Diyabet ve yeme bozuklukları üzerine bazı rahatsız edici gerçekler

Bu köşenin uzun süreli takipçileri artık biliyorlar ki yemeği gıda ve beslenmeden, lezzeti sağlık ve doğallıktan ayrı tutmuyorum, tutamıyorum. Nitekim son dönemlerin trendi de bu yönde. Gerçi trend dediğimiz şeyler genellikle aslında geçmişte analarımızın, atalarımızın yaptığı ama zaman içinde bin bir sebepten ötürü unutmak zorunda kaldığımız şeylerin yeniden keşfi oluyor çoğunlukla. Ama o tartışmanın boyu biraz uzun, o nedenle biz sadede gelelim…

Haberin Devamı

Efendim, umuyorum malumunuzdur, bugün, yani 14 Kasım, Dünya Diyabet Günü. 1921’de insülini bularak dünyadaki milyonlarca diyabetlinin tedavisini mümkün kılan Fredrick Bantig’in doğum yıldönümü, Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Diyabet Federasyonu tarafından, diyabetle ilgili küresel bilinci artırmak amacıyla Dünya Diyabet Günü olarak belirlenmiş.

Şansıma bugünden tam bir hafta önce diyabetin küresel ve Türkiye’deki boyutlarını, işin en uzman isimlerinden biri olan Türkiye Diyabet Vakfı Başkanı Prof. Dr. Temel Yılmaz’dan dinleme fırsatını elde ettim. Sabri Ülker Vakfı’nın Uluslararası Beslenme ve Sağlık İletişimi Programı kapsamında konuşan Yılmaz, Tip 1 yani doğuştan diyebileceğimiz diyabetle Tip 2 yani yaşam koşullarına bağlı olarak sonradan ortaya çıkan diyabetin farkını ortaya koyduktan sonra ürkütücü istatistikler paylaştı bizimle. Türkiye’de diyabetli insan oranının neredeyse yüzde 15’i bulduğunu ifade etti.

Haberin Devamı

Ancak benim için daha da önemlisi diyabetli nüfusun artış hızının yüksekliği oldu. Şöyle ki Dünya Sağlık Örgütü’nün 2000 yılında yaptığı projeksiyonlara göre Türkiye’de 2030 yılında 6,5 milyon diyabetli olması bekleniyormuş. Ancak 6,5 milyon seviyesi 2014 yılında çoktan aşılmış bile. Türkiye’de diyabetli sayısının dünyanın 2, Avrupa’nın ise 3 katı oranındaymış. Peki önlemenin yolu ne? Her yerde karşımıza çıkan o muhteşem ikili: Sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz.

SAĞLIKLI BESLENMEDE İPİN UCU KAÇARSA

Sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz dedik ama her şeyin olduğu gibi bunun da fazlası zarar desem ne düşünürsünüz? “Daha neler artık” dediğinizi duyar gibiyim ama ne yazık ki daha neler artık değil. Sağlıklı beslenme ve egzersiz yapma çabası, kontrolden çıktığında kolayca bir yeme bozukluğuna ve bir beden algısı bozukluğuna dönüşebiliyor.

Yine Uluslararası Beslenme ve Sağlık İletişimi Programı eğitiminde dinlediklerimden özetlemeye çalışayım. Sağlıklı beslenmenin çığırından çıkıp bir yeme bozukluğu haline gelmesine ortoreksiya nervoza adı veriliyor. “Biyolojik yönden saf, herbisit, pestisit veya yapay maddeler içermeyen besinlerin tüketilmesine karşı patolojik bir saplantı” olarak tarif edilen ortoreksiya nervozada kişi, aldığı her lokmayı sorgular hale geliyor. Zamanla dışarıda hatta dışarıyı bırakın dostlarının evinde bile yemek yiyemez oluyor. Yediklerinin hedeflediği seviyede sağlıklı olmasını başaramadığında ciddi derecede suçluluk duyuyor ve kendinden nefret eder hale geliyor.

Haberin Devamı

Egzersizin çığırından çıkması halinde ise özellikle erkeklerde gittikçe büyüyen dev kaslar çıkıyor karşımıza. Kişiye yaptığı spor, geliştirdiği kas yetmez hale geliyor. Aynaya baktığında kendisini hep yetersiz buluyor. Sürekli daha fazlasını istemeye devam ediyor. Uzmanlar buna beden algısı bozukluğu adını veriyor.

Ancak beden algısı bozukluğu bununla sınırlı kalmıyor. Adını daha önce duymuş olabileceğiniz anoreksiya nervoza ile bulumiya nervoza da bu bozukluklar arasında sayılıyor. Beden algısı bozulmuş olan anoreksiya nervozalılar, çok zayıf olmalarına karşın kendilerini çok kilolu olarak algılıyor ve daha fazla ağırlık kaybı için çabalıyor. Bulumiya nervoza hastaları ise kontrollerini kaybederek aşırı miktarda yemek tükettikten sonra kendilerini kusturma, müshil kullanma, aşırı spor yapma veya hiç yememe gibi aşırıya kaçan arınma davranışları sergiliyor. Tabii bir de tıkınırcasına yeme sendromu var ki orada da kişi kontrolünü kaybederek normal bir bireyin yiyebileceğinden çok daha fazlasını tüketiyor ancak bulumiya nervoza hastalarının aksine arınma çabasına girmiyor.

Haberin Devamı

SOSYAL MEDYA TEHLİKELİ Mİ?

Eğitim sırasında hocalarımız söz konusu bozukluklardan mustarip bireylere ait fotoğraflar da paylaştılar bizimle. Ben buraya eklemek istemedim ama çok ufak bir internet araştırmasıyla bulup çıkarmak mümkün. Bu da bizi işin en önemli kısmına getiriyor. Bu tür imajların günümüzde sosyal medya üzerinden göz açıp kapar gibi bir hızla yayılması özellikle gençler ve ergenler üzerinde yıkıcı bir etki yaratabiliyor.

Örneğin İtalya’nın Turin Üniversitesi’nde 6-11 yaş arası 500’den fazla çocukla yapılan bir araştırma, günde 2 saatten fazla Instagram, Snapchat, Facebook gibi içeriği görsel ağırlıklı kanallarda vakit geçiren çocukların beden algılarının bu kanallara hiç girmeyenlere göre çok daha kolay bozulduğunu ve bu çocukların psikolojik uyumunun çok daha sınırlı olduğunu gösteriyor.

Haberin Devamı

Türkiye’de Sivas ve Ankara Üniversiteleri’nde okuyan 600’den fazla öğrenciyle yapılan bir diğer araştırma da ülkemizdeki genç yetişkinlerde de durumun pek farklı olmadığını ortaya koyuyor. Hem genç kadınlar hem de genç erkekler ağırlıkları sağlıklı kabul edilen aralıklarda bile olsa kendilerini fazla kilolu görüyor, kilo vermeye çabalıyor. Özellikle kadınların kilo verme sebebi olarak görsel kaygılara işaret etmesi de İtalya’daki çocukların da Türkiye’deki genç yetişkinlerin de meseleye aynı yerden baktığını gösteriyor. (Bizi eğitimin atölye çalışması ayağında bu araştırmalarla tanıştıran Prof. Dr. Ali Atıf Bir’e çok teşekkürler.)

Son dönemde beden olumlama hareketiyle bu yıkıcı etkileri tersine çevirme çabaları artsa da yeterince etkili olduklarını söylemek zor. Çünkü halen birçok kadın dergisi kapağa koyduğu modelleri rötuşlamadan yayına gitmiyor, halen birçok marka podyuma sıfır beden mankenleri çıkarmaktan imtina etmiyor, halen akıllı telefon uygulaması satan sanal mağazalarda onlarca “zayıflatıcı” filtre bir parmak hamlesiyle telefonlarımıza inebiliyor, halen çok takipçili ünlüler ve influencer’lar filtre atmadan zinhar sosyal medyada fotoğraf paylaşmıyor.

Haberin Devamı

Velhasıl hepimiz parçasıyız aslında bu sorunun. Ama bu aynı zamanda hepimizin çözümün de parçası olabileceği anlamına geliyor. Ebeveynlere, öğretmenlere, gazetecilere, fenomenlere, kısacası yeni nesli etkileme gücüne sahip herkese bu mücadelede büyük görev düşüyor. Umuyorum ben üzerime düşeni layıkıyla yapabilirim. Peki ya siz?

Yazarın Tüm Yazıları