, çocuğum yanımda olur, evi de idare ederim, eşi de, işi de, oh mis gibi. Evet, evet mutlaka evimden çalışacak bir düzen kurmalıyım. Sistem oturtmalıyım. Ofisim, evimde olmalı. Üstelik bütün dünya, buna gidiyor. Şimdi son moda bu. Çalışma hayatının en son trendi. Bilgisayarımdan her şeyi yaparım. Telefon da yanımda. İşe gitmeme gerek yok. Onca yol, onca trafik, kesinlikle zaman kaybı. Herkesin ruh sağlığı için en iyisi bu. Gündelik hayat sırasında o kadar çok bölünüyor ki bir kadın, home office gerçekten en uygunu...

Mu dediniz?

*

Alya, delirdin mi?! Anne, ders çalışıyor. Öyle tekme atarak odama giremezsin!

Alo pardon, ben dinliyorum sizi, hayır, hayır müsaitim, size söylemedim, kızım girdi de odaya, Alya telefonun kablosunu bırakır mısın, kaç kere dedim ısırma diye, cısssss, elektrik o, lütfen o kalemi de bırak, hayııııııır o prize el sürülmeyecek, evet sizi dinliyorum efendim, çok özür dilerim nerede kalmıştık...

Alo alooo, sesiniz gelmiyor...

İnanmıyorum Alya! Fişi mi çektin, sana kaç kere bunu yapma demedim mi? Hem burası benim işyerim, getirme oyuncaklarını buraya, bütün yazı masamın altı oyuncak dolu, basınca düşüyorum, anne iş yapıyor iş, oyun oynamıyor...

Bilgisayarımı da bırak. Sakın oraya basma. Koş sen, kendi plastik bilgisayarınla oyna. Beğendin mi yaptığını Alyaaaaa? Uçtu işte yazıııı. Annenin onca emeği boşa gitti...

En ideal çözüm dediğiniz home ofis, işte böyle bir şey...

Mesela şu: Evden çalışıyorsunuz ya, sizi aslında kimse çok da ciddiye almıyor. Sanki işiniz, hobiniz anasını satayım. Asıl mesleğiniz ise annelik ve ev kadınlığı.

Çocuğunuz onunla oyun oynamanızı, birlikte yemek yemenizi, mümkünse sizin onu uyutmanızı filan bekliyor. Her bir şey, size soruluyor. Akşama ne yiyeceğinizi düşünmeniz gerekiyor. Mutlaka iki kere markete gitmeniz icap ediyor. E çünkü ev bu, ihtiyaçları hiç bitmiyor. Halı şampuanı gerekiyor. Bulaşık makinesinin bilmem nesi bitiyor. Su bitiyor. Süt bitiyor. Alya arkadaşlarıyla buluşacak, parka gitmek gerekiyor. Yüzme dersi var, onu götürmek icap ediyor. Sabahları zaten plajı var. Çok mu yüzdürdük nedir, isali var, ateşi var, doktoru arayalım, doktora götürelim, aman müzik dersini unutmayalım. Taze balık yesin, balık alalım...

Kısacası, sizin en çalışmanız gereken zamanda ya kapı çalar ya biri içeri girer ya çocuğunuz sizin peşinize düşer, birileri bir şey sorar. Ve bunlar hep, sizin çalışmaya konsantre olduğunuz zamanların arasına girer.

Home ofis zor. Yani.

Güzel kadınların adamı

Ne tuhaf! İnsanın hiç tanımadığı bir adamın ardından bu kadar üzülmesi...

Ben Yavuz Demir’le hiç tanışmadım. "Şöyle şöyle" olmuştu diye anlatabileceğim bir anekdotum yok. Onu hiç görmedim bile. Ama ölümü beni çok sarstı.

Onun öldüğünü duyunca anladım ki, benim kafamda yerleşmiş şöyle kategori var: İyi ve güzel yaşayanlar. Hayatının tadını çıkaranlar. Hayattan intikam almayı başaranlar. Ve ben onları seviyorum.

Evet, ben iyi yaşama fırsatlarını kaçırmayanları, güzel kadınlarla beraber olanları, güzel şaraplar içenleri, güzel yerlere seyahat edenleri seviyorum. Kızmıyorum onlara bazıları gibi. Yavuz Demir de onlardan biriydi işte. Biri bana "Uzmanlık alanı nedir?" diye sorsa, "İyi yaşamak" derdim. Öyleymiş gibi gelirdi bana. Yanında hep dünyanın en güzel kadınları olurdu. Ben fotoğraflarını dergilerde görürdüm. Slav ırkının en güzel kadınları, Ruslar. Bu kadar mı güzel olurlar. "Bu adam, bir tane bile şekilsiz kadınla birlikte olmaz!" diye düşünürdüm. Üstelik hepsi iyi eğitimli. Meğer, onun bu kadar güzellik düşkünü olması gizliden gizliyle hoşuma gidermiş. Bana "hayat"ı çağrıştırırmış.

Ne zaman Bebek civarında bir yere gitsem şöyle bir laf duyardım: "Aaaa az önce Yavuz Demir buradaydı!" Nedense, zamanı gelecek ve ben onunla tanışacağım gibi gelirdi. Değemeden birbirimize, adam gidiverdi. Allah rahmet eylesin.
Yazarın Tüm Yazıları