Paylaş
Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim, yurtdışında yayınlanan “Final Table” bunlar arasında belki de en çok sevdiğim formata sahipti. Ülkelerinde önemli başarıya ulaşmış, “yıldız” seviyesindeki şefler belli konseptler dahilinde yarışarak finale kalmaya çalışıyorlardı. Sanat eseri gibi tabaklar, adını bile ilk kez duyduğum malzemelerin üstün tekniklerle işlenmesiyle ortaya çıkıyordu.. İnsanın ufkunu genişleten çok önemli bir programdı.
Tüm yeme içme programlarından aynı seviye ve besleyiciliği edinmeyi beklemiyorum tabii ki... Kimisini biraz eğlenmek için izlemenin zararı olmuyor. Gordon Ramsay’nin işin şov tarafını biraz fazla kaçırdığı programları ve ülkemizde yayınlanan The Taste, MasterChef hatta Yemekteyiz tarzındaki programlar yemeğin odak noktası olarak ortaya konduğu; ancak bunun üzerinden insan hikayeleri anlatmaya çalışan programlar.
Bunlardan The Taste bu sezon Hazer Amani’nin ekibe katılmasıyla önemli ivme kazanırken MasterChef Türkiye Amani’den doğan boşluğu sempatik İtalyan Danilo Zanna ile doldurmayı tercih etti. MasterChef Türkiye geçen yılki “yemek tariflerinin ve yapımlarının daha çok gösterilmesi”ne yönelik eleştiriye kulak kabartmış görünüyor. MasterClass’ların gösterimi, özel tarif videoları, jüri üyesi şeflerin kendi aralarındaki yorumlamalarından pasajlar gibi yeni eklenen ya da genişletilen kısımlarla geçtiğimiz sezona göre bir nebze daha eğitici bir yöne doğru geçiş yapmış vaziyette. Tüm bunlar olurken tabii ki yine de izlenirliği getiren ana nokta gözleme yapımı ve tariflerinden ziyade yarışmacıların kendi aralarındaki tartışmaları, ilişkileri ve eleme tercihleri… İyi yemek yapmak kadar, hatta belki daha fazla oranda yarışma formatına sunduğu katkı da önemli yarışmacıların… Efendi insan kontenjanından Ekin, Güzide, Batuhan gibi MasterChef adayları var olsa da, renkli giyimi ve tarzıyla Rıfat, komik “Bum Yasin”, hemen her tartışmanın ortasında kendini bulan Eda, su ısıtıcısında ahtapot pişirmek durumunda kalsa da hiçbir gerginliğe, gama, kedere, hırsa hatta mutluluğa kapılmayan Gamsız Mustafa gibi isimler olmadan programın istenilen seviyede izlenirlik elde etmesi mümkün olmayabilirdi. Dolayısıyla özellikle sözlüklerde ya da Mide Lobisi gibi gruplarda program eleştirisinde bulunurken bunların birer şov programı olduğu düşüncesini bir kenara bırakmadan yorum yapmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Tartışma ve drama ne kadar dengelenir, yemek konusunda bilgilendirme ne kadar artarsa bu yapımlardan keyif almak da o kadar kolaylaşır.
Bence yarışmayı Batuhanlardan biri, Suna ya da Ekin alacak ama yarışma tamamen onlar için izleniyor mu tartışılır. Neticede Yasin’den aldığınız pilav tarifi hayatınızı değiştirmez ama belki birkaç dakikalığına sizi güldürebilir. Ekran da biraz bunun için var.
ARA SICAKLAR
-- İstanbul’da özellikle eğlence hayatı bağlamında yakın zamana kadar merkez olarak görülmeyen semtlerde yeni bir dünya mutfağı soluk alıp vermeye başladı. Birkaç yıldır özellikle göçmenler sebepli açılan Afrika, Orta Asya, Gürcü, Suriye lokantaları bundan 20 yıl önce şehirde var olmayan bir renkliliği hazırlayacak gibi. Bunlardan çok başarılı birkaçını arka sokaklar yerine geniş caddelerde bulabiliriz
-- Geçtiğimiz günlerde Feriye’de yapılan “Yeniden Meze” basmakalıp meze anlayışının hızla geride kalıp çok çarpıcı yorumlamaların varlığını ortaya koymak adına çok değerliydi. Didem Şenol, Deniz Temel, Barbaros Özoktar gibi şeflerin ortaya koyduğu lezzetler hakikaten çarpıcıydı. Erikli çilekli deniz börülcesi, mandalinalı tarhunlu tulum peynirli ıspanak, kabak skordalya ve çok daha fazlasıyla tüm katılımcılar parmak ısırttı desem yeri
-- Antalya yeme içme çeşitliliğiyle insanı gerçekten şaşırtabiliyor. 7 Mehmet, Börekçi Tevfik, Paçacı Şemsi gibi mekanlar ulusal ündeler zaten biliyoruz ama Şişçi Volkan, Veli Cengiz Döner gibi tatlar da şehre büyük renk katıyor. Antalya bu denli deniz – kum – güneş tatiliyle iç içe anılan bir yer olmasaydı belki gastronomi kenti olarak da anılabilir hale gelebilirdi. Henüz yolu var, ancak potansiyel büyük.
Paylaş