Önce, "yaşıyor" dendi, sonra "öldü", şimdi yine "yaşıyor" diyorlar.
Önce, "bir yabancı kaçırdı" dediler, sonra "kaçtı, kayboldu", şimdi de "anne öldürdü, baba sakladı" diyorlar. Bu kargaşanın pek çok nedeni var. Biri, doğru dürüst ve zamanında yapılamamış bir olay yeri incelemesi. Bir diğeri de laboratuvar bulgularını, hele DNA verilerini yorumlamasını bilmeyen polis yöneticileri.
Avrupa kıtasının güneybatı ucundaki Portekiz’in Algarve’si, 200 kilometreye varan kumsalı, Akdeniz iklimi, güvenliği ve ucuzluğu ile, sadece yerli turistleri değil, İngiliz, Fransız ve Almanları da çeken bir tatil yöresidir. Karı-koca doktor, İngiliz McCann’lerin, Lagos limanına 6 kilometre uzaklıktaki, Okyanus Kulübü adlı şirketin beyaz boyalı, palmiye ağaçları arasındaki 2-3 katlı apartmanlarından birini seçmelerinde, bunların etkisi olmuştur elbette. Ancak, Martins ve Silva sokaklarının köşesindeki 5A blokunun giriş katını kiralamalarının asıl nedeni, 100-150 metre yakınındaki çocuk havuzu, kreş, dadı gibi olanaklardı. Çünkü doktorların, üç yaşında bir kızları ve biri erkek, diğeri kız, iki yaşında ikizleri vardı.
Bay McCann, yüzme havuzunun hemen dibindeki Tapas Bar’dan, Guarda Nacional Republicana’nın, yani jandarmanın Lagos’taki karakolunu arayıp, büyük kızı Madeleine’in kaybolduğunu bildirdiğinde, günlerden 3 Mayıs 2007 ve saat tam 22.50’ydi.
Tutanaklara göre, ilk ekip, kulübe 12 dakika, görgü tanıklarına göre 1 saat sonra ulaştı ve sorulması gereken ilk soruyu sordu. "Çocuğun kaybolduğunu kim ve ne zaman fark etti?" "Karım" dedi doktor, saat 22’de."
Jandarma, aldığı yanıttan ve gördüklerinden pek hoşlanmamış olmalı. Kayboluşun üzerinden en az bir saat geçmişti ve daha da önemlisi, kızın kaçırıldığı iddia edilen, apartmanın giriş katındaki yatak odasına, bu bir saat içinde girip çıkmış, pencereleri, kapıları, dolap kapaklarını, çekmeceleri açıp kapamış meraklıların sayısı 50’den fazlaydı.
Conan Doyle’un, "Boscombe Vadisinin Gizemi" adlı öyküsünde dedektif Sherlock Holmes "Ah", der, "Keşke, öküz sürüsü gibi buraları ezip geçenlerden önce gelebilmiş olsaydım. O zaman, her şey çok daha kolay olurdu." Lagos karakolunun jandarmaları Sherlock Holmes’un 106 yıl önce dile getirdiklerini okumuş mudur bilmem, ancak, çocukların yattığı odadaki kargaşayı gördükten sonra, hayali dedektifle aynı duyguları paylaşmış olsalardı, en azından apartmanı güvenlik çemberine alır, adli polisin delil toplayacak uzmanları gelinceye dek giriş çıkışı engellerlerdi.
ÖZETİN DE ÖZETİ
En son söyleyeceğimizi, en başta özetleyelim. Küçük İngiliz kızın Portekiz’de kayboluşundan şu saate kadar 151 gün geçti ve ne ölüsü, ne de dirisine ulaşılabildi. Anlatılana bakılırsa, her akşam olduğu gibi anne üç çocuğunu yatırmış, daha sonra eve 120 metre uzaklıktaki Tapas Bar’da eşiyle buluşmuş ve arkadaşlarıyla birlikte yiyip, içmişler. Saat 22.00’de anne çocukların durumunu kontrole gittiğinde, ikizlerin uyuduğunu, buna karşılık Madeleine’in odada olmadığını fark etmiş. Bahçeye bakan pencerenin aralık olduğunu görünce "Kızımı kaçırdılar" diye bağırmış.
Portekiz polisinin ilk senaryosu da Madeleine’in kaçırılmış olabileceği üzerine kuruluydu. Bölgenin günlerce yerden ve havadan taranması, bu çabanın İngiliz polisi ve onların özel eğitimli köpekleriyle desteklenmesi bir yarar sağlamadı. Ne yazık ki, başlangıçta kızın tatil köyünü çevreleyen 3-5 kilometrelik bir çember içerisinde bulunduğundan hareket edildi ve fotoğrafları, çok yakındaki Lagos limanının yetkililerine bile günler sonra dağıtıldı. Halbuki deneyimler, çocuk kaçırmalarının uluslararası bir suça dönüştüğünü ve kaçırılışı izleyen bir kaç saatte toplanan bilginin, çocuğun bulunmasında hayati önem taşıdığını gösterir.
Portekiz polisi, çocuğu kaçırdığını düşündüğü yabancı ile ilgili bir ipucuna ulaşamayınca senaryosunu değiştirdi ve az sonra özetlemeye çalışacağım deliller yüzünden, kızın annesi tarafından kazayla ya da kasten öldürüldüğünü, babanın da durumu örtbas etmeye çalıştığını ileri sürdü. Polis zaman zaman ilk varsayımına, kızı bir yabancının kaçırdığı senaryosuna dönüyor. Ayrıca kızın, yataktan kalkıp yakınlardaki markete gittiği, oradaki bir yabancı tarafından kaçırıldığı üzerinde de duruyor.
SENARYOYA GÖRE DELİLTOPLANMASI YANLIŞ
İçinden çıkılamaz bu duruma gelinmesinin temel nedeni, bana göre, soruşturmalarda sıklıkla rastlanan bir hata.
Olay yerine ilk ulaşan güvenlik birimleri, gözlemleri ve tanık ifadeleri doğrultusunda, olayın niteliğine ilişkin bir kanaate varıyorlar. Cinayet, intihar, kaza ya da bu örnekte olduğu gibi çocuk kaçırması diyorlar.
Olay yerinden delil toplanmasında, bu ilk varsayıma bağlı kalınıyor ve başka alternatifler düşünülmüyor. Kriminal laboratuvarların delilleri incelemesi, doğal olarak bir süre alıyor. Çıkan sonuçlar ilk kurguyu desteklerse mesele yok, ama desteklemediği takdirde, en az üç olasılık var. Ya yeterli delil toplanamamıştır, ya laboratuvar toplanan delillerden bir sonuç alamamıştır (örneğin parmak izi karşılaştırmaya elverişli değil, DNA elde edilemiyor gibi) ya da varsayılan senaryo yanlıştır.
İlk senaryonun yanlış olduğu kabul edildiğinde, bir diğer alternatife yönelip, bu kez o delillendirilmeye çalışılıyor. Kanımca pek çok suçun failinin meçhul kalmasının nedeni bu. Çünkü aradan geçen süreyle orantılı olarak, yeni delil bulma şansı giderek azalıyor, görgü tanıklarının güvenilirliği giderek azalıyor.
Madeleine olayında da bu durumu gözlüyoruz. Önce, bir yabancının, apartmana pencereden girip, kapıdan çıkarak kızı kaçırdığına ilişkin bir kanı vardı. Soruşturma, bir süre bu çerçevede yürütüldü.
Daha sonra, kızın sokağa çıktığı ve dışarıda kaçırıldığına odaklanıldı. Bu da tutmayınca, annenin kızı öldürdüğü, babanın da ona yardımcı olduğu varsayıldı.
Sonuç alınamayınca tekrar başa dönüldü, yine bir yabancı arandı, ardından kiralık bir otomobilin bagajında bulunan saç telinin DNA’sı kızınki ile örtüştü, şimdilerde anne ve baba bir kez daha çocuğu öldürmekle suçlanıyor.
Önce kızın canlı olduğu sanıldı, birkaç ay sonra ölüsünü aramaya karar verildi, şimdilerde yeniden canlı olduğu düşünülüyor, çünkü Malta’dan Fas’a, İspanya’dan Belçika’ya, çocuğu gördüğünü iddia eden ihbarların sayısı 30’u buldu.
Bir süre kızın Okyanus Kulübü’ne yakın bir mekanda tutulduğu varsayıldı. Boş daireler arandı ama, dolu olanlarının aranmasında savcılık izni yüzünden gecikildi. Çember çok yavaş genişletildi ve tatil köyünün denize yakınlığı göz ardı edildi. Halbuki, bulunulan yerden deniz yoluyla hızla uzaklaşmak, hatta Afrika kıtasına geçmek mümkün. Bütün bunların, daha ilk dakikalardan itibaren gözönüne alınması, delillerin ona göre toplanması, soruşturmanın tüm varsayımları kapsayacak biçimde yürütülmesi gerekirdi. Hani kimi derlemelerde yer bulan "Türkün aklı sonradan gelir" diye insafsız bir deyiş var ya, onun muhatabı, biz olmamalıydık.
BİLGİ KİRLİLİĞİ VARGERÇEKLER SAPTIRILIYOR
Portekiz yasaları yürümekte olan bir soruşturma ile ilgili olarak açıklama yapılmasını yasaklıyor. Bu kişilerin yargılanıp, iki yıl hapis cezasına çarptırılması mümkün olduğundan, o gece tatil köyünde bulunanlar ile soruşturmanın herhangi bir aşamasında görev yapanlar, görünürde konuşmuyorlar ama, her gün basına bir parça bilgi sızdırılıyor. Kaynağı belli olmayan bilgi kırıntıları üzerine geliştirilen spekülasyonlar doğruymuşçasına, günlerce tartışılıyor. Birkaç hafta önce McCann’ler, cinayet masasından emekli bir polisi özel dedektif olarak tuttular ve Portekiz’e gönderdiler. Dedektifçiliğe soyunan gazetecilerin, ilgili ilgisiz kişilerle mülakat yapıp yayınlaması, işleri daha da karıştırıyor.
Durmaksızın Portekiz polisinin yavaşlığı ve beceriksizliği eleştirdiğinden, başlangıçta, Portekizli meslektaşlarına sadece bilgi desteği veren İngiliz polisi, ağustostan bu yana özel eğitimli, özel techizatlı olay yeri inceleme ekiplerini ve iz süren köpeklerini Portekiz’e gönderiyor ve toplanan delilleri incelenmek üzere İngiltere’ye getiriyor.
Portekiz resmi makamlarının, medya ile ilişkilerini başarılı biçimde yönettiği söylenemez. Birkaç kez, olayı çözmekte olduklarını bildirip, birini zanlı ilan ettikleri halde, yeterli delil bulamayınca serbest bırakmaları, onlara olan güveni sarstı.
Bu toz duman içinde McCann soruşturmasını tartışmaktan ziyade, yapılan sayısız hatadan ikisi üzerinde durmak istiyorum. Bunlardan ilki, çocuğun kaçırıldığının bildirildiği gece, McCann’lerle aynı masada yemek yiyen 7 İngilizden birinin, bayan Jane Tanner’in ifadesi üzerine zanlı durumuna düşen ve ciddi biçimde mağdur edilen Robert Murat’ın durumu; ikincisi, McCann’lerin apartman dairesinden ve çocuğun kayboluşunun 25. gününde kiraladıkları aracın bagajından elde edilen biyolojik delillerin analizi.
MCCANN DAVASININ UNUTULAN MAĞDURU
Otuzunu geçmiş, evlenip ayrılmış bir erkekseniz ve halen annenizle oturuyorsanız, birkaç yıl önce tanıştığınız genç kız, küçükken yaşlıca biri tarafından cinsel tacize uğradığını anlatmışsa, evinizin bodrumu varsa, üstelik mahallenizde küçük bir kız kaybolmuş ve siz de arama çalışmalarına bütün gücünüzle destek vermişseniz ve bütün bunlara, bir Rus iş arkadaşınız olduğunu, üstelik bilgisayarlardan anladığını, ayrıca kızın kaybolduğu gece, ikinizin cep telefonuyla görüştüğünüzü eklerseniz, ölümlerden ölüm beğenin.
Okyanus Kulübü apartmanlarına yakın bir yerde oturan Robert Murat, aynen bu durumdaydı. Tapas Bar’da çocuğun anne ve babasıyla yemek yiyen 7 kişiden biri, bayan Jane Tanner, battaniyeye sarılı büyükçe bir cisim taşıyan gençten bir adamı güneye doğru yürürken gördüğünü söylemiş, haftalar sonra adamın taşıdığının aslında pembe-beyaz pijamalı küçük bir kız çocuğu olduğunu ve güneye değil doğuya gittiğini belirtmişti. Adamı gördüğünü iddia ettiği saat, 21.15’ti ve o saatte, pijamanın renginin bu ayrıntıda anımsanmasının pek de güvenilir olamayacağını kimse düşünmedi.
Robert Murat, doğu yönünde oturan 33 yaşında bir İngilizdi ve bölgede emlakçılık yapmaktaydı. İnternet üzerinden çocuk pornografisi yayan bir pedofil olarak damgalanmasını sağlayacak, yukarıda sıraladığım tüm risk faktörlerine sahip olduğundan, Madeleine soruşturmasının ilk resmi zanlısı olarak tarihte yerini aldı. Sadece tarihte mi, günlerce aleyhinde yazılar yazıp, haberler yayınlayan medyada da.
Evi ve bahçesi tepeden tırnağa 3 kez aranan, kendisi 4 kez sorguya çekilen Robert Murat, biraz zor da olsa, polis kayıtlarında aklandı. Ancak bulaşan lekeyi toplumun kafasından silmesi belki de hiç mümkün olamayacak ve o hep "Robert Murat mı? Ha şu Portekiz’deki çocuğu kaçıran adam mı, yoksa o kaçırmamış mıydı?" şeklinde yürüyen muhabbetlerin konusunu oluşturacak. Boşandığı karısından olma küçük kızı ve onun okul arkadaşları, haftalarca gazetelerin ön sayfalarında yayınlanan fotoğraflarını hiçbir zaman unutmayacak.
KÖPEKLER VE KİMYACILAR MUCİZE YARATAMAZ
Kızın kayboluşundan 4 ay sonra, İngiltere’den getirtilen özel eğitimli bir polis köpeğinin, karı - koca McCann’lerin çocuğun kayboluşundan üç hafta sonra kiraladıkları Renault Scenic otomobilin bagajında, ayrıca annenin yeni satın aldığı giysiler ve yanından ayırmadığı kızının oyuncak kedisinin üzerinde, hatta çocukların yatak odasında "ceset kokusu" aldığı bildirildi ve kızın öldüğü resmen ilan edildi. Köpeğin bu hareketlerinin yer aldığı film, kızını öldürdüğünü itiraf edeceği umuduyla anneye gösterildiyse de, bir sonuç alınamadı. Köpeklerin cesetleri bulabileceği muhakkak da, dört ay önce ona değen cisimler üzerinde "ceset kokusu"nu ayırt ettikleri hiç görülmüş değil. Öte yandan, köpek burnu, kan, idrar gibi vücut sıvılarının kokusunu elbette alır, ancak bundan, kişinin öldüğü sonucuna varılamaz.
Kayboluştan çok sonra, İngiliz polisinin farklı dalga boylarında ışık veren lambalar kullanarak, gerek kiralık araçta, gerekse evde yaptığı araştırmada ele geçen saç, kıl ve biyolojik lekeler, DNA analizi yapılmak üzere İngiltere’ye götürüldü. Birmingham Adli Bilim Hizmetleri, bagajdaki saçlardan elde ettiği bir kısmi DNA profilinin, kayıp kızınki ile örtüştüğünü bildirdi.
Şimdi anne McCann, bu DNA bulgusuna dayanılarak, çocuğu kasten ya da bir kaza sonucu öldürmekle, baba da cesedin bagajda taşınmasına yardım etmekle suçlanıyor. Delilin anneyi tutuklamaya yeterli olup olmadığına, yargıç Pedro Daniel dos Anjos Frias birkaç hafta içinde karar verecek.
Halbuki aracın bagajı ile arka koltuklar arasında bir bölme bulunmuyor, buraya oturan aile bireylerinden birinin saçı bagaja ulaşabilir ve DNA’sının, kızın kısmi profili ile örtüşmesi kadar doğal birşey olamaz. Ayrıca McCann ailesi, İngiltere’ye dönmek üzere apartmanı boşaltırken, kaybolan kızınkiler de dahil olmak üzere, eşyalarını bu araçla taşımışlar. Dolayısıyla, bagajdaki saç teli onun olsa bile ne zaman koptuğunu, oraya nasıl geldiğini bilmek mümkün değil.