Paylaş
Bizim çocukluğumuzda hayaller genelde “merkezi bir yerde büfe açmak” üzerine kurulurken şimdilerde bu hayallerin “kahveci açmak”,”burgerci açmak”, ”akşamdan akşama dört masalı bir yerim olsun” benzeri alanlarda biriktiğini görüyorum. Sadece para kazanmak için bu işlerin peşine düşenlerden bir beklentim yok ama tutkuyla bu işlerin peşinden koşanların hayallerinin bu benzeri işlerde kitlenip kaldığını görünce biraz hayıflanıyorum açıkçası. Tutkuyla, olup olabilecek en lezzetli burgeri yapma iddiasında ve birikiminde olan kişileri tenzih ediyorum ancak, deneyim yaratma noktasında çok körelmiş ve sığ bir hayaller denizinde yüzüyoruz sanki.
Sosyal medya kullanımıyla “meşhur olma” konusunu da dükkan sahibinin kişisel ve sadece görsel olarak ilgi çekmeye yönelik atraksiyonlarına sıkıştırdığımızdan, “konsept yaratmayı” havada et kesmekle, bir şeyin üzerine peynir dökmekle, ucu kıvrık bıyık bırakmakla karıştırır olduk. Mekanın yemeği, servisi, sundukları üzerine odaklanmak yerine, mekan sahibiyle fotoğraf çektirmeyi deneyim sandık. Durum böyle olunca bir burgerci açıp, cheddar şelalesi yaratmanın, ızgarada köfteyi atıp tutarken anlamsız hareketler yapmanın durumu kurtaracağını “öğrendik”. Oysa konsept yaratmak, deneyim oluşturmak böyle bir şey olmamalı.
İçeride fotoğraf çekilmesine izin verilmediği için müşterilerinin telefonunu kapıda toplayan dükkanlar, özellikle kredi kartı kullandırmayanlar, içeride servis edilen yemeğin temas ettiği yıllara göre konuklarına aksesuar hediye edenler, görme engellilerin yaşamına farkındalığı arttırmak için karanlıkta yemek servis edenler, özellikle az masalı ve az sandalyeli küçük dükkan tercih edenler, bilerek salaşlaştıranlar, yemeğin tipine göre çatal bıçak benzeri ekipmanını özel yaptıranlar, oda sıcaklığını dışarıdaki havayla kontrast oluşturacak şekilde veya servis edilecek yemeğin sıcaklığına göre dizayn edenler, müzik kullananlar, bilerek müzik kullanmayanlar, ASMR’den faydalananlar ve daha neler neler… Tasarlanabilecek ve kontrol edilebilecek onlarca değişkenin üzerinde kafa yormak varken, “bir başka sıradan burgerci” olabilmek için bunca çabayı görünce gerçekten hüzünleniyorum.
Geçen haftaki iş seyahatim sırasında uğradığım, tamamı mermer bir bardan oluşan ve masası olmayan, düzinelerce yıldır benzeri tarzda çalışan, belli başlı birkaç başlık altında pek çok deniz ürününü taze olarak sunan San Francisco’daki Swan Oyster Depot mesela… Sadece nakit çalışır, tezgahı, mermer seçimi, iç konseptiyle deniz ürünleri satılan bir yerde olduğunuzu size hissettirir, çalışanlar size yedikleriniz konusunda bilgi verir ve taze hazırlayıp önünüze sunar. Bu kadar az sandalyeli bir yerde olmanıza ve dışarıda kuyruk olmasına rağmen sizi kimse özellikle acele ettirmez, bulunduğunuz ortamdan keyif almanızı sağlar. Konseptle sunulan lezzet uyumludur ve size bekleme sürenizde tezgahı izlettirmeleri dahil gösterişsiz ama etkili bir deneyim sunar. Bu küçük, basit gözüken yer böylelikle tüm dünyadan konuk ağırlayan, konseptine güvenerek sunduğu lezzetten ödün vermeyi düşünmeyen bir anlayışla şehrin en ünlü yerlerinden biri olmayı başarır. Aynı deniz ürününü çok masalı, çok şık, çok gösterişli şekilde sunuyor olsalar da benzeri başarıyı aynı etkide elde edebilirler miydi, tartışılır.
Bir yemeğe giderken de, bir restoran açarken de lezzetlere kafa yormak kadar gerçek anlamda bir deneyimin üzerine kafa patlatmanın ödülü bence tarifsiz. Umarım gelecek zamanlarda ülkenin yeme içme haritasında daha yaratıcı, üstüne düşünülmüş özel deneyimleri ve yiyecekleri kol kola görebiliriz.
Paylaş