SOSYOLOG değilim ama, bazı defalar "alan araştırması"na heveslendiğim oluyor.
Eh, şu Fatih’in námı da "mutaassıp" diye yedi cihanı tutmuş ya, dolayısıyla arada bir, kasten tak takıştır ve sür sürüştür bir refakatçiyi koluma dolayıp, yallah, oraya gidiyorum.
İtfaiye, Fevzi Paşa Caddesi, Çarşamba, Yavuz Selim falan, bütün ecdádımın da nüfus kütüğüne kayıtlı olduğu mahalleyi boydan boya katediyoruz.
Tabii, "yan bakan" (!) çıkacak mı diye de gözlerim fıldır fıldır ve radarlarım fayrap!
Mahrem örtünmüş kızlar ve kadınlarla birlikte; artı, bazen onlara eşlik eden ve sünnet sakal taşıyan erkeklerle beraber, hicáp moda sergileyen dükkanların vitrinlerini yalıyoruz.
Yeşil renklerin tonları ve tünik biçimlerinin kupları hakkında yorum yapıyoruz.
***
DOĞRUSU, kim kime, dum duma! Bir Allah’ın kulu başını çevirip de, o refakatçimin omzuna düşen saçlarına veya tırnaklarına boyadığı kırmızı ojelere şöyle bir göz atmıyor dahi!
Üstelik, bu ramazan ve yine kasten, Hırka-i Şerif’ten Darüşşafaka’ya kadar dudağımda cigarayla yürüdüm. Dönüp bakanını hissetmedim. Dopdolu bir tostçuda da karın doyurdum.
Açıkçası, her defasında, o "mutaassıp Fatih"e (!) ilişkin "amatör sosyologluğumda",öyle "mahalle baskısı" diye tanımlanabilecek aman aman bir ipucu yakalayamadım.
Zaten aslına bakarsanız, söz konusu semte, Sultantepe tarafları da dahil, sık gittiğim bir Üsküdar’ı ve çok seyrek yolumun düştüğü uzak metro istasyonlarını bile ekleyebilirim.
***
SONRA, yine arada bir, bazı öğleden sonra nihayetlerinde Teşvikiye, yahut akşamüstü başlangıçlarında Nişantaşı kahvelerine oturduğum oluyor.
Bir fincan espresso veya bir kadeh şarap yudumlayarak, "krem dö la krem" tábir edilen cinsten ve "laik" olduğu varsayılan, "kaymak" tabaka burjuvaziyi seyrediyorum.
Tabii anladınız, yine "amatör sosyologluğa" heveslenip, söz konusu "mahalle baskısı"na ilişkin olarak burada da zıt bir "alan araştırması" yaptığım zehabına kapılıyorum.
Ve çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, iyi bir gözlemci olarak fark ettiğim kadarıyla, oralardaki "mahalle baskısı" da Fatih’tekinin, Üsküdar’dakinin, Bağcılar’dakinin aynısıdır!
Başka bir deyişle, ya hiç yoktur, ya da sıfıra yakındır!
***
FAKAT tamam, bu hükme varırken biraz hariçten gazel okuyor olabilirim.
Çünkü, en lüks mağazalarda alışverişe çıkmadan önce dört çarpı dört otomobillerinin anahtarını káhyaya teslim eden ve káh türbanlı, káh çarşaflı giyinen hanımlara dahil değilim.
Dolayısıyla, "laikler"in (!) kendilerine bakış açısında ciddi bir "ötekileştirme" hissedip hissetmediklerini tabii ki onlar kadar iyi duyumsayamam. Aynı ölçüde kavrayamam.
Ama olsun, bilhassa gözlemlediğim kadarıyla, başı açık hemcinsler, mahrem örtünmüş olanlara karşı asla "aşağılayıcı" bir tavır takınmıyorlar. Hiç de yukarıdan bakmıyorlar.
Belki belki, akşam vakti en güzide kahve ve barlarda aperitif içilirken, elleri "sinye" marka paketlerle yüklü türbanlı hanımların garsona çay ısmarlaması biraz yadırganıyordur.
Ama, onların oralardaki varlığı tümüyle kanıksanmıştır. İticilikten eser yoktur.
Zaten de, hicáp giyimli burjuva kadınların masalara oturuyor olması bunun ispatıdır.
Yani, Teşvikiye’deki, Nişantaşı’ndaki, Maçka’daki "laik mahalle baskısı" (!), Fatih’teki, Üsküdar’daki, Bağcılar’daki "dini mahalle baskısı"ndan (!) ne daha az, ne daha çoktur.
***
ÖYLEDİR, zira tüm bu semtlerin ortak kanı, devasa kentin ortak damarlarında akıyor.
Zaten de Türkiye’deki "mahalle baskısı" aslında "köy baskısı"ndan kaynaklanıyor.
Ve ne zaman ki o köy sırf mekánda değil ruhiyatta da çökecektir, ülkemizin bütün Fatih semtlerinde bira içilebilecek ve bütün Teşvikiye semtlerinde hicáp dolaşılabilecektir.