Popülarite zor zanaat

‘‘Pop, genişlemek zorunda olduğu için yoğunluğunu da yitiriyor ve doğal olarak içi de boşalıyor. Ben gerçek şarkı yapıyorum, çünkü pop gibi herkese beğendirme kaygım yok.’’

Bu sözler, o sıralarda şarkılarını, komşular rahatsız olmasın diye geceyarısından sonra, akustik gitarla yapan ince ve hassas bir genç adam olan Teoman'a ait. (28 Aralık 1996 tarihli ilk gazete röportajından.)

Allah'ın sopası yok biliyorsunuz. İnsanın bir dilek tutarken, ne çağırdığını çok iyi bilmesi gerekiyor, sonra maazallah başına kara tren vagonları gibi düşmesi de kuvvetle muhtemel o dileğin zira...

Biz Teoman Yakupoğlu ile ‘‘O’’yu yayınladığı dönemde bir röportaj yapmıştık. Ben şarkıda tarif ettiği ‘‘O’’nun aslında kendisi olduğunu tahmin ediyordum. Nitekim, verdiği cevapla yanılmadığım ortaya çıkmıştı: ‘‘O her sözümü dinliyor gibi beni kandırırken / İçinden geçen binlerce ses bastırırdı sesimi / O her günü yeni bir umutla bekler gibi görünür / Yarına inanmaz, beni avuturdu...’’

Matrak bir muhabbetti. Teoman, hınzır ifadesiyle, ne sorduysam sakınmasız anlatmıştı. Buna rağmen, yüzüne bakar bakmaz, ağaçlardan inmeyen, her türlü kitabı okumaya izni olan, çeteler kurup oğlanları döven bir afacan olarak geçirdiğim çocukluğumu, niyeyse, ne beklediğimi bilmeden bekleyip durduğum uzuuun bir cansıkıntısı olarak hatırladığım düşmüştü zihnime. Manasız bir empati duygusu Oturan Boğa gibi çökmüştü içime. Hani utanmasam, ona acıyasım gelmişti.

O ŞİMDİ POPÜLER

Bir yandan kendine gülüp, bir yandan oflayıp poflayarak, hedefine ulaşmak için her yolu mübah saydığını, şimdiden Hülya Avşar'ın programına çıkmak için eyvallah dediğini anlatıyordu.

Bir ‘‘marka’’ ya da daha amiyane bir tabirle ‘‘orta malı’’ olma yolunda ilerlediği için herkesin hakkında teklifsizce fikir yürüteceğini, havalara girdiğinin iddia edileceğini, magazin áleminin güllerinden birine dönüşeceğini elbette ki biliyordu.

Ama işte, bir yandan da artık istediği gitarları alabiliyor, seçtiği isimlerle çalışabiliyor, şarkılarını daha geniş kitlelere ulaştırabiliyor, kalabalık konserler verebiliyordu. Popüler oluyordu; bundan böyle kendini beğendirme kaygısıyla müşerref olacaktı.

OKUMUŞ ÇOCUĞUN ANİMASYONU

Şimdi, yiğidi öldürün, hakkını teslim edin... Müslüm Gürses'in pop álemine selam yollamak adına seçtiği ilk şarkıdır Paramparça... Ve çok da güzeldir yani... Rüzgár Gülü ve Zamparanın Ölümü de öyledir... İstanbul’da Sonbahar da...

Son albüm ‘‘teoman’’daki, insanın diline çiklet gibi yapışan Senden Önce Senden Sonra konusunda çok emin değilim ama, buyrun işte, Kupa Kızı ve Sinek Valesi de keza, taş gibi bir parça...

Kayıtları, New York'taki ünlü Avatar Stüdyoları'nda, Arif Mardin'in has adamı Michael O'reilly yapmış. Bizim, kendinden bıkkın, arayışları bitmez, eloğlunun tabiriyle ‘‘FFW’’ (İleri Sarma) ya da ‘‘One Night Stand’’ (Tek Gecelik Birliktelik) kuşağımıza dair, pek şık bir hikáye dile gelmiş:

‘‘Bir iskambil falında çıkmıştık birbirimize / O güzel Kupa Kızı'ydı, Sinek Valesi'ydim bense / Geceyarısı o perşembe rastladım köprü üstünde / Ağlama dedim, o ağladı trabzanlardan indiğinde...’’

Klip, baştan sona animasyon. BÜ Sosyoloji'deki master tezinin konusunu ‘‘Çizgiromanda Kadın’’ olarak seçmiş bir müzisyene yakışmaz mı yani? Bu işlerin külliyatını yalayıp yutmuş, kanadım kolum bir dostumun tabiriyle: ‘‘Radiohead olamadık, bari klibinden nasiplenelim’’ diye düşünülmüş de olabilir, ayrı...

Elbette ki klibin bir Ani-Matrix mükemmeliyeti arzettiği iddia edilemez ama buna da şükür. Adamımız, belki de kendinden ne denli sıkıldığını unutabilmek için ağır serseri mayın mesaisi verip, bir canından üç-beş ömür çıkarmaya çalışıyor. Üstelik okumuş ve sanatkár ruhlu bir çocuk olduğu için, mevzu üzerine -kimi zaman apartmalar içerse de- hikayeler, şarkılar döktürüyor, memleketin her köşesinde konserler veriyor.

Takdir etmek gerekir zannımızca...

‘‘Bir kar tanesi ol, kon dilimin ucuna / Bir kar tanesi ol, eri ağzımda...’’

Popülarite zor zanaat azizim...
Yazarın Tüm Yazıları