Müzik adına bir alay genç insanla coşkuları, yitirdiklerimizle de kaçınılmaz o hüznü yaşıyoruz...Geçtiğimiz günler, Türk müziğinin Safiye Ayla'sını, sevgi müziğinin Yaşar Güvenir'ini yitirdik...Aslında ben sizlere bu hafta bu köşede yayımlanacak yazıyı hazırlamıştım...Ama yazıyı son anda değiştirdim...Bu köşeye üç yıl önce yazdığım bir yazıyı koydum... Nedenini yazının sonunda bulacaksınız...***Bizim ailecek müzikle aramız iyicedir. Babam çok iyi keman çalardı... Ağabeyim gerçek bir bağlama ustasıdır... Ben de neden ve nasıl olduğunu hala anlayamam, elime geçen her sazdan ses çıkarmasını beceririm...Aslında herkes biraz müzisyendir. Bizim Hakkı gibi...Yıllar önceydi. Yirmili yaşlardaydım... Hakkı isminde bir arkadaşımla birlikte, Taksim'de bir pansiyon odasında oturuyorduk.Nasıl olduysa bilmiyorum. Hakkı bir gün durup dururken akordiyon çalmaya merak sardı ve bir akordiyon aldı.Önceleri gidip bir yerlerde ders falan alıyordu galiba... Evdeki gıcırtıyı onun için pek fark etmedim.Akordiyon çalmayı öğrenmiş olduğuna hükmedip, çalışmalarını evde sürdürmeye başlayınca, işin rengi değişti.Gecenin taa bilmem kaçlarına kadar, boynunda çocukların mama önlüğü gibi akordiyon asılı, çalıp duruyor, nasıl buluyorsa hayrettir, akordiyondan müzikte olmadığına emin olduğum sesleri bulup çıkarıyordu.Bir de akordiyonuyla cebelleşirken, iki de bir dürtüp soruyordu:‘‘Hişşt... Bak bak, neyi çalıyorum... Ne bu?’’Benim tahminim pek kuvvetli değildir. Tabii ne çalmak istediğini tahmin edemediğimden sallıyordum bir şey:‘‘Yeşil ördek gibi daldım göllere...’’‘‘Çüşş... Ne alakası var be! Ulan bir de klasik müzik sever geçinirsin... Bach'ın Tokata'sı, enayi...’’Oysa bana kaldırıp bir tokat atsa, çaldığından daha çok benzerdi Bach'ın Tokata'sına!..Sonra tekrar çalmaya başlıyordu.‘‘Peki bu ne?’’‘‘Ne olduğunu bilmiyorum da sen şunu biraz yavaş çal, duyan içerde adam boğazlıyorlar zannedecek...’’Arada bir de gönlümü almak için, benim o zamanlar çok sevdiğim ‘‘Love is a many splendored thing’’ adlı parçayı çalmaya çalışırdı...Çalabildiğine kendi inanırdı, ama ben de iyice anlayayım diye arada bir ‘‘Lav is e meni splendırd tiiink’’ diye ağzıyla da söylerdi...İşin daha felaketi, asıl hevesi piyanoydu... Bir yandan da piyano için para biriktirmeye çalışıyordu...‘‘Şu akordiyonu iyice bir sökeyim, piyanoya geçeceğim Tekin...’’‘‘Sen zahmet etme... Bir gün sen evde yokken elime bir tornavida alıp, ben sökeceğim o akordiyonu...’’Bir gün eve sevinçle geldi... Ağzı kulaklarına varıyordu:‘‘Bugün ilk işimi aldım. Akşam bir yerde sünnet var... Sünnete gidiyorum.’’‘‘Ulan sen daha sünnet olmadın mı?’’Bozulurdu, ama çaktırmazdı:‘‘Bırak dalgayı be!’’ dedi, ‘‘Akordiyon çalacağım... İşi, bizim müzisyenler kahvesinde bağladım.’’SÜNNET DÜĞÜNÜUzatmayalım... Sonunda birlikte gitmeye razı oldum... Ve kalktık gittik... Yolda birkaç kez kendisini bu işten vazgeçirmeye uğraştımsa da başaramadım... Ve düğünün yapıldığı yere geldik.Düğün bir evin bahçesinde yapılıyordu. Kapıdan girer girmez, çevremizi hemen bir alay çocuk çevirdi.Hakkı'nın elinde akordiyon çantası... Ben de yanında duruyorum. Bizi karşılayan orta yaşlı bir adamcağız Hakkı'ya:‘‘Siz hokkabaz olacaksınız herhalde!..’’ dedi.Hakkı biraz diklenerek, ‘‘Hayır, müzisyenim’’ dedi.‘‘Çok affedersiniz... Hoş geldiniz...’’ Bu defa adam bana döndü:‘‘Şey... Siz de müzisyen misiniz? Berabersiniz herhalde?..’’Adama, ‘‘Hayır ben müzisyen değilim. Arkadaşım dayak yerken onu kurtarmak için geldim’’ diyeceğim, ama... Olacak iş değil...‘‘Hayır’’ dedim, ‘‘Müzisyen değilim... Aslında o da müzisyen değ... Şey pardon... Beraberiz...’’Ben şimdi şeyi hesap ediyorum... Bu Hakkı'nın şöyle adam çıldırtmadan çalacak üç parçası var... Onlar da bilemedin onbeş dakikada biter... Sonra ne olacak? Ben bu herifi nasıl zaptedeceğim ve buradan yakayı nasıl kurtaracağız?..Bizi içkisi bol bir sürü adamın oturduğu bir masaya buyur ettiler. Az sonra düğün sahibi olduğunu sandığım, bizi karşılayan zat Hakkı'nın sırtını sıvazlayıp: ‘‘Eee... Hadi bakalım, Hakkı Bey...’’ dedi. ‘‘Başlayalım artık.’’Hakkı akordiyonu kutusundan çıkardı ve omuzlayıp pist olarak bırakılmış ortadaki ufak yere dikildi... Kasap Havası ile de programına başladı...Kasap Havası, Hakkı'nın çalabildiği üç parçanın en iyisi olduğundan, şimdilik pek tehlikeli bir durum yoktu. Vaziyet iyiydi... Derken Hakkı, ikinci parçaya, sonra da üçüncüye geçti... Yani Komparsita'ya... Bende de hafiften ter başladı...Millet dans ediyor, Hakkı da kendini kaptırmış, akordiyonun altından giriyor, üstünden çıkıyor.Uzatmayalım, Hakkı'nın repertuvarı benim için bitti... Ve ondan sonra Hakkı müzikte olmayan seslerden oluşan ‘‘özel repertuvarına’’ geçti.Ben dikkatle, bir yandan oturanların yüzlerine bakıyor, bu arada kapıyı kolluyorum... O akordiyonu böğürtüp duruyor...Bir süre sonra etraftan mırıldanmalar başladı... Bu arada Hakkı da nihayet durumun vehametini anlamış olacak ki, ufak ufak terliyor, kızarıp bozarıyordu...KURTULUŞ KASAP HAVASI'NDAHayatımda yapmadığım şeydir ama... O anda can havliyle, nasıl olduysa yanımda oturan düğün sahibini kolundan yakalayıp, ortaya fırladım... Bir de peçete kaptım... Başladık Kasap Havası'na...Birden Hakkı'nın gözlerinde kıvılcımlar çakıp, yüzünde güller açtı... Bir avaza başladı Kasap Havası çalmaya... Bu arada bize başkaları da katıldı... Yorulan bırakıyor, fakat ben bir türlü oturmuyor, gidip başkalarını yakalayarak, piste onları sürüklüyordum.Belki bir saate yakın bu iş böyle devam etti... Ben oynuyorum, Hakkı çalıyor. Artık dizlerim tutmaz olmuştu. Tam yığılmak üzereyken:‘‘Hadi Hakkı’’ dedim... ‘‘Bu kadar yeter... Toparlan gidiyoruz...’’Dışarı çıktığımızda ise Hakkı: ‘‘Nasıldım ama?’’ dedi. ‘‘Bir de beni beğenmiyordun inek...’’Günler geçiyor, Hakkı durmaksızın akordiyondan canhıraş feryatlar çıkarmayı sürdürüyordu.Bir gün eve geldiğimde bir baktım... Bizim cama yapıştırılmış koca bir kağıt... Üzerinde ‘‘Akordiyon dersi verilir’’ yazıyor... Daha fazlasına yüreğim dayanamadı ve Hakkı'dan ayrılışım böyle oldu...Aradan sekiz-on yıl geçti... Bir akşam Çiçek Pasajı'nda arkadaşlarla oturmuş içiyorduk. Gürültü arasında da, devamlı bir akordiyon sesi geliyordu kulağıma... Sonra ses daha yakından gelmeye başladı. Bir süre sonra başımı kaldırdım... Karşımda biri, hem bana bakıyor, hem de akordiyon çalıyordu... Dondum kaldım... O muydu yoksa?.. Yüzü sanki benzemiyordu... Ama akordiyonu ‘‘çalıyor da, çalamıyor’’ hali öylesine onun gibiydi ki... Elimde olmadan:‘‘Hakkı...’’ dedim.Gülerek yaklaştı... Sarıldık...‘‘Ben seni görür görmez tanıdım’’ dedi... ‘‘Yarım saattir, gözünün içine baka baka’’, 'Lav iz e meni splendirid tink' çalıyorum...''Oysa ben ne çaldığını gene anlayamamıştım... Sonra oturduk, saatlerce dertleştik...Çok erkek, ‘‘Love is a manny splendored thing’’ şarkısıyla, eski bir aşkını, eski bir sevgilisini hatırlar... Bense ne gariptir... Bu şarkıyla bir erkeği, Hakkı'yı hatırlarım...Çok müzisyen tanıdım, ama Hakkı'nın yeri bende bambaşkadır.***İki gün önce beni arayan müşterek bir arkadaşımız, Hakkı'nın öldüğünü, cenazesinin de sessizce kaldırıldığını söyledi...Bu yazıyı da tekrar o nedenle koydum zaten...Hakkı, tabi bir Safiye Ayla ya da Yaşar Güvenir değildi...Ama, o benim müzisyenimdi...