Mehmet Ali ‘Atlatirsen...’

BAŞBAKAN Turgut Özal ile Washington’dayız. O gün keyfime diyecek yok, en büyük rakibim Mehmet Ali Birand’ı atlatmış durumdayım.

Haberin Devamı

Amerikalılar Iğdır’a radyo kurmak istiyor, o haberi sadece ben yazmışım.
Mehmet Ali sabahın köründe odamın kapısını çalıyor, “Sen görürsün, bunu senin yanına bırakmayacağım”.
Çok sürmüyor, ertesi sabah ben onun odasının kapısındayım, kapıyı açıyor, yüzünde güller açmış, ben daha ağzımı açmadan, “Atlatirsen, böyle olursun”. Yazdığı haber Amerikan-Türk-Yunan ilişkilerinde yeni dönemin ayrıntılarını veriyor. Ben yutkunuyorum, bu kez o beni fena atlatmış.
Özal’la Washington’da, Mesut Yılmaz’la Tiflis’te, Demirel ile Saraybosna’da, Ecevit’le Brüksel’de, Çiller ile Paris’te, Akbulut’la Güney Kore’deki gazetecilik maceralarımızda hep aynı rekabet, kim kimi atlatacak.
Oysa, bu gezilerin tamamında başka meslektaşlar da var, ama Mehmet Ali ile rekabetin havası başka, hırs var, gazetecilik var, o rekabetin doyulmaz keyfi var. Ve kim kimi atlatmışsa, “atlatirsen” lafını anında yapıştıran Mehmet Ali.

İKİ ARMAĞAN

Haberin Devamı

ADAM gazeteci olarak doğmuş, hayata gazeteci olarak veda ediyor. Sadece yazılı medyada değil, görsel medyada da, kendini hepimize kabul ettiren bir Mehmet Ali.
Bence Mehmet Ali’nin Türk basınına iki armağanı var. Biri, Türk basınını dışarıya açmak. 70’li yılların başında Brüksel’e giderek, orada Milliyet’in temsilcisi olmasını Türk basını önce yadırgıyor, ardından mali durumu iyi olan gazeteler Brüksel’de temsilcilik açıyor. O zaman kendisine “Neden Brüksel” diye sorduğumda, “Burada AET (o sırada AB’nin adı Avrupa Ekonomik Topluluğu) ve NATO var, o ülkelerin hepsi Türkiye ile bağlantılı, haber kaynıyor” yanıtını veriyor.
Brüksel’le yetinmiyor, sonradan Moskova’da ilk temsilciliği yine Mehmet Ali açıyor.
Türk medyasına ikinci armağanı, 32. Gün ile gelen program türü. Henüz sadece TRT varken ve ekran henüz siyah beyaz iken, renkli TV ve başka kanal yok, Mehmet Ali 32. Gün ile TRT’de müthiş bir atak yapıyor. 32. Gün 70’li yıllardan bugüne uzanıyor, yaklaşık kırk yıldır yayınlanan bir program. Değil Türkiye’de, dünyada eşine pek rastlanmayan bir rekor.

BİZE ÖZEL AÇIKLAMA

HEPİMİZ gibi meslekte inişler ve çıkışlar yaşıyor, ama sonunda suyun üstünde kalmasını hep beceriyor.
Birlikte yaşadığımız en üzüntülü olay, 28 Şubat sürecinde birlikte andıçlanmamız. Tiflis’ten yazdığımız Milli Güvenlik Kurulu’ndaki bir tartışmayı aktaran habere askerler fena kızıyor. Ertesi gün TRT’den resmi açıklama yaparak, Mehmet Ali’yi, Muharrem Sarıkaya’yı ve beni yerden yere vurarak, bize askeri garnizonlara girmeyi yasaklıyor. Sanki biz garnizonlara meraklıymışız ya da öyle bir alışkanlığımız varmış gibi. Ardından da, bizim gazetelerimizden atılmamız isteniyor. Bu olay ikimizi de derinden etkiliyor.
Birbirimizi ne zaman görsek, “Oğlum, haber yazmasını öğrendin mi, bak başına neler gelir sonra” diye takılmadan edemiyoruz.
Mehmet Ali ile bizim kuşaktan herkesin bir öyküsü vardır. Hepsi de gazeteciliğe dair. Günümüz gazeteciliği açısından çoktan geride kalan değerleri, keyfi, hırsı, nezaketi ve saygısıyla.
Nur içinde yat Mehmet Ali.

Yazarın Tüm Yazıları