Murat Bardakçı: İlk IMF bürosunu işte böyle açmıştık

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

IMF'nin Ankara'da açmaya hazırlandığı büro bana 1881'de İstanbul'da kurulan ve başımıza neredeyse bir asır boyunca belá olan 'Düyun-ı Umumiye'yi yani ‘‘Osmanlı Borçlar İdaresi’’ni hatırlattı. Bu yazıyı IMF'nin Türkiye masası şefi Carlo Cottarelli'ye ve IMF bürosunun kuruluşunda görev alacak olanlara Düyun-ı Umumiye'nin kuruluşundan ve işleyişinden ilham alıp organizasyonlarını o şekilde yapabilmeleri için yazıyorum.

Haber ve magazin dünyamızın son yıldızı Carlo Cottarelli IMF'nin Türkiye'de büro açıp stand-by anlaşmasını yerinde izleyeceğini söylemesi Ankara'yı karıştırdı. Önce ‘‘Bizden izin almadan nasıl büro açarlarmış?’’ diye başlayan sert demeçler birkaç gün sonra ılık mesajlar halini aldı ve ‘‘Canım, her meselenin olduğu gibi bunun da bir çözümü vardır’’a döndü. Görünen o ki, IMF bürosunun açılışına çok yakında ve hep beraber şahit olacağız.

Ankara'da böyle bir büronun açılması ihtimalinin yükselmesi üzerine, kurulmasına daha önceleri izin verip başımıza belá ettiğimiz bir başka büronun, ‘‘Düyun-ı Umumiye’’nin yani ‘‘Genel Borçlar İdaresi’’nin macerasını hatırlatayım dedim. Hatta IMF bürosunun kuruluşuna küçük bir katkıda bulunması için Düyun-ı Umumiye'nin yönetim biçimini de kısa da olsa vermek istedim.

GIRTLAĞA KADAR BORÇ

İşte, başımıza neredeyse bir asır boyunca dert olan Düyun-ı Umumiye illetinin kısa öyküsü:

Sene 1881'di, devletin başında İkinci Abdülhamid vardı, Türkiye'nin dış borcu 252 milyon 801 bin 885 Osmanlı lirasını bulmuştu ve gırtlağına kadar borçta yüzen Türkiye bırakın ana paraları, faizleri bile ödeyemeyecek haldeydi. Alacaklı devletlerle ve saraya borç vermiş olan bankerlerle yapılan uzun müzakere-lerden sonra bir devlet için fazlaca ayıp olmasına rağmen en kestirme yolu seçtik ve 1881'in 20 Aralık'ında çıkarttığımız bir kararnameyle iflásımızı ilán ettik.

O gün eski takvimle 1299'un 28 Muharrem'iydi ve iflásın ilánı tarihlere bu yüzden ‘‘Muharrem Kararnamesi’’ diye geçti. Türkiye kısaca ‘‘Ben battım, kuruşum yok. Alacaklı devletlerden canları çekerse buyursunlar, maliyemi ve bütçemi kendileri bir hále-yola koysunlar, paralarını kurtarabilirlerse kurtarsınlar, geriye birşeyler kalırsa da bana versinler’’ demekteydi.

ALACAKLILAR KAPIDA

Ne kadar alacaklı varsa İstanbul'a üşüştü ve söz söyleyecek takatı zaten olmayan Türkiye en önemli gelir kaynaklarının idaresini alacaklılarına bıraktı. Tütün ve tuz tekeli gelirleri, damga resimleri, alkollü içkilerle ipek satışlarındaki devlet payı, balıkçılık vergileri, Bulgaristan'la Doğu Rumeli'nin ödeyeceği vergiler, Kıbrıs'ın geliri, bağımsızlığını kazanmış olan Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan'dan gelecek paralar, ileride gümrük oranlarının ve gelir vergisinin yükseltilmesiyle doğacak miktar fazlası, bundan böyle borçlara gidecekti.

Muharrem Kararnamesi'nin 15. maddesine göre yaratılan ‘‘Düyun-ı Umumiye-i Osmani’’ yani ‘‘Osmanlı Genel Borçları’’ idaresi, işte bu gelirleri idare etmek için kuruldu ve başımızda seneler boyu dert olarak kaldı. İdare önce Bahçekapı'daki Celálbey Hanı'nda çalışmaya başladı ama hana sığmaz olunca bir başka yer aradı, Cağaloğlu'nda sonraları İstanbul Erkek Lisesi'ne verilecek olan devásá binayı inşa ettirip yerleşti. Artık devlet içinde devletti ve imparatorluk maliyesinden daha büyük bir güce sahipti.

ÖDEMELER BİTMİYOR

Sonra Milli Mücadele ve Lozan Andlaşması geldi. Osmanlı Devleti'nin borçları imparatorluktan ayrılan bütün devletler arasında paylaştırıldı. Genç Türkiye dürüst bir devlete yakışanı yaptı, kendisinden önceki devletin yani Osmanlı İmparatorluğu'nun borçlarını üstlendi ve Lozan'da tam karara bağlanmayan konularda 1928'in 13 Haziran günü Düyun-ı Umuniye'yle yeni bir anlaşma yapıldı. Borçların ödenmesine devam edilirken idarenin sadece ismi değişti, ‘‘Eski Osmanlı İmparatorluğu'nun Taksim Edilmiş Düyun-ı Umumiyesi Meclisi’’ oldu ve idare merkezi Paris'e taşındı.

Türkiye 1933 Nisan'ında İstanbul, Galata ve Haydarpaşa gümrüklerinin harçlarını rehin gösterip Düyun-ı Umumiye'yle bir başka anlaşma daha imzaladı, İkinci Dünya Savaşı çıkınca 23 Ekim 1940'ta yayınladığı tebliğle Düyun-ı Umumiye İdaresi'ni bundan böyle tanımadığını duyurdu ama borçlarını ödemeye devam etti. Paris'teki merkez buna rağmen 1950'ye kadar faaliyette bulundu, o yıl İdare merkeziyle Türkiye arasında ibra belgeleri imzalandı ve Türk delegeler Düyun-ı Umumiye'nin arşivini imza merasiminden sonra imha ettiler.

BELGELERİ KİM YAKTI?

Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu'ndan kalan son borç taksidini 1954'ün 25 Mayıs günü ödedi ama Düyun-ı Umumiye İdaresi Bulgaristan ve Yugoslavya'dan bütün alacakların tahsil edildiği 1960'a kadar varoldu. Tamamiyle feshedildiğinde, tam 79 yaşındaydı.

Ankara'da pek yakında faaliyete geçmesi beklenen IMF bürosunun manevi pederi Düyun-ı Umumiye İdaresi'nin macerası kısaca işte böyle. Ama bu macerada benim bir türlü çözemediğim bir husus var. Paris'teki arşivin Türk delegeler tarafından yakılmasının sebebi veya hakikaten imha edilip edilmediği...

IMF’ye örnek olacak 120 yıllık yönetmelik

‘‘Düyun-ı Umumiye Meclisi’’nin kuruluşuyla ve işlemesiyle ilgili olan aşağıdaki maddeleri IMF'nin Türkiye masası şefi Carlo Cottarelli'ye ve IMF bürosunun kuruluşunda görev alacak olanlara kolaylık sağlaması için yazıyorum. Belki Düyun-ı Umumiye'den ilham alır ve kuruluş şemasını ona göre hazırlarlar, kimbilir?

Düyun-ı Umumiye Meclisi bir Fransız, bir Alman, bir Avusturyalı, bir İtalyan, bir Türk, İngiltere'yle Hollanda'yı ortaklaşa temsil eden bir İngiliz ve önde gelen alacaklılar adına da bir başka üye olmak üzere yedi kişiden oluşur. İngiliz üyeyi İngilere Bankası'nın müdürü tayin eder; Fransız, Alman ve Avusturyalı üyeler Paris, Berlin ve Viyana'daki banka sendikaları tarafından seçilir, İtalyan üye ise Roma Ticaret Odası'nca açıklanır. Türk üyenin belirlenmesi için İstanbul Belediye Başkanı hisse senetleri sahiplerini toplantıya çağıracak ve üye bu toplantıda seçilecektir. Alacaklıların temsilcisini Osmanlı Bankası seçer.

Seçilen üyeler, üyelik sıfatını isimlerinin Türk Hükümeti'ne bildirilmesinden sonra kazanırlar.

Görev süresi beş senedir ve süresi biten üye yeniden seçilme hakkına sahiptir. Yabancı ülkelerden gelen üyelere yıllık 2 bin, İstanbul'da oturan üyelere ise 1200 sterlin ödenir. Hisse senedi sahiplerinin temsilcisine aylık veya yıllık ödeme yerine 500 sterlin huzur hakkı verilir.

Her üye bir oya sahiptir ve kararlar çoğunlukla alınır. Başkanlık makamı beşer senelik dönüşümler halinde İngiliz ve Fransız üyelere aittir.

Düyun-ı Umumiye Meclisi kendisine ayrılan gelirleri toplar, idare eder, masrafların ayrılmasından sonra kalan parayla borç taksitlerini öder. Geriye birşey kalması halinde bu miktar Türk Hükümeti'ne verilir.

Türk Hükümeti Düyun-ı Umumiye İdaresi1ni bir komiser ve müfettişler vasıtasıyla kontrol edebilir. Komiserin oy hakkı yoktur, ancak sadece danışma mahiyetinde oy kullanabilir. Müfettişlerin maaşını Türk hükümeti ödeyecektir.

Taraflar arasında anlaşmazlık çıkması halinde konu dört ayrı hakeme gönderilir. Tahkim heyetinin kararı kesindir ve itiraz edilemez.

Çevik Paşa’yı üzecek kitap

Çevik Bir'in 28 Şubat sürecindeki konumunun yahut Çankaya'ya adaylığının tartışılmasının ardından gündeme şimdi de Somali günleri geldi. Amerikalı bir gazetecinin kitabında Çevik Bir'in Mogadişu'da düzenlediği başarısız bir operasyonun Birleşmiş Milletler'in görüntüsüne zarar verdiği söyleniyor.

Çevik Bir'in gündeme getirilmeyen bir meslek; yönü yani askerliği kalmıştı ve işin garibi bu işi de Amerikalı bir gazeteci yaptı.

Gazetecinin adı, Mark Bowden. Uzun yıllardır Philadelphia Inquirer gazetesinin savaş muhabirliğini yapıyor ve görevli bulunduğu yerlerde yaşadıklarını kitaplaştırıyor.

Mark Bowden son kitabında Birleşmiş Milletler'in Somali'de giriştiği ve Çevik Bir'in BM birlikleri kumandanı olarak görev yaptığı günleri yazıyor. Kitabın adı ‘‘Black Hawk Down’’ yani ‘‘Kara Atmaca Düştü’’. Bowden'in Çevik Bir'le ilgili eleştirisi ise, iktidarı ele geçirmeye çalışan Aidid yanlılarının toplandığı Abdi Hasan Awale'nin evine yapılan başarısız baskın.

İşte, Mark Bowden'in bu baskın konusunda yazdıklarından bir bölüm:

‘‘BM birliklerinin Türk kumandanı General Çevik Bir ile yardımcısı Amerikalı General Thomas Montgommery aşırı kibar eldivenlerini çıkartmaya karar verdiler. Eve hiçbir uyarı yapılmadan saldırılacak ve kesin darbe indirilecekti. Kabilenin liderleri evde düzenli olarak toplanıyorlardı. Baskında TOW füzeleriyle ve toplarla donatılmış helikopterler kullanılacak ve içerdekiler tutuklanacaktı.

Amerikalı kumandan Amiral Howe plana itiraz etti ve helikopterler yerine askerlerin kullanılmasını, tutuklamaların eve girilerek yapılmasını istedi. Howe'a böyle bir operasyonun BM birliklerinin hayatını tehlikeye atacağı, üstelik Somali'deki hiçbir askeri birliğin gerekli güvenlik kordonunu oluşturamayacağı söylendi ve harekát yapıldı.

Operasyonda kaç Somalili'nin öldüğü tam olarak öğrenilemedi. İddialara göre binanın ilk katında aralarında kadınların ve çocukların da bulunduğu 73 kişi can vermişti. Yüzlerce kişi yaralandı. Ölü sayısı Amiral Howe'a giden raporda 20, Kızılhaç'a göre 54'tü. Fakat operasyonu haber alıp binaya gitmeye çalışan dört batılı gazetecinin öldürülmesi öteki kayıpları unutturdu.

Sonuçta Somali dünya çapında bir kızgınlığa hedef olurken operasyon Mogadişu'da bir rezalet yarattı. Kıyım Aidid'in konumunu yükseltti, BM'nin insani görüntüsünü ise ortadan kaldırdı. Aidid'e muhalifi olan ılımlılar bile onun tarafına geçtiler’’

Yazarın Tüm Yazıları